Rahmanî Siyaset ve Laiklik

Sayı:2 / Adalet ve İstikrar - Dosya

İlhami Güler

Benim, İslam dünyasına önerim, Allah’ın Rahman sıfatı, nasıl ki dünyada mümin-kafir ayrımı yapmadan herkese “eşit” muamele ediyor; aynen onun gibi, siyaset ve devletin, Rahmaniyyet’in bir tecellisi olarak, ülke sınırları içinde bulunan her din ve dilden vatandaşlarına karşı tarafsız, adil, hakkaniyetli ve eşit davranmasıdır.
Siyaset Platon’un (Bilge Kral), Sokrates’in Aristo’nun (ve muakkipleri Farabi-İbn Sina ve İbn Rüşt) ve Tevrat’ın, İncil’in ,Kur’an’ın ortaya koyduğu gibi, ya “Pratik Ahlak”tır; ya da Firavun’un, Neron’un, Hitlerin… ortaya koyduğu gibi, Şeytanlıktır (istiğna-istikbar). Dünya tarihi, bu iki kategorizasyona göre okunabilir. Rejimler de bu iki saik ile kurgulanır. 
 
Laikliğin, Avrupa’da kurumsallaşmış din olarak Kilise örgütünün ortaçağlar boyunca siyaseti de kapsayarak hayatın bütün alanlarını kontrol etmesi ve insanlara işkence uygulamasına karşı bir aksülamel olarak ortaya çıktığı malumdur. Aydınlanma felsefesi ve Fransız devrimi, Kiliseyi ve ortaya koyduğu Katolik din anlayışını eleştirerek onu kamusal alandan, devlet örgütlenmesinden dışarı yani sivil toplum alanına geriletti. Buradaki temel saikin aklı özgürleştirmek ve devlet örgütlenmesini Kilisenin dogmalarında uzaklaştırmaktı. Seküler, kavramının “dinsizlik” değil; Kilisenin dışındaki alan anlamına geldiği bilinmektedir. Felsefi düzeyde(Aydınlanma felsefesinde) diğer taraftan dine karşı bir reddiyenin-düşmanlığın geliştiği de bilinmektedir. Demokrasiye geçildikten sonra din, kendini Kilise dışında “Muhafazakâr” siyasi akım olarak siyasette devam ettirmeye çalıştı. Liberal politik görüş, dine karşı kayıtsız davranırken; seküler bir etiğe dayanan sol siyaset, dine karşı menfi bir tutum sergilemiştir. Latin Amerika’da gelişen “Kurtuluş Teolojisi” ise, kendini politik olarak ifade etmiştir. 
 
İslam dini ve toplumu, tarihsel koşulları gereği siyasal bir kategori olarak doğmuştur. Politika-üstü dini-ahlaki (iman-salih amel) bir mesaj, Arapların direnişi-düşmanlığı ve reddi yüzünden politik niteliği yoğun olan bir içeriğe evrilmiştir. Böylece İslam, Araplar içinde bir “iç-savaş” sürecinde doğmuştur. Bu, Allah tarafından öngörülmüş bir gerçeklik değildir; tarihsel-toplumsal koşulların yarattığı mümkinattan bir sonuçtur. Bu süreçte müminler, daima barıştan yana olurken; müşrikler ve Yahudiler, savaştan yana olmuşlardır. Müslümanlar da, kendilerini koruyarak siyasal bir toplum ve devlet olarak bu süreçten çıkmışlardır. Arapların şiddete teşne tabiatı, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra siyasetin yine “Hilafet” adı altında fakat fiilen “iç-savaş” olarak devamını doğurmuştur Cemel-Sıffın-Kerbela, Hârre…savaşları ve katliamları). Aynı tabiat, daha sonra Müslüman toplumun “Fütuhatçı/Ganimetçi/Gaspçı” olmasını intaç etmiştir. Tebliğ ile İslam’ı yayma yerine, siyasi ve coğrafi genişleme, kendini cihat, i’la-i kelimetullah ve nizam-ı alem kavramları ile “dini” olarak nitelemiş olsa da; dini saik, siyasi ve iktisadi saiklerin yanında sadece bir unsur olmuştur. Diğer taraftan, Arapların kabileciliğe teşne olmaları, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra siyasetin “Kabile/ Kureyş” asabiyetine dikişlenmesini doğurmuştur. Dört halifenin dördü de Kureyştendir. Kur’an, siyasal sorunların “Şura”, emaneti ehline verme ve adalet ilkeleri ile; iktisadi hayatı ise özel mülkiyet, helal kazanç, zorunlu vergi(zekat) ve gönüllü bağış(infak) ile yürütülmesini salık verirken; Muaviye, İran ve Bizans’tan etkilenerek kabile/aile hakimiyetine dayanan “Saltanat” yapısına geçmiştir. İktisatta ise özel mülkiyetten devlet mülkiyetine, ticaretle birlikte “ganimet” ekonomisine geçilmiştir. Emevilerin Haraç konusundaki tutkuları bilinmektedir. Kur’an’da tescillenmiş olan “özel mülkiyet” yerine (örneğin: Karun’a “nerden buldun?” diye sorulmamıştır.28/76-82); fetihler ile elde edilen büyük toprak mülkiyetinin “Devlet” elinde kalması, Müslüman toplumlarda devleti ve siyaseti tek hegomonik güç haline getirerek bireyin, özgürlüklerin ve hukukun gelişmesinin önünü tıkamıştır. 
 
Bu süreçlerin içerisinde din olmuştur. Ancak, dinin tavsiyeleri, kalıcı kurumsal yapılara kavuşturulamamıştır. Din, “şeriat”ve “tarikat” kavram ve kurumları ile sivil ulema tarafından (fıkıh,kelam,tefsir, hadis,tasavvuf) toplumun içinde sürdürülmüştür. Siyasal yapı (saltanat), şeriat-tarikat ve ulema-meşayıh’tan etkilenebildiği oranda dinin sınırları içinde kalmıştır. Bu süreç zarfında siyasal erkin aleni olarak dini değer, kavram ve kurumlara atıf yapması (Allah, İslam, Şeriat, Peygamber, Hadis-Sünnet…vs), yer yer iç-savaş, din sömürüsü, totalitarizm ve dogmatizm olarak aktualleşmiştir. İmparatorluk yapılarını böyle özetlemek mümkündür. İslam imparatorluklarında –gayri Müslimler dahil (zımmilik)- halkların temel insan haklarına (can, mal, namus, din, dil, mülkiyet…) fazlaca dokunulmamıştır. 
 
Osmanlı imparatorluğu yıkıldıktan sonra, İslam dünyasında –Batıdan etkilenerek- milliyetçiliğe dayanan laik ulus devletler kurulmuştur. Bunların tamamı tek parti, kabile veya askeri diktatörlüklerdir. İkinci Dünya savaşından sonra Batıdaki devlet/rejimler, laik-demokratik hukuk devlet yapısına evrilmiştir. İslam dünyasında böyle bir gelişme olmamıştır. 
 
“Rahmaniyet”, insanlığın denenme sürecinde -mucize ile desteklenen peygamberleri red ve inkâr eden toplumların adalet gereği cezalandırılması olan, “olağan üstü hal” dönemleri hariç (2/57,9/70, 30/9…)-, insanların karşılaştıkları kötülüklerin, kendilerinin sebebiyet verdiği nedenlerden dolayı olduğu (42/33);bunun dışında Allah’ın rızık/nimet konusunda herkese “eşit” davrandığı; Allah’a ve insanlara karşı zulmedenlerin cezalarının “Ahiret” e ertelenmiş olduğu(14/42) anlamına gelir. 
 
Benim, İslam dünyasına önerim, Allah’ın Rahman sıfatı, nasıl ki dünyada mümin-kafir ayrımı yapmadan herkese “eşit” muamele ediyor; aynen onun gibi, siyaset ve devletin, Rahmaniyyet’in bir tecellisi olarak, ülke sınırları içinde bulunan her din ve dilden vatandaşlarına karşı tarafsız, adil, hakkaniyetli ve eşit davranmasıdır. Bu, Batıdaki “Laiklik” ve “Hukuk Devleti” ilkelerine karşılık gelir. Birincisi, seküler iken; benim önerim dinsel-teolojik saik iledir. İkincisi de, Şura ilkesinin gereği, yönetim süreçlerine bütün vatandaşların aktif ve sorumluluk bilinci ile katılmasıdır. Bu da, Batıdaki “Demokrasi” ilkesine karşılık gelir. Demokrasi, seküler bir prosedür iken; benim önerim yine dinsel ve teolojik saiklidir. 
 
Kur’an’daki hukuki pozitif (Hudud) yasaların günümüzde geçerli olup-olmadığı sorunu, -benim Kur’an anlayışıma göre- hukukçuların gerekçelendirmeleri gereken bir anlam/bilme(maslahat-illet- maksat-hikmet) sorunudur; yoksa sanıldığı gibi dogmatik bir “iman” sorunu değildir. Bu da, siyaseti değil; hukuk problematiğini ilgilendirir ki, yorum ve bilgi/düşünce sorunudur. 
 
Kur’an açısından siyaset, hukuk ve iktisat süreçlerinin “Büyük-sevaplar” veya “Büyük-günahlar” olarak dinsel oldukları izahtan varestedir. Ancak, bu süreçlerde sorun çözen-sorumlu kişilerin kendilerini dinin “temsilcisi” olarak görmeleri durumunda, değindiğimiz tehlikelerden kaçınılamıyor. Benim önerim, Bu alanlarda sorun çözme makamında olanlar, aynen Allah(Kur’an) ve Hz. Muhammed(Hadis-Sünnet)in yaptığı gibi, insanların onurunu ve maslahatını koruyan(makasıdu’ş-şeria) önerilerini bize gerekçeli olarak, yani akla-vicdana, maslahata, hikmete yaslanarak açık ve aleni olarak getirsinler ki, onlara itiraz etme ve düzeltme hakkımızı kullanalım. Bu öneri, Şu ayetlere uygundur: “Hakkında bilgin olmayan husuların peşine(körü körüne) takılma; çünkü göz, kulak ve kalp(yani bilgi aktları.İG) Ahirette bundan sorumlu tutulacaktır(17/36). “Onlar, sözleri dinler ve en güzeline uyarlar.”(39/18) “ Onlar(müşrikler): “şayet dinleseydik veya düşünseydik, cehennem ehlinden olmayacaktık.” derler.”(67/10) 
 
Kamu hukukuna ilişkin hak ihlalleri, hem hukuk devletinde hem de şeriatta devlet tarafından cezalandırılır. Bireysel dini tercih ve bireysel ahlak sorunlarına gelince, hem hukuk devletinde hem de İslam’da buraya devlet karışamaz: “ Doğruluk ve sapıklık, dince ortaya konduktan sonra, dinde zorlama yoktur.”(2/256). “Sen (Hz. Muhammed/mirasçıları olan ulema), sadece hatırlatıcısın; sen onların üzerinde zorba değilsin.”(88/22).
breitling chronographe etanche 50m a68062 no 1111 price omega dark side of the moon copy uk replica watches steve mcqueen watch auction tag heuer carrera calibre 16 leather strap replica watches uk omega seamaster nato strap rado first copy watches in ahmedabad swiss replica watches hello rolex reviews rado tan boots fake watches
İLİMYURDU Yayıncılık ve Eğitim Hiz. Ltd. Şti.
Adres : Molla Gurani Mah. Akkoyunlu Sk.
            No: 36 Fındıkzade Fatih / İstanbul
Tel      : 0212 533 05 35
Mail    : info@yetkindusunce.com
Tüm Hakları İlim Yurdu Yayıncılık’a aittir. Kaynak belirtilmeden hiçbir içerik kopyalanamaz. | Tasarım & Yazılım: Dizayn Sanat