Siyasetnamelerin Dili Olarak Adalet
Sayı:2 / Adalet ve İstikrar - Dosya
Kadir Canatan
Bugünkü terimlerle yiğitlik, hukuk devletini içselleştirmiş kolluk kuvvetlerinin yasaları koruma ve kollama işlemidir. Üçüncü değer olan “ölçü(lülük)”, öteki değerlerden daha çok bir düzen ve ahenge benzer.
Batı’da siyasetin karşılığı olarak kullanılan politika kelimesi, Eski Yunan’dan gelmektedir. “Siyaset” (politics) kelimesi polisden gelir ki, bunun sözlük anlamı şehir devletidir. Eski Yunan toplumu, her biri kendi hükümet sistemine sahip bağımsız şehir-devletleri topluluğu şeklindeydi. Bu şehir devletlerinin en büyüğü ve etkili olanı, genellikle demokratik yönetimin beşiği olarak tasvir edilen Atina idi. Bunun ışığında siyaset polisin işlerine, daha doğrusu “polisle ilgili olan”a atıfla anlaşılabilir. Bundan dolayı, bu tanımın modern biçimi, “devletle ilgili olan”dır. Bu siyaset görüşü, terimin gündelik kullanımında açıkça belirginleşir: kamu görevi alan insanların “siyasette” oldukları veya buna çalışanların “siyasete girdikleri” söylenir. Bu, akademik siyaset biliminin de devamına katkıda bulunduğu bir tanımdır.”1
Arapça’dan dilimize geçen siyaset kelimesi, sözlükte seyislik ve at yetiştirme anlamına gelse de, aynı zamanda insanın kendini yetiştirmesi ve eğitmesi yanında toplumun ve devletin idaresi anlamında da kullanılmaktadır.2 Kavramsal olarak Kuran’da siyaset kelimesi bulunmasa da, egemenlik, siyaset, yönetim ve önderlikle ilgili pek çok kavram bulunmaktadır. Sözgelimi emr, emanet, mülk, hüküm, velayet, şura, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak, adalet, imam, halife, ululemr, sultan, melik, seyyid, vekil, vezir, cebbar, beyat, itaat, zulüm, isyan, kıyam, tuğyan, bagy, fitne, medine, cihad, fetih, barış, ıslah ve dar (ülke) gibi tümüyle siyasal çağrışımları olan kavramlara rastlamaktayız. Müslümanların tarihinde sıkça kullanılan ülülemr, sultan, melik, seyyid, vekil ve vezir gibi kavramlar, Kuran’da olgusal anlamda kullanılmaktadır. Bu kavramlar, bazen olumlu bazen de olumsuz bir bağlamda kullanıldığı dikkate alınırsa, tarihte iyi önderlik örnekleri bulunduğu gibi kötü önderlik örnekleri de bulunmaktadır.
Siyasetname kavramı, Arapça “siyaset” kelimesi ile Farsça mektup anlamına gelen “name” kelimelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış bir terkiptir. Dilde gerçekleşen bu terkip, siyasetnamelerin tarihsel ve kültürel kaynaklarına da açıkça işaret etmektedir: İslam kültüründe yazılmış olan siyasetnamelerin en önemli kaynaklarından biri Fars kültür havzasıdır. “Siyaset-name”, kavram olarak siyasetle ve devlet yönetimiyle ilgili eser demektir. Ayrıca siyasetnameler, esas konu olarak devlet yönetimini ele aldığına ve özellikle İlk ve Orta Çağlarda iktidar ve siyasal otoriteyi elinde bulunduranlar hükümdarlar olduğuna göre, daha ziyade hükümdarlar için kaleme alınmış eserlerdir. Hemen her siyasetnamede hükümdarlarda bulunması gereken nitelik ve özellikler; devlet yönetmenin ve saltanatın şartları ve esasları birbiri ardınca sıralanır ve tartışılır. Devrin zihniyet, anlayış ve inancına göre en ideal ya da en uygun ahlaki, sosyal ve siyasal organizasyonun nasıl olması gerektiği, bu amaçlara hangi yollardan ulaşılabileceği gösterilmeye çalışır. Halkın, toplumun ve devletin durumu tasvir edilerek hükümdarlara nasıl bir tavır takınmak, hangi tedbirleri almak ve ne türlü bir ıslahata gitmek gerektiği konusunda öğütler verilir. Bu arada kötü yönetimin, adaletsizliğin ve zulmün zararlı sonuçları ortaya konulur.3
Dört Temel Erdem: Bilgelik, Yiğitlik, Ölçülülük ve Doğruluk
Değerler, kültürün “ruh”unu; kurallar da “beden”ini oluştururlar. Ruhla beden arasındaki ilişki nasılsa, değerler ile kurallar arasındaki ilişki de öyledir. Bir insanın ruhunu kaybetmesi bedeninin cansız kalması ve ölmesi neyse, bir toplumdaki kuralların da varlık gerekçesi olan değerlerle ilişkisini koparması öyledir.
Sosyoloji literatüründe değerler, “iyi” ve “kötü” hakkında bize fikir veren soyut düşünceler olarak tanımlanır. Biz bu düşünceleri, sosyalleşme süreçleri boyunca toplumdan alırız. Toplumsallaşmadan önce neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda herhangi bir fikrimiz yoktur. Felsefede John Locke’un ifade ettiği üzere zihnimiz doğuştan “boş bir levha” (tabularasa)dır. İslam kültüründe insanın ilk yaratılış hali “fıtrat” olarak deyimlenmiştir. Her insan ya da çocuk, fıtrat üzere doğar, sonra anne ve babası onun nasıl bir kimlik edineceğine karar verir.
Eski Yunan filozofları, sözgelimi Platon temel değerleri bilgelik, yiğitlik, ölçülülük ve doğruluk olarak saptamıştır. Bu dört değer, aslında devlette bulunması gereken özelliklerdir.4 Bu anlamda siyasal değerlerdir. İyi devlet, vatandaş için de iyi bir rol modeldir. İlk değer “bilgelik”tir, çünkü devlet kararlarını bilgece vermek zorundadır. Bilgece karar vermek ise bilgi ve kavrama meselesidir.
İkinci değer “yiğitlik”, bir çeşit koruma ve savunma işlemidir. Kanun koyucu, eğitim yoluyla neden korkulup, neden korkulmayacağını insanlara aşılamıştır. Devleti koruma işini üstlenen azınlığın işi, aşılanan bu değerleri her yerde, her zaman korumaktır. Bugünkü terimlerle yiğitlik, hukuk devletini içselleştirmiş kolluk kuvvetlerinin yasaları koruma ve kollama işlemidir. Üçüncü değer olan “ölçü(lülük)”, öteki değerlerden daha çok bir düzen ve ahenge benzer. Ölçü, insanların istek ve tutkularına vurduğu bir çeşit dizgindir. Ölçülü devlet, kendine hâkim devlettir. Çünkü onda iyi yan, kötü yanı buyruğu altına almıştır. İnsan da böyledir, kendinde bulunan kötü eğilimleri iyi yanıyla kontrol altına almışsa, kendine hâkim ve ölçülü biri olur. Kendine hâkim kişi, hem köle hem de efendidir.
‘‘Tutkularına hâkim olan yönetici azınlık, çoğunluğun kötü tutkularını kontrol etmekle kalmamalı, ölçüyü tüm topluma eğitim ve örneklik yoluyla hâkim kılmalıdır. Açıktır ki, Platon’un devleti ilk iki noktada seçkinci bir tutuma sahipken, ölçülülük konusunda toplumcu bir anlayışa yönelmiştir.’’
Ölçü, önceki değerlerden farklı bir değerdir. Yiğitlik ve bilgelik toplumun sadece bir kesiminde bulunur ve onlar sayesinde toplum yiğit ve bilge kılınır. Oysa ölçü, bütün topluma yayılır. Hem bireysel hem de toplumsal olarak neyin önde tutulacağı bilinir ve toplumda bir ahenk ve uyuşum ortaya çıkar. Bunun siyasal anlamı şudur: Tutkularına hâkim olan yönetici azınlık, çoğunluğun kötü tutkularını kontrol etmekle kalmamalı, ölçüyü tüm topluma eğitim ve örneklik yoluyla hâkim kılmalıdır. Açıktır ki, Platon’un devleti ilk iki noktada seçkinci bir tutuma sahipken, ölçülülük konusunda toplumcu bir anlayışa yönelmiştir.
“Doğruluk” ya da “adalet”, geriye kalan ve hepsini tamamlayan bir değerdir. Pekiyi doğruluk nedir? Devlet ve toplumda doğruluk, herkesin kendi işini yapması ve birinin diğerinin işine karışmamasıdır. Adalet, diğer değerleri de doğuran ve yaşatan temel değerdir.
Platon, devlet için öngördüğü bu değerleri bireyler için de öngörür. Devleti akıllı yapan neyse (bilgi), insanı da akıllı yapan odur. Bir devlet, neden yiğitse (kurallara uyma ve koruyuculuk) insan da aynı şeyden dolayı yiğittir. Bir devleti ölçülü kılan şey neyse (kendine hâkimiyet), insanı da ölçülü kılan odur. Bir devlette doğrunun kuralı neyse (her sınıfının kendi işini yapması) insanda da bu kural işlemelidir. Yani insanın içindeki her organ kendi işlevini yerine getirdiğinde doğruluk sağlanmış olur.
Kadim filozoflar dört erdemi,“temel” erdemler olarak görürler ve diğer erdemleri de bunların bir parçası ya da türevi olarak telakki ederler. Sözgelimi hikmetin zekâ, çabuk anlama, zihin duruluğu, kolay öğrenme, doğru düşünme, belleme ve düşünme gibi alt şubeleri bulunmaktadır. Bilgece karar vermek, tüm bu düzeylerde olgunluğa ulaşmakla mümkündür.
Kutadgu Bilig: Hükümdarlığın Simgesi Olarak Adalet
Türk edebiyatında ilk siyasetnameyi yazmak, 11. yüzyılda yaşamış olan Yusuf Has Hacib’e nasip olmuştur. Onun elinden çıkan “Kutadgu Bilig” (Mutluluk Bilgisi) adlı eser, hem sistematik hem de diyaloglardan oluşan özgün bir metindir. Eserin kurgusal ve temsili yönü, anılmaya değer başka bir özelliktir. Hakkında fazla bir şey bilinmeyen Yusuf Has Hacip Karahanlı Devleti zamanında yaşamıştır. Sarayda baş teşrifatçı olarak görev yapmıştır. İyi bir eğitim gördüğü, Arapça ve Farsça öğrendiği bilinmektedir. Kaşgar’da vefat etmiştir. Türbesi de bu kenttedir.
Kutadgu Bilig, 6645 beyitlik bir eserdir. Yazar eserin adı, içeriği ve amacı konusunda şu sözleri sarfetmektedir: “Çinliler ona Edebü’l-müluk derler, maçinliler onu Enisü’l-memalik diye adlandırırlar. Bu maşrik ilinin büyükleri buna doğruca Zinetü’l-ümera derler. İranlılar buna şahname derler, Turanlılar Kutadgu Bilig diye anarlar… Bil ki, bu kitap herkese yarar, fakat memleket ve şehirleri idare için, hükümdarlara daha çok faydalı olur.”5
Eser, Allah’a hamd, Peygamber ve Dört halifeye şükranla başlar. Devlet ve siyaset meselelerini, bazı kavramlar ve kurgusal kişiler üzerinden ve onların karşılıklı diyaloglarıyla anlatır. Bu özellikleriyle, kesinlikle diğer siyasetname kitaplarından farklıdır. Sanki bir piyes tarzında oynanması için oluşturulmuş bir metin şeklindedir. Eserde 4 temel karakter vardır: Gündoğdu, “Hükümdar”ı; Öğdülmüş, “Vezir”i; Aydoldu, “Bilge” bir kişiyi; Odgurmuş ise “Zahit” bir kişiyi temsil eder. Eserde her bir makam ve kişi belirli bir değeri temsil eder. Sırasıyla hükümdar, “Adalet”i; vezir, “Aklı”; bilge, “Saadet”i; zahit ise “Akıbet”i simgelemektedir.
Adalet, hem hükümdarın hem de devletin bir özelliğidir. Hükümdar Gündoğdu, halvette olduğu bir gün sadece bilge Aydoğdu’yu kabul eder ve onun kendisini anlatmasını ister. O bir top üzerine oturup sağa sola yuvarlandıktan sonra kendi tabiatını anlatır. “Benim tabiatım top gibidir. Belirli bir mekânda durmam. Sürekli yer değiştiririm. Tabiatımda kararsızlık vardır. Saadet (mutluluk) denilen şey, bugün vardır, yarın yoktur. Saadete güvenilmez. Benim adım bundan dolayı “dönek”tir. Ama sürekli yenilenmek güzel bir şeydir. Sürekli yeni şeyler peşinde koşarım.” Bunun üzerine hükümdar “Pekiyi seni nasıl tutarız?”, “Seni bulduğumuz zaman nasıl elimizde kalmanı sağlayabiliriz?”diye sorunca bunun üzerine bilge Aydoğdu kendisini muhafaza etmenin şifrelerini de anlatır.
“Mutluluğu bulan kişi, başkalarına karşı mütevazı, tatlı dilli olmalı; ifrat ve tefritten sakınmalı, para ve malı sarf edilmesi gereken yere sarf etmeli; büyüğe saygı, küçüğe sevgiyle muamele etmeli; kibir ve gururdan uzak durmalı; tavır ve hareketlerinde dürüst olmalıdır. İşte, bunlar saadetin bağlarıdır!”
Hükümdar Aydoğdu, bilgeyi dinledikten sonra sözü alır ve bu kez o kendi tabiatını anlatmaya başlar. İlk önce oturduğu tahta dikkat çeker: “Bak, bu üzerinde oturduğum tahtın üçayağı vardır. Üçayak üzerinde olan hiçbir şey bir tarafa meyletmez; her üçü düz durdukça, taht sallanmaz. Eğer üçayaktan biri yana yatarsa, diğer ikisi de kayar ve üzerinde oturan yuvarlanır. Üçayaklı olan her şey doğru ve düz durur; eğer dört ayaklı olursa, biri eğri olabilir. Düz olan bir şeyin her tarafı iyidir; her iyinin, dikkat edersen, tavır ve hareketi düzgündür.” Taht, sağa sola yatmayan ve işleri doğrulukla, adaletle halleden hükümdarın tutumuna işaret eder: “Ben işleri doğruluk ile hallederim; insanları, bey veya kul olarak, ayırmam.”6
Ardından elindeki simgeleri tek tek anlatır. “Ey becerikli insan, elimdeki bu bıçak biçen ve kesen bir alettir. Ben işleri bıçak gibi keser, atarım; hak arayan kimsenin işini uzatmam. Şekere gelince, o zulme uğrayarak, benim kapıma gelen ve adaleti bende bulan insan içindir. O insan benden şeker gibi tatlı-tatlı ayrılır; sevinir ve yüzü güler. Zehir gibi acı olan bu Hint otunu ise, zorbalar ve doğruluktan kaçan kimseler içer. Bunlar kavga edip, bana gelirler ve ben hüküm verince, bakarsın, acı Hint ilacı içmiş gibi, yüzlerini ekşitirler. Benim bu sertliğim, kaşlarımın bu çatıklığı ve bu asık suratım bana gelen zalimler içindir. İster oğlum, ister yakınım veya hısımım olsun; ister yolcu, geçici, ister misafir olsun; Kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir; hüküm verirken, hiç biri beni farklı bulmaz. Bu beyliğin temeli doğruluktur; beyler doğru olursa, dünya huzura kavuşur. Akıllı insan buna benzer bir söz söylemiştir; kim akıllı insanın sözünü tutarsa, iş yoluna girer. Beyliğin temeli doğruluk üzerine kurulmuştur; doğruluk yolu beyliğin esasıdır. Bey doğru olur ve ülkeye böyle hüküm ederse, bütün dileklerine kavuşur.”7
Son olarak hükümdar, adının nereden geldiğine ve bunun neyin simgesi olduğunu açıklar: “Âlim benim tabiatımı güneşe benzeterek, bu adı verdi. Güneşe bak, küçülmez, bütünlüğünü daima muhafaza eder; parlaklığı hep aynı şekilde kuvvetlidir. Benim tabiatım da ona benzer, doğruluk ile doludur ve hiçbir vakit eksilmez. İkincisi güneş, doğar ve bu dünya aydınlanır; aydınlığını bütün halkla eriştirir, kendinden bir şey eksilmez. Benim de hükmüm böyledir, ben ortadan kaybolmam; hareketim ve sözüm bütün halk için aynıdır. Üçüncüsü bu güneş doğunca, yere sıcaklık gelir; o zaman binlerce renkli çiçekler açılır. Benim bu kanunum hangi memlekete erişirse, o memleket baştanbaşa taşlık ve kayalık dahi olsa, hep düzene girer. Güneş doğar, temiz veya kirli demeden, her, şeye aydınlık verir; kendisinden bir şey eksilmez. Benim de hareketim tıpkı böyledir; her kes benden nasibini alır. Bir de güneşin burcu sabittir; bu sabit dediğim, temeli sağlam olduğu içindir. Güneşin burcu Aslan’dır ve bu burç yerinden kımıldamaz; yerinden kımıldamadığı için de evi bozulmaz. Benim tavır ve hareketime bir bak, benim de parlaklığım katiyen değişmez.”8
Özetlersek, ilk Türk siyasetnamesinde adalet, devletin temel niteliği olarak değerlendirilir. Yapısı gereği adalet şaşmaz ve taraf tutmaz. Tatlı ve sert bir tabiata sahiptir. Zalimlere karşı sert, mazlumlara karşı yumuşaktır. Güneş gibi her yeri aydınlatır, ışığı bitmez ve onun etkisiyle yeryüzünde binlerce çiçek açar. Kendisinden hiçbir şey eksilmez, o neye dokunursa onu çoğaltır.
Ahlak-ı Alai: Erdemlerin Erdemi Olarak Adalet
Ünlü Türk-Osmanlı ahlakçısı Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai adlı eseriyle tanınmıştır. Bu kitap Türkçe yazılmış ilk ahlak eseridir. Ahlâk-ı Alâî’nın muhtevası, ondan önce bu çizgide yazılan ahlak kitapları olan Ahlâk-ı Nâsırî ve Ahlâk-ı Celâli’nin muhtevasıyla karşılaştırıldığında büyük bir benzerlik görülmektedir. Fakat o, diğer eserlerde karşılaşmadığımız kadar çok sayıda kaynağa müracaat ederek muhtevayı zenginleştirmiş, bu amaçla bol bol örnekleme yoluna gitmiş ve birçok hikâyeler anlatmıştır.
Ahlak-ı Alai’nin girişinde ilimler tasnif edilir ve ahlak ‘hulk ilmi’ diye tanımlanır. Aristo’dan etkilenmiştir. Mizaç ve huy kavramlarının tahlilini yapar. Kitap üç kısımdır: Ferdi ahlak, Aile ahlakı ve Devlet ahlakı. Ali Efendi’ye göre siyaset (idare) iki kısımdır ve her kısmın bir lazımı (gerekli kıldığı bir yönü) vardır: 1) Fazilete dayalı siyasettir. Buna Siyaset-i Fammede derler, Tam ve olgun idare demektir. 2) Fazilete dayalı olmayan siyaset. Buna da Eksik siyaset veya Tagallübe (üstünlük zihniyetine) dayalı idare denilir.
Birinci idarede, idarecinin gayesi Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak (ilahi meziyetlerle bezenmek) ve gerekli saadeti elde etmektir. İkinci idarede, idarecinin gayesi üstünlükle ve tasallutla nefsinin hevasına uymak (eğlenceye ve işrete düşkün olmak)tır. Bunun gereği de şekavet (kötülüktür)tir. Birinci idareci adalete yapışıp, halkını ve tebaasını dost ve ahbapları sayar. İkinci idareci ise, zulme sarılıp, halkını kul ve köle kabul eder. Bu durumda her şey hükümdar içindir.
Plato’nun sözünü ettiği kadim değerler Müslüman dünyaya çeviri faaliyetleriyle birlikte geçmiş ve ahlak kitaplarında yerini almıştır. Kınalızade Ali Efendi, Nasreddin Tusi’ye dayanarak kitabında söz konusu değerleri hikmet, adalet, iffet ve şecaat olarak bildirmektedir.9 Dikkat edilirse Kınalızade sadece Platon’un ölçü(lülük) olarak adlandırdığı değeri “iffet” olarak nakletmiştir. Osmanlı ahlakçısına göre iffet, şehvet ve haz gibi özbenliksel arzuların itidale kavuşmuş biçimidir. Bunun ifratı “fucûr” (azmak, yoldan çıkmak), tefriti ise “humûd” (meşru zevk ve hazdan geri durmak)tur. Her ikisi de erdemsizliktir.
Kınalızade, adaleti; ilk üç erdemin sonucu olarak ortaya çıkan bir erdem olarak görmüş ve erdemleri temelde üç olarak belirlemiştir. Bu erdemler insanda bulunan üç kuvvetle ilişkilidir: Temyiz ve idrak kuvvetinin kaynağı düşünsel özbenlik (nefsi meleki) olup onun itidal haline kavuşmasıyla “Hikmet” ortaya çıkar. Hikmet’in karşıtı cehalet ve ahmaklıktır. Makam, üstünlük, tasallut, intikam ve saldırganlık kuvvetlerinin kaynağı gazap yetisi (nefsi seb’i)dir. Bunun itidalde olmasıyla “Şecaat” ortaya çıkar. Şecaatin ifratı atılganlık, tefriti ise korkaklıktır. İştiha veren arzuların kaynağı ise hayvansal özbenlik (nefsi behimi)tir. Bu nefsin itidali “İffet” demektir.
Adalet, alt erdemleriyle birlikte 12 başlıkta değerlendirilir. Bunlar sırasıyla 1) Dostluk; 2) Birlik; 3) Vefa; 4) Şefkat; 5) Sılayırahim; 6) Mükâfat; 7) İyi ilişki; 8) Güzel yargı; 9) Sevimlilik; 10) Teslimiyet; 11) Tevekkül ve 12) İbadet’tir.10 Bu boyutlarıyla birlikte düşünüldüğünde adalet, sadece güzel yargı ve hukuka teslimiyetten ibaret değildir. Adalet sosyal boyutları daha baskın olan bir meziyettir.
Adaletin Alanları ve Şartları
Adalet nedir ve nasıl gerçekleştirilmelidir? Adalet, “Ahlaki Alai”de eşitlik olarak tanımlanır ve üç ilkede özetlenir:11
Herkese eşit muamele;
Herkese liyakat ve yeteneklerine göre davranmak;
Herkesi çalışma düzeyi ve yeteneklerine göre ödüllendirmek.
Adaletin gerçekleşmesi gereken, üç alan bulunmaktadır. Bu alanların başında mal ve şereflerin dağıtılması gelir. Başka bir deyişle adalet ilk önce sosyal ve ekonomik alanda gerçekleştirilmesi gereken bir paylaşımı ifade eder. Toplumda mal ve payeler farklı kesimlere eşit ve adil bir biçimde bölüştürülmelidir.
İkinci olarak alışveriş, kira ve rehin gibi ticari işlem ve uygulamalarda adalet gerçekleştirilmelidir. Bu anlamda adalet, daha özelde pazarın adaletidir. Ticari tüm işlemlerde “mizan” (terazi) önemlidir ve mizandan sapılmamalıdır.
Üçüncü olarak adalet siyasi edebin konusudur. Had, siyaset, kısas ve tazir gibi cezalarda siyaset adaleti gözetmeli ve sert yüzünü ifade ederken, asla adaletten sapmamalıdır. Cezalandırılması gerekeni, cezalandırılması gerektiği kadarıyla cezalandırmalıdır. Osmanlı literatüründe siyaset, daha çok bu anlamlarda kullanılan bir sözcüktür.
Pekiyi adaleti kim neyle sağlayacaktır?
Adalet, öznel bir olgu değildir. Adaleti sağlamak otoritenin görevidir. Otorite denildiği zaman da üç şey akla gelmelidir. İlk olarak adaletin temel kriteri, “ilahi kanun”dur. İlahi kanun her şeyin kendisine göre değerlendirildiği bir ölçüttür. En objektif ve en yetkin adalet, hukuksal adalettir. Hukuksal adaleti uygulayacak ikinci otorite, sözüne güvenilir ve açık sözlü olan hâkimdir. Hâkim hem hukuksal adaleti temsil eder, hem de uygular. Bu anlamda hâkim, adaletin merkezinde olan kişidir.
Üçüncü adalet kriteri ise paradır. Para, piyasada alışverişi mümkün kılan ve adaleti gerçekleştirmeye yarayan bir araçtır. Takas ekonomilerinde değişim kabaca gerçekleşir ve adaleti sağlamak tam olarak mümkün değildir. Para ise en küçük birime kadar hesabın yapılabildiği ve dolayısıyla da adaletin gerçekleştirildiği bir kriterdir.
Hiyerarşik olarak bakıldığında en üst adalet kriteri, ilahi kanundur. Yönetici ve hâkim ilahi kanuna tabidir. Para ise yönetici ve hâkime tabidir. Birinci kanuna itaat etmeyen kâfir ve münafıktır. İkinci otoriteye itaat etmeyen ise zorba ve sapıktır. Üçüncü otorite olan paranın kurallarına itaat etmeyen kişiyse hain ve hırsızdır.
Sonuçlar
Şüphesiz ki adalet kavramı, siyasetnamelerde sıkça geçen kavramlardan bir tanesidir. Bazen “üç ayaklı bir taht” olarak simgeleştirilmiş, bazen de “mizan” (terazi) ile ifade edilmiştir. Adalet, hem padişahın hem de devletin bir özelliği olarak anılır. Şu da bir gerçek ki geleneksel dönemde devlet ve padişah birbiriyle özdeşleştirildiği için adalet daha çok padişahın özellikleri arasında sayılan bir ilke olarak yerini alır. İkinci olarak adalet farklı yüzleri ve boyutlarıyla ifade edilir. Adalet, soyut bir değer değildir. Siyaset, ekonomi ve sosyal hayatta karşılığı olan ve toplum tarafından talep edilen bir şeydir.
‘‘Geleneksel dönemde devlet ve padişah birbiriyle özdeşleştirildiği için adalet daha çok padişahın özellikleri arasında sayılan bir ilke olarak yerini alır. İkinci olarak adalet farklı yüzleri ve boyutlarıyla ifade edilir.’’
Son olarak adalet toplumda denge ve istikrarın sağlanması şeklinde algılanmıştır. Eğer devlet ve toplumda işler yolunda gidiyorsa, bu adaletin göreceli olarak sağlandığının bir göstergesi olarak alınmıştır. İstikrar mı adalet mi sorusu, daha çok istikrar varsa adalet de vardır şeklinde cevaplandırılmıştır. Başka bir deyişle istikrar hep ön planda görülmüş ve adalet ikinci plana atılmıştır. Bu günümüzde önemli oranda tersine çevrilmiştir. Adalet yoksa istikrar da yoktur!