I. BÖLÜM Prof. Tarık Ramazan İle “Özgürlük ve Teslimiyet” Üzerine
Sayı:1 / Özgürlük ve Teslimiyet - Söyleşi
Fatih Yaman
Röportaj: Dr. Fatih Yaman
Çeviri: S. Zülal Afacan
Yetkin Düşünce’nin ilk sayı röportaj dosyasını iki önemli isimle okurlarımızın dikkatine sunuyoruz. Bu isimlerden ilki, batının İslam’la modern dönemdeki karşılaşmaları üzerine birçok çalışması bulunan, Oxford Üniversitesi öğretim üyesi ve Müslüman Kardeşler Hareketi’nin kurucusu olan Hasan el-Benna’nın torunu Prof. Tarık Ramazan.
Market özgürlüğü ve manevi özgürlük arasındaki farkı en derin şekilde anlamalıyız. Bunların biri “sahip olmak” üzerine diğeri ise “var olmak” üzerinedir.
Yayın hayatına yeni başlayan sivil bir dergi olarak Yetkin Düşünce’nin ilk sayı temasını “Özgürlük ve Teslimiyet” oluşturuyor. Özellikle İslam’ın Özgürlük anlayışı merkeze alındığında neler söylemek istersiniz?
Bence birçok aşamadan söz edilebilir. Öncelikle tespit edilmesi gereken, İslam’ın insanın varoluşunu masumiyet ve özgürlük ekseninde konumlandırmasıyla birlikte insana daimi olarak bilgi arayışında olan bir varlık hususiyeti vermesidir. Başka bir şekilde ifade edilmesi gerekirse, insan onurunun ikamesi için üç farklı boyuttan söz etmek mümkün: Varoluş: ? ? ? ?? ? ? ? ? ? ? ??? ?? ????? ? ? ? ? ? ? “Âdem’in oğullarını onurlu insanlar olarak yarattık.” Özgürlük: ?????????? ? ???? ? ???? ??? ? ? ? ? ? ? ? ? ???? ??? ? ? “İnanmak isteyen inanmakta, inkâr etmek isteyen inkârda özgürdür.” Bunların ardından yetkin bir akla ulaşmakla, sorumluluk ve bilgi gelir. Dolayısıyla akıl baliğ olmadan önce üzerimizde ibadet sorumluluğu yoktur. İrade oluştuğunda ise, onu sorumluluk bilinciyle yönetmemiz gerekir; yani özgürlük sorumluluğu da beraberinde getirir. Bu, bütün toplumlarda insanlara alt yapı olarak verilmesi gereken bir husustur.
İnanmak ya da inanmamakta özgür olmak... Bu, halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde maalesef her zaman tam olarak anlaşılan bir kavram değil. ??????? ??? ? ? ?? ??? ? ? ? ? ? ????? ?? ?????? ? ? ? ?? ?? ?? ?????? ? ??? “Eğer Rabbiniz isteseydi dünyadaki herkes iman ederdi. ”Yani insanları inanmaya zorlamak ya da inancı dayatmak sizin üzerinize vazife değildir. Fakat bu anlayış bizde maalesef yeteri kadar gelişmiş değil.
Ayrıca, ifade özgürlüğü ve siyasal özgürlük de çok önemli meselelerdir. Kişi, toplumdaki kurallara saygı gösterdiği sürece, teamül hukuku çerçevesinde siyasi görüşlerini ifade etmekte özgür olmalıdır. Esas olan temel özgürlükler; siyasi özgürlük, ifade özgürlüğü ve seyahat özgürlüğüdür.
Buradan hareketle soruyu daha da özelleştirerek soracak olursak, Müslüman toplumlarda özgürlük bağlamında ne tür problemler gözlemliyorsunuz?
Bence oldukça derin bir problemimiz var. İslam’ın özgürlükle hiçbir sorunu yok fakat Müslümanların var. İnsanları fikirlerini belirtmekten alıkoymamız gerektiğini düşünüyoruz. Tekrar ediyorum; bu tamamen başka bir boyut. Dini açıdan bazıları adeta muhafızlık yaptığından karşıdaki kişi söylemek istediğini söyleyemiyor. Yani oldukça derin bir sansür var. İnsanların düşüncelerini sansürleyerek onları eğitemezsiniz. İnsanların kendilerini felsefi yönden, siyasi yönden ifade edebileceği bir kurallar çerçevesi olmalı ve düşünceye yönelik sansür giderek azalmalıdır. Ayrıca kimi ülkelerde insanları sırf fikirlerini ifade etmekten dolayı tutuklayan bir siyasi otorite gerçekliği var. İşte bu, diktatörlüğün varoluşunun da sebebi. Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğu özgür toplumlar değil.
Kaynağımıza geri dönüp Peygamber’in (s)yaşadığı toplumu hatırlamalıyız. O toplumun kimi ateist, kimi münafık, kimi Yahudi, kimiyse Hristiyan’dı. Peygamber (s) Yahudiler ve Hristiyanlar için “onlar benim toplumumun bir parçası” buyurmuştu. Dolayısıyla sonuçta, özgürlüğün Müslüman ülkelerdeki eksik unsur olduğunu açıkça belirtmek gerekiyor.
Sizin de bildiğiniz gibi modern dünya, kullandığımız kavramlar üzerinde önemli değişimlere sebep olabiliyor. Özgürlük veya kölelik türünden kavramların da böyle bir dönüşüme uğradığı söylenebilir mi?
Evet. Bana kalırsa biri, siyahi insanlar üzerine uygulanan ve tarih boyunca çeşitlerini gördüğümüz kölelik; diğeri de günümüzdeki ekonomik kölelik adı verilen yeni tür bir kölelikten söz edilebilir. Yurtdışından gelen kadın işçiler, göçmenler ve Avrupa’da fahişelik mesleği modern köleliğin örnekleridir.
Özgürlüğe gelince; günümüzde özgürlük kavramının değerini eksiltiyoruz. Bugün özgürlük kim olduğunuza değil, sahip olduklarınıza bağlı. Bu yüzden insanlara“istediğiniz şeyleri yaptığınızda özgürsünüz” fikrini aşılayan tüketim kültürüne karşı dirençli bir duruşumuz olmalı. Bildiğiniz gibi reklam sektöründe çalışan psikologlar ve uluslararası şirketler kişinin ne istediği üzerinde çok derin bir etkiye sahip olabiliyor.
Dolayısıyla, özgürlüğü “Hissettiğiniz gibi yaşayın. (Hislerinizi biz kontrol edebiliyoruz: yani bizim istediğimiz gibi)” yüzeyselliğinden çıkarma ve özgürlüğü kim olduğumuzla ilintili olarak ortaya koyma direncini gösterebilmeliyiz. Hayatın gerçeği bu!
Eserlerinizde “Avrupa İslam’ı” ve “Avrupalı İslam” kavramlarına yönelik tartışmalara yer verdiğinizi görüyoruz. Bunlar arasındaki ayrımı ve sizin öne çıkarmak istediğiniz kavramsal çerçeveyi nasıl okumalıyız?
Bu terimi 1998’de Avrupalı Müslüman Olmak kitabımı yazdığımda kullanmaya başladım. Bassam Tibi, ‘Euro İslam’ kavramını kullanıyor. Ben bu kavramı kullanmıyorum. Her ne kadar kullanılan kavramlar görünüşte benzerlik taşısa da içerikte farklılar. Benim için, İslam’ın şartlarında olduğu gibi, yalnız bir İslam var. Fakat kültüre bağlı olarak Müslüman olmanın birçok yolu var. Yani kültürünüze ve İslam’ın şartlarına bağlı olarak Müslümansınız. İslam’ın şartları dünyadaki herkes için aynı. Fakat kültür herkes için farklı. Örneğin İngiliz ve Fransız kültürü bile oldukça farklıdır. Yani Avrupalı İslam, İslam’ın aynı ilkelerine bağlı, farklı kültürlerin toplamıdır ve bununla ilgili yanlış olan bir şey görmüyorum.
Pekâlâ, başka bir soruya geçmek istiyorum. Eserlerinizde İslam’ın geleceğini konu almakla birlikte küresel ölçekte hissedilen İslamofobi olgusuna da sıklıkla temas ettiğinizi biliyoruz. Sizce radikal gruplar üzerinden sürekli geliştirilen bu fobinin ve “şiddet yanlısı Müslümanlar” algısının İslam toplumlarındaki yansıması ileri aşamalarda nasıl şekillenir?
Bilemiyorum. Bana kalırsa İslamofobi fazlasıyla yanlış. İnsanların bu konudaki temel düşünce sistemine karşı çok dikkatli olmamız gerekiyor. Çünkü insanlar korkmuş durumda. Bu durum, siyasi söylem ve medya tarafından araç haline getiriliyor. Esasında bu algıyı beslemek bir çeşit hedef gösterme ve yaftalama sürecidir. Bu süreç karşı tarafta yıpranmışlık duygusunu beraberinde getiriyor. Bu da gençleri daha saldırgan bir aşırıcılığa doğru itiyor. Yani burada bir kısır döngü var. Bu yüzden ben bu duruma karşı daha hassas yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Tam olarak neyi hedef aldığımızı bilmemiz gerekiyor. Çünkü bütün İslamofobi söylemleri aynı kaynaktan gelmiyor.
Son soru, dünyada hegemonyasını önemli biçimde hissettiren piyasa ekonomisi ile ilgili. Sermaye ve rakamların ezici etkisini kıran, insanca bir özgürlük anlayışı ikame olunabilir mi?
Olacak. Gerçek özgürlük için savaşmalıyız. Bana kalırsa asıl problem burada. Bütün süreç üzerine düşünüp kendilerini “üst sınıf” olarak konumlayan insanların sahip olduğu özgürlük ve asıl sahip olunması gereken manevi özgürlük arasındaki farkı, yani market özgürlüğü ve manevi özgürlük arasındaki farkı en derin şekilde anlamalıyız. Bunların biri “sahip olmak” üzerine diğeri ise “var olmak” üzerinedir. Biri çevreyle ilgiliyken, diğeri bizzat hayatla, varoluşla ilgilidir. Ve bence İslam’ın buna katkısı burada vurguladığımız birçok konunun derinlemesine anlaşılması üzerine kurulmalıdır.
Çok teşekkür ederim.