İstanbul`da Bir Kitap Kültür Merkezi: eş-Şebeketü`l Arabiyye
Sayı:2 / Adalet ve İstikrar - Kültür Sanat
Muhammed Ekrem Çavuş
Arapça kitaplara olan yılların özlemidir belki de beni yollara düşüren, Arapça yayın bulunduran kitapçı ve yayınevlerinin bulunduğu İstanbul’a götüren yollar. Sosyal medya mecraları aracılığıyla tanımıştım onları, bu da bu mecraların onca olumsuzlukları arasında, hanelerine yazılacak bir artıdır aslında, ama yine de onları yerinde görmek lazım dedim ve düştüm yollara.
Yayınevinin yolu bir giriş mesabesindeydi Arapça harf ve kelimelere; Fatih’in meşhur Akşemsettin Caddesinin iki yanında da onlarcası vardı bunlardan, dükkânların tabelalarını süsleyen. Önceden de böyle miydi, yoksa son yıllarda Arap ülkelerinden gelen muhacir sayısının artışı dolayısıyla mı oldu bunlar bilmiyordum. Ama bir nebze de olsa bu özlemin vermiş olduğu heyecanı azaltacaktı şüphesiz; kitapçı dükkânında onca Arapça harf ve kelimeler gören gözlerimden gelen sinyallere karşı kalbim dayanabilir miydi yoksa!
İki katlı, şık döşeli ve biraz da modern denecek tarzda düzenlenmiş kitaplık ve küçük masaları olan, rafların üst tarafları, bazı köşeler ve kitaplardan arta kalan duvarları usta hattatlar tarafından yazılmış şiir, özlü söz ve mesellerle süslenmiş bir kitapçı dükkânı burası.
Kur’an-ı Kerim Bulundurmayan Arapça Kitapçı
Her yönüyle gözüme ve gönlüme hitap eden bu görsel şölene bir son verip görevli kişinin yanına geldim tanışıp sohbet etmek için. O esnada içeri iki kadın girdi ve görevliye Kur’an-ı Kerim almak istediklerini söyledi. Görevli yabancı bir aksanla ellerinde olmadığını söyledi! Kadınlar şaşkın bir şekilde çıkarlarken, ben konuşacağım onca konu arasında oldukça ilginç bulduğum bu konuya taktım kafayı. Nasıl takmayayım ki! Arapça her sözü Kur’an veya dua, Arapça her yazıyı ayet veya kutsal bir metin addeden bir toplumdu burası, nasıl olur da bunca Arapça kitap satan bir kitapçı ve yayınevi Kur’an-ı Kerim bulundurmazdı!
Türkiye’de olmanıza rağmen neden Araplara bile zor gelebilecek bu kitapları seçtiniz, diye sordum.
“Kur’an-ı Kerim ve dini kitaplara gelince, birinci olarak gördük ki daha önce bu tarz yayın satan birkaç kitapçı vardı İstanbul’da, bazıları da yıllardır Türkler tarafından işletiliyordu, orada klasik olsun çağdaş olsun birçok dini eser ve her boydan Kur’an-ı Kerim bulabilirsiniz. Bizler farklı bir alan olsun istedik. Sonuçta bu bir endüstri ve bir ihtisas meselesidir. Bizler mesela hadis kitaplarını bulundurmuyoruz. Karadavî, Butî ve meşhur birkaç isim dışında ‘dini’ kitap başlığı altında sayılabilecek kitaplar satmıyoruz. İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye’si yok mesela. Çünkü biz öncelikle kendi bastığımız kitapları (eş-Şebeke’nin kitaplarını) ve tek yetkili dağıtıcısı olduğumuz yayınevlerinin kitaplarını pazarlamak istiyoruz.”
Raflarda ve ortada bulunan farklı boy ve yüksekliklerdeki masalarda bulunan kitaplara göz attığımda, gerçekten de farklı ve biraz zor başlıklar görüyordum; genelde imam hatip ve ilahiyat öğrencilerine hitap eden, çoğunlukla dil eğitimi ve klasik eserlerden oluşan kitap isimlerine alışmıştım oysa!
Nedir peki ağırlık verdiğiniz konular?
“Genelde tarihi, siyasi ve fikri kitaplar ki bunlar bizim ve dağıtımını yaptığımız el-Merkez el-Arabî, Münteda el-Alakat, Nuhud, Cüsur ve el-Maşrik gibi araştırma merkezi ve yayınevlerinin ağırlık verdiği alanlardır.”
Evet, gerçekten de ihtiyaç duyduğumuz şeydi bu. Daha önce müdavimi olduğumuz yayınevlerinde bu tarz kitaplar yok denecek kadar azdı. Bu ihtiyacı biz hissediyorduk, fakat bizlerin bu ihtiyacını karşılayacak bir kitapçının ayakta kalıp sürekli bu tarz yayın bulundurması için, bir işletme ve ticarethane olarak bizler onun ihtiyacını karşılayabilecek miyiz?
“İstanbul’da eskiden beri Araplar var, üniversitelerde okuyan çok sayıda Arap öğrenci var. Araplara yönelik Türkiye’den yayın yapan onlarca televizyon kanalı oldu. Yine son zamanlarda gerek ülkelerindeki savaş ve siyasi kargaşa dolayısıyla olsun, gerekse ekonomik şartlar ve çalışma koşulları dolayısıyla olsun, başta Suriye olmak üzere birçok Arap ülkesinden Türkiye’ye çok sayıda insan geldi ve önemli bir Arap topluluğu oluştu. Takdir edersin ki bunların arasında yüksek tahsilli, kitap okuma alışkanlığı olan, bölgenin ve dünyanın nabzını tutan Arap yazar ve çevirmenleri okuyan ve siyasi, fikri ve kültürel açlıklarını Arapça yayınları takip ederek gideren insanlar var, sayıları hiç de küçümsenecek bir sayı değil. Ayrıca Türkiye’den Arap dünyasına Arapça ve dini eğitim görmek için giden ve önemli bir birikimle dönen Türk vatandaşları var, onlar da yayınlarımızı takip ediyorlar.”
Katar’dan İstanbul’a Uzanan Yolculuk
Görüştüğüm kişi Muhammed Abdülaziz Mısırlı olup, Doha’da bulunan Hamed Bin Halife Üniversitesinde Karşılaştırmalı Dinler Tarihinde mastır yapmış. Doha’da 2011 yılında bir araştırma merkezi olarak kurulan ve birçok konuda konferans düzenleyip dergi ve kitap yayımlayan Arap ve Uluslararası İlişkiler Forumu’nda çalışmış, kültürel faaliyetlerden sorumlu olarak. Daha sonra Eş-Şebeke’nin İstanbul şubesinin açılışı için öncülük yapmış. Ve tabi olarak Doha’daki işinden ayrılıp burada çalışmak üzere ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşmiş. Eş-Şebeke’nin ana merkezi Beyrut’ta olup yine Beyrut, Fas, Kahire, İskenderiye ve İstanbul’da şubeleri var. Tunus’ta açılacak şubesi için hazırlıklar bitmiş ve çok kısa sürede açılacakmış. İstanbul’daki şubesi, diğer şubelerinde de olduğu gibi bir yayınevi ve kitapçı olmaktan öte bir kültür ve fikir arenası olmuş adeta. Zira burada her cumartesi akşamı bir konferans ya da yazar buluşması düzenlenmektedir. Yayınevinin ikinci katında bu iş için bir yer ayrılmış. Ben de ziyaretimi bu etkinliklerden birisine denk getirdim zaten bilinçli olarak. İleri seviyede Arapça bilgisi gerektiren ve Arap dünyasının yakından tanıdığı yazar ve fikir adamlarının misafir olarak davet edildiği bu etkinliklerin İstanbul’da düzenleniyor olması, şüphesiz ki çok sevindiriciydi. Bu etkinliklere katılmak sıradan bir konferansa katılmak veya seminer dinlemek gibi değildi, aksine farklı şive ve kısmi olarak farklı kültürlere mensup muhtelif Arap ülkelerinden gelen konuşmacı ve dinleyicilerin arasında bulunmak, onların ilgi alanlarını, dert ve sorularını öğrenmek paha biçilemez bir zenginlik ve ufuk açıcı bir eylemdi.
Eş-Şebeke’nin genel politikasına baktığımda -ki bunu anlamak için raflara göz atmam yeterli oldu- Muhammed Abdülaziz beyin söylediği gibi, yerel veya ulusal konulardan ziyade farklı siyasi düşünce ve yenilikçi din teorileri işleyen, felsefi ve sosyolojik konulara ağırlık veren Arap ve yabancı düşünürlerin eserlerine öncelik verildiğini görüyordum. Bu konuda en az özgün Arapça kitaplar kadar yabancı dillerden Arapçaya çevrilmiş kitaplara da rastlıyordum. Hatta bir önceki hafta Suudi Arabistan’daki çağdaş İslami hareketleri konu alan “Zemenü’s Sahva / Uyanış Zamanı” adlı eserin sahibi Fransız yazar Stephane Lacroix’i ağırlamış Eş-Şebeke’nin İstanbul şubesi konuşmacı olarak. Bu konuların dışında kalan konulara gelince, kendileri son elli yılda edebiyat denince hemen akla gelen ve edebi yazın türleri arasında zirvede yerini alan roman dâhil farklı edebi türde kitaplar basmamışlar, ayrıca başka yayınevlerinin bastığı edebi kitaplardan da çok az sayıda bulunduruyorlar.
İstanbul’da Bir İlk: Arapça Kitap Fuarı
Sahibinin Suudi Arabistanlı olmasına rağmen bu ülkede Eş-Şebeke’nin şubesi kapatılmış ve yaklaşık üç sene önce bu ülkedeki kitap fuarlarına katılmalarına son verilmiş. Nedenine gelince kısaca “siyasi nedenler” diyor ev sahibi Muhammed Abdülaziz. Suudi Arabistan dışında birçok ülkede düzenlenen kitap fuarlarına katılan Eş-Şebeke, İstanbul’da ilk Arapça kitap fuarını düzenleyen yayınevidir aynı zamanda. Soruya buradan devam etmek istedim, neden İstanbul?
“Aslında biz buranın nabzını ölçmek için önce bir fuar düzenledik. Daha sonra Arapça kitaplara ilginin ve fuara katılım oranının beklentilerimizin bile üstünde olduğunu görünce, fuar gibi geçici bir süre yerine kalıcı bir mekân oluşturmanın isabetli olacağına karar verdik. Diğer taraftan Arapların düzenleyip katılacakları kültürel faaliyetler, yazar buluşmaları ve kitap imza günleri için bir yer yoktu İstanbul’da, aslında biz bunu da amaçlıyorduk.”
Okuyucuların Memnuniyet Durumu Nedir?
“Okuyucularımız en çok Suriyelidir, ikinci sırada Irak, Yemen ve Mısırlı okuyucular gelir. Tabi kendi ülkelerineyken okudukları Mustafa Sadık er-Rafii, Cübran, Abbas Mahmud Akkad, Taha Abdurrahman, Abid el-Cabiri ve Ali el-Vardi gibi yazarların kitaplarını İstanbul’un göbeğinde gördüklerinde çok seviniyorlar.
Müşterilerimizi iki gruba ayırabiliriz; çok satan roman ve kişisel gelişim kitaplarını okuyan müşteriler, bunlar normal okuyucular. Bir de seçkin okuyucular var; bunlar sürekli olarak fikir ve düşünce alanlarında, Mısır, Körfez ülkeleri ve diğer Arap ülkelerinde çıkan son kitapları takip etmek isteyen Arap ülkelerinden gelen araştırmacı yazar, düşünür, sosyolog, şair, sanatçı ve edebiyatçılardır.
Eş-Şebeke’nin kitap temini hususunda iki özelliği var: Birincisi; kısa sürede kitabı temin edebiliyoruz. Bizim ana matbaa Beyrut’ta bulunuyor, Beyrut’ta kitap çıktıktan sonra bir ay içinde İstanbul’da olabiliyor. Yani sadece kargonun normal durumlarda aldığı zaman kadar bir sürede buraya ulaşıyor. Bu konuda okuyucularımızdan kitap siparişi alıp temin ettiğimiz oluyor. İkincisi: Kitabın çıktığı Lübnan’daki fiyatları veya dağıtımını yaptığımız diğer yayınevlerinden çıkan kitapların Arap ülkelerindeki fiyatlarını burada uyguluyoruz. Ayrıca bir ücret eklemiyoruz yani. Fakat kitaplar yurt dışından geldiği için dolar olarak hesaplanıyor ve her şeye rağmen müşteriler tarafından pahalı bulunduğu da oluyor.”
Arapların Gözüyle Türk Yazarlar
Bir yazarın popülaritesi ülkeden ülkeye değişiyor. Normal gibi karşılanacak olan bu durum ilginç örnekler taşımaktadır. Konuştuğum kişi de bu görüşe katıldı ve şu örneği verdi: “Mesela ben, Türklerin Orhan Pamuk’u Araplar kadar okuduklarını düşünmüyorum. Araplar Orhan Pamuk’un Türklerle veya hükümetle arasındaki sorunları bilmezler, bilseler dahi çok ilgilenmezler. Hakeza Aziz Nesin; Araplar Aziz Nesin’in Türkiye’deki İslamcılarla arasının kötü olduğunu bilmezler. Kitapları çevrilirken Araplar için hassas olan bazı konular atlanıyor ve kimliğini oluşturan esas öğeler eksik kalıyor. Ve sanki farklı bir kişi oluşturuluyor.”
Konunun gereği, ister istemez bu iki farklı dili konuşan aynı medeniyete mensup Arap dünyası ile Türkiye arasında ilim ve kültür alışverişi konusunda atılan adımları düşünmeye başladım. Bu iki dilden karşılıklı olarak tercüme edilen eserleri düşündüm bir an. Evet, son yıllarda Arapçadan Türkçeye önemli çeviriler yapılmıştı, peki, tersi yöndeki çeviri faaliyetleri ne âlemde? Yıllar öncesinde bir Halep ziyareti esnasında çok sayıda kitapçıyı ziyaret etmiştim bu sorunun cevabını arayarak. Karşılaştığım manzara ilginç olduğu kadar üzücüydü de. Zira Türkçeden Arapçaya çevrilen kitaplar iki başlık altında toplanıyordu:
Birincisi: Ortadoğu ve genel olarak doğu ülkelerinde sosyalist akımların revaçta olduğu dönemlerde alıcısı çok olan Nazım Hikmet ve Aziz Nesin gibi yazarların eserleri ile son dönemde Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibi dünyaca ünlenmiş edebiyatçıların eserleri ki bunlar popüler kitaplardır bir anlamda.
İkincisi: Türkiye’de bazı dini cemaat liderlerinin kendi cemaatlerinin sponsorluğunda ve yayınevlerinin tercümeleriyle basılıp dağıtılan kitaplar.
Gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdu bu. Zira son dönemlerde bazı Arap ülkelerinde patlak veren Arap Baharı İntifadaları ve bunun bazı ülkelerde sonu belirsiz savaşlara dönüşmesi bu durumu yeterince açıklamıyordu. Sonuçta her iki âlemin düşünür ve kültür elçilerine çok iş düşüyordu. Arap dünyasında okunan Türk yazarlara bakıldığında, aslında bunlar batı dünyasının da tanıyıp okuduğu yazarlar olduğu görülüyor. Ve aslında Araplar Türkleri batı üzerinden tanıyıp okuyor ve çoğu eseri batı dillerindeki çevirileri üzerinden Arapçaya çeviriyorlardı. Her alanda aralarına yapay engellerin konduğu aynı havzanın bu iki dünyası, düşünce ve kültür alanlarında da ne yazık ki birbirine yabancılaştırılmıştı. Din, tarih ve coğrafyanın ortak kaderini paylaşan Araplarla Türkler ne yazık ki aralarını açan modern kültür erbabının aracılığıyla birbirini tanıyıp okuyorlar çoğu zaman. Bu yabancılaşma daha ne kadar sürecekti? Aralarına çekilen bu setlerin yapay olduğunu anlamak için daha ne kadar bekleyeceklerdi? Karamsar olmanın hiç sırası değildi, öncülüğünü eş-Şebeketü’l Arabiyye’nin yaptığı bu kültür elçiliğini tebrik etmek, teşvik etmek için her türlü adımın atılması gerekir.
Kitap ve Müziğin Sıcaklığına Sığınmak
Görüşmenin sonlarına doğru İstanbul Şubat’ının soğuk havası beni bekliyordu dışarıda, içerideyse tüm görüşme boyunca hiç susmayan ama aynı zamanda da ziyaretçileri asla rahatsız etmeyen Feyruz’un ılık sesi, Şehirlerin Çiçeği Kudüs için:
“Ey namaz şehri, senin için namaz kılıyorum…
…
…
Şehrimizin kapısı kapanmayacak, çünkü ben namaza gidiyorum
Kapıları çalacağım, kapıları açacağım
Ve kutsal suyunla yüzümü yıkayacaksın ey Ürdün nehri
Ve barbar ayak izlerinin izini sileceksin ey Ürdün nehri
Parlak öfke geliyor, korkunç atlarıyla geliyor
Ve gücün yüzünü yenecek
Ev bizimdir
Kudüs bizimdir
Ve elimizle Kudüs’ün zarafetini geri kazandıracağız
Elimizle Kudüs’e esenlik geliyor.” diyordu…