ÇİĞDEM KABADAYI İLE MİNYATÜR SANATI ÜZERİNE SÖYLEŞİ; “Minyatür Detaydır.”
Sayı:26 / Mankurtlaştırma ve Posttruth - Kültür Sanat
Çiğdem Kabadayı
ÇİĞDEM KABADAYI İLE MİNYATÜR SANATI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
“Minyatür Detaydır.”
Zuhal BAYRAM
- Minyatür nasıl bir sanattır? Onu sanat dalları içinde nasıl bir yere oturtabiliriz?
Minyatür, Latince miniare kökünden İtalyancaya miniatura, Fransızcaya miniature şeklinde geçen sözcüğün Türkçeleştirilmişidir. Kendine has özellikleri ile kitap sanatı olarak bilinen en eski resim sanatıdır. Kültürümüzde Osmanlı İmparatorluğu döneminde altın çağını yaşamıştır. Başlangıçta el yazma kitapların daha iyi anlaşılıp açıklayıcı olması için yapılmıştır. Bu sanatla uğraşanlara tasvir yaptıkları için musavvir veya nakkaş denirdi. Nakkaşlar, sarayın nakkaşhanesinde adeta kör olana kadar çalışırlardı. Bu durumdan aslında minyatürün ne derece zor bir sanat dalı olduğunu çıkarabiliriz. Saray dışında eser üretenler de vardı, biz bunlara da çarşı ressamları diyoruz. Saray nakkaşlarına oranla daha basit ve teknikten uzak çizmişlerdir fakat onların yaptıkları ile nakkaşların yaptıkları karşılaştırıldığında çizmek ve zemin boyamanın yanı sıra tekniğin neler değiştirdiğini çok net bir şekilde anlayabiliriz. “Minyatür nasıl bir sanattır?” sorusuna cevap olarak “Minyatür kendine has teknikleri olan emek ve sabır isteyen çok özel bir sanattır.” diyebilirim. Tek kelime ile anlatmak gerekirse minyatür detaydır. Onun güzelliği detaylarında gizlidir. Bir minyatür eserine normal bir mesafeden baktığınızda sadece küçük nesneler görürsünüz fakat elinize bir büyüteç alıp bakarsanız detaylarında kaybolursunuz.
ÇİĞDEM KABADAYI İLE MİNYATÜR SANATI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
“Minyatür Detaydır.”
Zuhal BAYRAM
- Minyatür nasıl bir sanattır? Onu sanat dalları içinde nasıl bir yere oturtabiliriz?
Minyatür, Latince miniare kökünden İtalyancaya miniatura, Fransızcaya miniature şeklinde geçen sözcüğün Türkçeleştirilmişidir. Kendine has özellikleri ile kitap sanatı olarak bilinen en eski resim sanatıdır. Kültürümüzde Osmanlı İmparatorluğu döneminde altın çağını yaşamıştır. Başlangıçta el yazma kitapların daha iyi anlaşılıp açıklayıcı olması için yapılmıştır. Bu sanatla uğraşanlara tasvir yaptıkları için musavvir veya nakkaş denirdi. Nakkaşlar, sarayın nakkaşhanesinde adeta kör olana kadar çalışırlardı. Bu durumdan aslında minyatürün ne derece zor bir sanat dalı olduğunu çıkarabiliriz. Saray dışında eser üretenler de vardı, biz bunlara da çarşı ressamları diyoruz. Saray nakkaşlarına oranla daha basit ve teknikten uzak çizmişlerdir fakat onların yaptıkları ile nakkaşların yaptıkları karşılaştırıldığında çizmek ve zemin boyamanın yanı sıra tekniğin neler değiştirdiğini çok net bir şekilde anlayabiliriz. “Minyatür nasıl bir sanattır?” sorusuna cevap olarak “Minyatür kendine has teknikleri olan emek ve sabır isteyen çok özel bir sanattır.” diyebilirim. Tek kelime ile anlatmak gerekirse minyatür detaydır. Onun güzelliği detaylarında gizlidir. Bir minyatür eserine normal bir mesafeden baktığınızda sadece küçük nesneler görürsünüz fakat elinize bir büyüteç alıp bakarsanız detaylarında kaybolursunuz. Bizim büyüteçle çalıştığımız esere sizin de büyüteçle bakmanız gerekir. Bir eserde ne kadar detay varsa o iş o kadar önemlidir. Bir de kardeş sanatı vardır, bu da tezhiptir. Tezhip ile minyatür birbirini çok güzel bir şekilde tamamlayan geleneksel sanat dallarıdır. “Tezhip evrende bahçeyi temsil eder, minyatür ise evrenin kendisidir.” der Arya Kamalı. Geleneksel sanatlar içerisinde en zahmetli olanı minyatürdür diyebilirim. Bir minyatür sanatçısının yetişmesi için en temelde tezhipten başlaması ve ilerleyen süreçte daha sonraki aşamalara geçmesi gerekir.
- Minyatür sanatına olan ilginiz nasıl başladı? Bize minyatür geçmişinizden bahsedebilir misiniz?
Bir minyatür sanatçısı ile tanışmıştım: Harika Yazıcı. Sohbeti, anlattığı tarihi hikayeler ve efsaneler ilgimi çekti. Biraz araştırdım, daha sonra da dört yıl kendisi ile çalıştım. Harika Yazıcı bana minyatürü sevdiren ilk hocam oldu. 1984’te Kadıköy Kız Lisesinden mezun olup aynı yıl Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim Bölümü, Tekstil Tasarım Ana Sanat Dalına girdim. 1988’de okulu bitirip Bozkurt Mensucat’ta desinatör olarak çalıştım. Her iki oğlumun da okudukları dönemde okullarında görsel sanatlar öğretmenliği yaptım. 2003’te minyatürle başlayan yolculuğum, 2007’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Süheyl Ünver Nakkaşhanesi’nde devam etti. Lale Yavuz ile tezhip çalıştım. 2008’de Üsküdar Klasik Türk Sanatları Vakfına gittim. Orada öğrenci iken T.B.M.M. Milli Saraylar Daire Başkanı bünyesindeki Yıldız Şale Türk Süsleme Sanatları Eğitim Biriminin sınavına girdim. İlk yıl misafir öğrenci olarak 3 yıl eğitim alıp mezun oldum. 2012’de Bağlarbaşı İhtisas Merkezi Taner Alakuş’un proje sınıfını bitirdim.
2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının sınavına girip ‘Kültür Bakanlığı Sanatçısı’ ünvanını aldım. Yurt içi ve yurt dışında karma sergilere katılıp üç kişisel (Stamp 1, 2, 3) sergi açtım.
Belediyeler, dernekler, bankalar ve üniversitelerle farklı tarihlerde minyatür workshopları yaptım. 2018 yılında TRT 2’de minyatür için belgeselim çekildi. Kültür Bakanlığı görevlendirmesi ile İstanbul Havalimanı’nda 15 gün workshop yaptım. Eserlerim yerli ve yabancı koleksiyonlara girdi. Halen Çiğdem Kabadayı Sanat Atölyesi’nde öğrenci yetiştiriyorum.
- Minyatürü resimden ayıran farklar nelerdir? Bu sanatın yöntem ve tekniklerinden bahsedebilir misiniz? Osmanlı döneminde minyatürün en çok kullanıldığı alanlar hangileridir?
Minyatür sanatının iki temel boyama tekniği bulunmaktadır: Tarama ve noktalama. Her şey bu iki unsur üzerine inşa edilir. Detaylar, ışık alan yerler ve boyutlar bu teknik ile gösterilir. Son aşamada ise kusursuz ve nüanslı kontür ile bitirilir. Minyatürün resimden ayrılan en büyük özelliği perspektif ve boyutun olmamasıdır. Işığın geldiği noktalar daha açık renkle, gölgede kalan kısımlar ise koyu taramalar ile gösterilir. Unsurlar istif halinde üst üste yerleştirilir ve vurgulanmak istenenler –örneğin, padişah figürü çiziliyorsa önde ve diğer figürlerden daha büyük yapılır. Minyatürde renkler daima canlı ve nettir. Geleneksel dönemde kullanılan teknikler aslında resimden ayrılan noktalar açısından önemli bir detaydır. Örneğin saray nakkaşlarının kullandığı yöntem şöyleydi: Önce aharlanmış kağıda uhra denilen desen kırmızı boya ile hafifçe çizilir ardından üstünden çini mürekkebi ile düzeltilerek geçilirdi. Toprak boyalar, susam yağı ve tutkallı macun ile karıştırılır, elde edilen kıvamlıca bu boya ile boyanırdı. Altın minyatürlerde bolca kullanılırdı. Altının bol kullanılması ile imparatorluğun zenginliği, ihtişamı ve gücü gösterilirdi. Farklı materyallere, örneğin deri ve fildişi üzerine de çalışmalar yapılmıştır. Konularına gelirsek çok çeşitli konularda minyatür çalışılmıştır. Mesela cülüs töreni, akınlar, gazavatname yani savaş sahneleri, sarayın günlük yaşamı, bayram şölenleri, saray görevlilerinin giyim kuşamı, surnameler, silsilenameler, gelecekten haber verdiği iddia edilen cifr konuları, tasavvufa dair konular, peygamberler tarihi, falnameler, kent görünümleri -ki bu alanda en iyi isimlerden biri Matrakçı Nasuh’tur- Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si gibi haritalardır. Yani günlük hayattan tutun dönemin önemli olaylarına kadar hemen hemen her alanda minyatür hayata dokunan ve her olayın tasviri için kullanılan bir sanat dalıdır.
- Minyatür sanatı süreç içerisinde nasıl bir değişim geçirmiştir? Başladığı nokta ile bugün geldiği nokta arasında nasıl bir fark bulunuyor?
Bilinen en eski minyatürler Antik Mısır’da papirüs üstüne yapılanlardır; daha sonra Yunan, Roma, Bizans ve Süryani el yazmaları da vardır. Minyatür sanatı yüzyıllar içinde önemli değişimler geçirmiştir. Başlangıçta Orta Doğu ve Orta Asya’da kitap süslemek için kullanılmıştır. Zamanla farklı kültürlerin etkisiyle evrimleşerek özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nda zirveye ulaşmıştır. Geleneksel minyatürlerin konularından bahsetmiştim. Günümüzde dijital teknolojiler, farklı malzemeler kullanarak eski motifler yeniden yorumlanmaktadır. Artık hiçbirimiz saray nakkaşları gibi kedi yavrusunun gıdı tüyünden fırça yapmak, toprak boyaları ezip bitkileri kaynatarak boya hazırlamak ya da kağıt yapmakla uğraşmıyoruz. Malzemeler hazır temin edilebildiği için çok daha çabuk eser üretiyoruz, çabuk derken onlara göre tabii, eskiyle karşılaştırma yapıldığında. Fakat yine de bugün bir minyatür işinin ortaya çıkması işin büyüklüğüne bağlı olarak uzun bir zaman alabiliyor.
- Minyatür bugüne gelinceye kadar Batılı sanat akımlarından etkilenmiş midir? Bu değişimin kırılma noktaları nelerdir?
Prof Dr. Metin And’a göre Osmanlı’da minyatüre dair ilk örnekler Sultan Orhan döneminde görülür. Günümüze ulaşan ilk minyatürlü eser ise İskendername adlı yazmadır. 1416’da yazılan bu kitapta 20 minyatürlü sayfa yer almaktadır. İstanbul’un fethiyle Avrupa ile ilişkiler gelişmiş, Fatih Sultan Mehmet resim sanatıyla ilgilenmeye başlamıştır. ‘’Baba Nakkaş’’ isimli Özbek bir nakkaşı görevlendirmiş, saraydaki nakkaşhanede pek çok eser ürettirmiştir. Hatta Sultan’ın kendi resimlerini dahi çizdirdiği bilinir. İtalya’da eğitim alan Sinan Bey, Fatih’in gül koklayan portresini yapmıştır. Yine birçok Avrupa bilim kitabı bu dönemde Türkçeye çevrilmiştir. Özellikle Viyana Bozgunu ve Karlofça Antlaşması ardından Avrupa ile kültürel iletişim hızla artmış ve yeni bir sanat ortamı doğmuştur. 17.yy. Avrupa’sında, İspanya’da nü resim yapmanın engizisyonda 500 duka ile cezalandırıldığı, aforoz edildiği ve bir yıl sürgün ile cezalandırıldığı bilinir. Oysa aynı dönemde Osmanlı nakkaşları bu tür tasvirleri, dönemin yöneticileri ve değişik kesimlerden kişiler için herhangi bir ceza almadan yapabilmiştir. Bu da Türk ve Avrupa toplumunun ve yöneticilerinin resim sanatına bakış açılarını gösterir diyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başladığı dönemlerde el yazma kitap üretiminde de düşüşler yaşanmıştır. İlk kez geleneksel kalıplar kırılarak sıradan halka ait kır ve sokak tasvirleri, tek kadın ve erkek figürleri, müstehcen murakkalar yapılmaya başlamıştır. En önemlisi matbaa bulunmuştur, kitap basılmıştır. Bu dönemde Avrupa ile sürdürülen diplomatik ve ticari ilişkiler hızlanmıştır. Saraya çok sayıda Avrupa kökenli kitap, harita ve gravür girmiştir. Yine bu dönemde sanatçılar yurt dışına eğitime gönderiliyordu. Hollanda ve Fransa kökenli gravür, manzara ve kır sahneleri mitolojik ve dini konulu eserler ülkeye gelmiştir. En parlak nakkaş olarak Levni mahlaslı Abdülcelil Efendi öne çıkar ve baş eseri Surname-i Vehbi ise Osmanlı sarayı tarafından yaptırılan son minyatürlü el yazması olarak bilinir. 2.Mahmud, kendi resmini yaptırıp devlet dairelerine astırmış, Avrupa anlayışındaki resim sanatının yayılmasına öncülük etmiş, okullarda ders olarak okutulmaya başlamıştır. 18.yy.da parlak devir yaşamış olan minyatür sanatı, 19.yy.da Batılılaşma akımından etkilenmiştir ve nakkaşhaneler kapatılmıştır.
- Minyatür sanatında geleneğe bağlı kalmak sizin için neyi ifade ediyor? Bir minyatür sanatçısı daima geleneksel çizgide mi ilerlemeli yoksa serbest mi çalışmalıdır?
Geleneğe bağlı kalmak, bir minyatür sanatçısı için kültürel mirası korumak, geçmişten gelen teknikleri ve motifleri değerli bulmak anlamına gelir. Aslında tamamen geleneksel veya tamamen serbest çizgide ilerlemek kişisel bir karardır. Günümüzde iyi bir klasik eğitim almış minyatür sanatçıları kağıt boyamayı, ahar yapmayı, altın ezmeyi bilir ancak zamandan tasarruf etmek için malzemeyi hazır alır. Serbestliği şöyle anlıyorum: minyatürün tekniğinden de vazgeçmek. İşte o zaman resme yaklaşmış olur ve minyatürün özelliği de kaybolur. Çünkü minyatürü resimden ayrılan özelliklerinden biri de zaten yöntem ve teknik bakımından farklılaşmasıydı. Bugün sanatçılar istediği konularda hayal gücünü de ekleyerek çalışmakta özgürdür. Mesela güncel konular seçilebilir. Yaşanılan dönemin şartları, giyim kuşam tarzı, kentsel doku güncel olabilir. Fakat minyatürde vazgeçilmez olan her zaman boyama teknikleridir. Bazı sanatçılar geleneksel minyatür sanatını yeniden canlandırırken diğerleri modern teknikleri benimseyip kendi tarzını yaratır. Önemli olan sanatçının kendi üslubunu bulması ve sanatını en etkili şekilde ifade etmesidir. Bugün kullanılan her iki tarz da değerlidir, böyle durumlar aynı zamanda minyatür sanatının çeşitliliğine katkı sağlar. Fakat bana göre bir minyatür sanatçısı, benim de uygulamaya çalıştığım gibi geleneksel tekniklere bağlı kalıp üstüne yaratıcılık ve vizyonunu da ekleyerek kendi kompozisyonlarını yaratmalıdır.
- Minyatür sanatında kendi üslubunuzu nasıl tanımlıyorsunuz?
12 yıl eğitim alıp 8 yıldır da bunları öğrencilerine aktarmaya çalışan bir sanatçı olarak öğrenmenin sonu olmadığını düşünüyorum ve aslında üslubum da bu noktada devamlı gelişmeye açık bir hale gelmiş oluyor. Üniversitede aldığım resim ve tekstil tasarım derslerinin benim için çok faydası oldu diyebilirim. Hem Batılı tarzda resim eğitimi hem de geleneksel minyatür eğitimi almak benim tarzımı oluşturan en büyük etkenlerden biri. Aslında böyle bir soru üzerinde daha önce hiç düşünmemiştim yani üslubumu nasıl tanımladığım üzerinde. Kendi tarzımı ilk kez değerlendireceğim. Çalışırken canlı renklerin gözükmesi için çoğunlukla açık renk zemin tercih ediyorum. Bir yandan geleneksel tekniklere bağlı kalırken diğer yandan da hayal gücümü devreye sokmaya çalışmak benim için önemli. Rastgele bir şekilde gördüğüm farklı materyalleri sanatımda kullanmayı seviyorum. Örneğin Levnî’nin Uzanan Kadın adlı bir eseri var. Resimde kadın yan yatar pozisyonda bacakları birleşik şekilde uzanıyor. Ben onu çalışırken bacak kısmında büyük bir balığın kuyruk kısmını iyi bir şekilde kurutarak kullandım. Yani uzanan bir denizkızı görüntüsü vermiş oldum. Zemini için de taş ve cam kırıkları olmak üzere farklı materyalleri bir araya getirerek kendi kompozisyonumu oluşturdum. Bu tarz hayal gücüyle ortaya çıkan işleri seviyorum. Yeni çıkan malzemeleri de mutlaka deniyorum ve işlerimde kullanmaya çalışıyorum. Sanat fuarlarını bakış açımı geliştirebilmek adına takip ederim. Üslubumu oluştururken Levni, Matrakçı Nasuh, Nakkaş Osman en çok etkilendiğim nakkaşlardır. Günümüz minyatür sanatçılarının da eserlerini de sık sık inceler ve nasıl işler ortaya koyduklarına bakarım. Mesela Contemporary Sanat Fuarı çalışmalarımda yeni bir teknik geliştirmeme sebep oldu. Son üç kişisel sergimde oradaki bir eserden aldığım ilhamla eserler ürettim. Geleneksel Osmanlı minyatürlerinden faydalanırken modern çağın dokusunu ve estetiğini yansıtmaya özen gösteriyorum. Aslında ben kendim eser üretmekten çok öğretmeyi seviyorum. Bir minyatür sanatçısı ve eğitmeni olarak yeni öğrenciler yetiştirmek ve bildiklerimi onlara aktarmak benim için çok önemli ver değerli bir şey.
- Minyatür genel olarak kalıpları belli olan bir sanat mıdır? Sizce hayal gücünü kullanmak minyatürün özgünlüğünü zedeleyen bir şey midir?
Minyatür sanatı belirli kalıplara dayanan bir sanattır bu doğru, özellikle Osmanlı’da aynı motifler bulunur. Ancak günümüzde benim gibi birçok sanatçı onlardan esinlenerek kendi tarzını geliştiriyor. Belli ölçülerde kullanıldığında hayal gücü minyatürün özgünlüğünü zedelemez. Aksine sanatçının özgünlüğünü artıran bir detaydır. Bugün her şeyin sınırlarının aşıldığı gibi minyatürün de sınırları aşılıyor ve geleneğe bağlı kalıp çok özgün ve yaratıcı eserler üretilebiliyor.
- Minyatür ile ilgilenmeye başladığınızdan beri nesnelere ve dünyaya bakış açınızda ne gibi değişiklikler meydana geldi? “Sanatçı gözüyle bakmak” eyleminin sizdeki ya da minyatür sanatçılarındaki karşılığı nedir?
Hat, tezhip ve minyatür; Osmanlı İmparatorluğu döneminde yüksek sanatlar olarak değerlendirilmiş. Hepsi kendi içinde zor, zahmetli sabır isteyen ve detaylı sanatlardır. Daha az bilinen başka bir yüksek sanat daha vardır mesela: Kaatı sanatı. Bu sanatların sabır ve detay vurgusu sanatçının kişiliğini de şekillenen bir durumdur. Bizler olaylara ve nesnelere büyüteçle hatta mikroskopla bakarız. Minyatürle ilgilenmeye başladığımdan beri nesnelere ve dünyaya bakışım konusunda bahsedebileceğim en önemli husus gözlem yeteneğime olan katkısıdır. Çünkü minyatür küçük detayların önemini vurgular. Ek olarak minyatür sanatı uzun süreli ve detaylı çalışma gerektirdiğinden bu süreç sabır ve odaklanma becerilerime ciddi katkıda bulundu ve beni daha dikkatli ve sabırlı bir sanatçı haline getirdi. Çevremizdeki olaylara sanatçı gözüyle bakmak eylemi bir minyatür sanatçısı olarak bende özellikle küçük detayları daha fazla takdir eden ve değer veren bir karaktere bürünmeme sebep oldu. Bu sanatla uğraşmak bizi çok detaycı ve iyi birer gözlemci haline getiriyor. Minyatür sanatçılarının uzun yaşadığı söylenir. Tansiyon sorunumuz münferit olaylar dışında pek görülmezmiş. Çalışırken tam anlamıyla nefesimizi tutarız. Çünkü çok ince küçük çalışıyoruz. İşlerin küçük boyutları ve ince ayrıntıları seyredenleri adeta büyüler ve korkutur, imkansız gibi görünebilir. Yani hem nefes terapisi, hem de meditasyon yapılır aslında. Minyatürler artık kalın duvarlar ardındaki kitaplarda saklanmıyor. İsteyen duvarlarında görebilir, hatta hayatına sakinlik ve huzur getirmek isteyenler bu sanatı öğrenebilir.
- Osmanlı dönemi saray minyatürü ile karşılaştırıldığında modern dönemde minyatür sanatına gösterilen ilgide nasıl bir değişim olmuştur? Sizce bugün minyatürün değeri sabır isteyen zor bir iş olması mı yoksa bu sanatla uğraşanların git gide azalıyor olmasından mı kaynaklanıyor?
Minyatür sanatı sizin de belirttiğiniz gibi ciddi sabır isteyen zor bir iştir. Ancak çok ilgi duyan bir insanın gerçekleştirebileceği bir sanattır ve bu sanatı icra eden insan sayısı sınırlıdır. Dolayısıyla bu durum sanatın kıymetini artırır. Bana göre minyatür bir tür terapidir, fırça kağıda adeta değmeden hafif darbelerle üstünde gezinir, insanın bedenini ve ruhunu sakinleştirir. Modern dönemde minyatür sanatına gösterilen ilginin azalmasının temel sebebi tüketim çağında olmamız ve modern insanın her şeye çok çabuk ulaşabiliyor olmasıdır. Bu sebeple bu kadar sabır isteyen bir işe olan ilgi azdır. Minyatür hemen sonuca ulaştırmaz, ağır ağır işleyen bir süreçtir. Her sanat dalında olduğu gibi bu sanat dalında da tamamlanma diye bir şey söz konusu değildir. Ömür boyu devam eden bir öğrenme süreci vardır. Eski işlerime baktığımda her zaman öz eleştirimi yapar ve bugün yapsam daha iyisini yapardım diye düşünürüm. 16-60 yaş arası öğrencilerim var. Onlara ilk günkü heyecanımla anlatıp öğretmeye çalışıyorum. Verdiği sakinlik, dinginlik benim için hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Hikayesini içine girmeyenin anlamayacağı ve öğrenince merak uyandıran bu sanatla yaşamaktan gurur duyuyorum. Başladığım ilk yıllar Ali Üsküdarî’den gül motifi çalışıyordum. Hocamın yanına sık gidip sormaya başlamışım oldu mu diye. Bana cevabı şu oldu: ‘’O gülün kokusu burnuna geldiğinde bittiğini anlayacaksın.’’ Tabi zaman geçtikçe ne demek istediğini anladım.
- Minyatür sanatının sürekliliği için eğitimin nasıl bir işlevi olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Burada iki çeşit eğitimden bahsedebiliriz: İlk olarak üniversite eğitimi, ikinci olarak minyatür eğitmenlerinin özel olarak öğrenci yetiştirmesi. Üniversitelerde Güzel Sanatlar Fakültesinde özel olarak minyatür sanatı bölümlerinin artırılması gerekiyor. Sürekliliği ve gelecek nesillere aktarılması örgün öğretim disiplini altında yetkin hocalar ile ciddi bir eğitim verilerek mümkün olacaktır. Hobi kursları ile sınırlı kalması bu sanatın devamlılığı açısından yeterli olmayabilir. Eğitimin yanı sıra minyatürün nesiller boyu yaşatılabilmesi için öncelikle yeni başlayacak olan kişinin ilgisi de büyük önem taşıyor. Önceki sorularda da belirttiğim gibi ciddiyet, sabır ve sevgi olmadan bu tip bir sanatta süreklilik sağlanamaz diye düşünüyorum. Eserlerimde kullanmak için bir dönem hat dersi alıyordum. Elif yapmakta zorlanırken hocama “Siz bir saniyede yapıyorsunuz.” deyince bana “26 sene artı bir saniye...” demişti. Üzerine düşünülmesi gereken bir cümle. El sanatlarında bir hoca kolay yetişmiyor. Dolayısıyla öğrenciyi eğitmesi de uzun sürüyor. Öğrencinin isteği kadar hocanın yaklaşımı da bu yüzden önem taşıyor. Ben de bu sürekliliği sağlayabilmek adına öğrencilerime sanatımı icra ederkenki huzurumu ve mutluluğumu aşılamaya gayret gösteriyorum.
-Hocam çok teşekkür ediyorum.