SİYONİZMİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ: EDEBİ SİYONİZM
Sayı:25 / SİYONİZM - Küresel İşgal ve Küresel Direniş - Dosya
Peren Birsaygılı Mut
1889 senesinin bir yaz günü Hayfa’ya gelen Teodor Herzl, şehri çok beğenmiş ve buranın kurulmasını düşündükleri İsrail devleti için büyük bir potansiyele sahip olduğunu söylemişti. Hayfa, Siyonizm hayallerinin hayata geçirildiği bir merkez olacak ve herkes tarafından parmakla gösterilecekti. Bunu istiyordu. Hatta bu ziyaretten 3-4 sene sonra yazdığı ütopik romanı Altneuland’ta bu düşüncesine yer vermişti.
SİYONİZMİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ: EDEBİ SİYONİZM
Peren Birsaygılı MUT
1889 senesinin bir yaz günü Hayfa’ya gelen Teodor Herzl, şehri çok beğenmiş ve buranın kurulmasını düşündükleri İsrail devleti için büyük bir potansiyele sahip olduğunu söylemişti. Hayfa, Siyonizm hayallerinin hayata geçirildiği bir merkez olacak ve herkes tarafından parmakla gösterilecekti. Bunu istiyordu. Hatta bu ziyaretten 3-4 sene sonra yazdığı ütopik romanı Altneuland’ta bu düşüncesine yer vermişti.
Herzl, siyasetçi olmadan önce bir yazardı zaten. 1897’de Viyana’da Die Welt isminde Siyonist bir gazete kurmuş, aynı sene İsviçre’de 1. Siyonist Kongre’yi toplayarak başkan seçilmişti seçilmesine, ancak siyasi alandaki bütün bu faaliyetlerinden önce şiirler, öyküler ve tiyatro oyunları yazmıştı uzun seneler boyunca. Ve Altneuland romanında yazdıklarının gerçekleştiğini göremeden ölmüştü. Ancak onun yarım kalan hayali yavaş yavaş gerçekleşmeye başlıyordu.
Zira Teodor Herzl’in ölümünden bir sene sonra, 1905 senesinde gerçekleşen Siyonist Kongre’den bu yana Filistin’in kolonileştirilme süreci parça parça devam ediyordu. Kongrede, daha önce bir yurt kurmaları için önerilen Uganda gibi yerlerin tamamı geçersiz kılınarak, sadece Filistin toprakları ile ilgilendiklerini açıkça ilan etmişlerdi. Savaşın ilk senesinde, Filistin’de hali hazırda yaklaşık 12.000 nüfusa sahip, toplam 59 Yahudi kolonisi vardı. Chaim Weizmann İngiliz hükümetine yazdığı mektupta;
“Biz makul şekilde söyleyebiliriz ki” diye söze başlıyor ve şöyle devam ediyordu:
“Filistin, İngilizlerin nüfuz alanına girmelidir ve İngiltere, Yahudi yerleşimini teşvik etmelidir; ta ki, yirmi ya da otuz yıl içerisinde bu bölgede bir milyon, belki daha da fazla bir Yahudi nüfusuna sahip olalım. Bu Yahudiler orayı kalkındıracak, medeniyeti geri getirecek ve Süveyş Kanalı için etkili bir koruma sağlayacaklardır.”
İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un 2 Kasım 1917 tarihinde, Teodor Herzl’in hamisi Lord Rotschild’e hitaben kaleme aldığı Balfour Deklasyonu’yla birlikte büyük bir göç dalgası halinde Filistin’e gelmeye başlayan Yahudiler, önce Hayfa yakınlarındaki Bat Galim’e gelmişler, ardından yerleşim alanlarını genişletmeye başlamışlardı. İngilizler yaptıkları demiryollarıyla bu göçlerin daha kolay gerçekleşmesine yardımcı oluyor, Hayfa’nın farklı bölgelerini birbirine bağlayan yeni demiryolu hatları kuruyorlardı.
Edebi Siyonizm ise, siyasi siyonizmden daha erken dönemlerde görülmeye başlamıştı. Yani önce edebi Siyonizm ortaya çıkmış ve ardından siyasi Siyonizm’i doğurmuştu. Ve bunun tek temsilcisi Teodor Herzl değildi elbette. İngiliz yazar George Eliot'un meşhur romanı
Daniel Deronda’daki Mordecai karakteri açıkca, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması gerektiği çağrısını yaptığında, tarihler 1876 yılını gösteriyordu. O karakter şöyle söylüyordu;
"İsrail kazandığında dünya da kazanacaktır. Doğu'nun ön saflarında, her büyük milletin kültürünü, sempatisini bağrında taşıyacak bir toplum olacaktır. Güçlü bir toplum olacaktır."
George Eliot’un bu romanı, Yahudilerin kendilerine bir yurt edinmesi gerektiğini açıkca söylemesi bakımından bir ilkti ancak İngiltere’de ortaya çıkan edebi Siyonizm’in kökenleri biraz daha eskiye dayanıyordu. Romancı Maria Edgeworth, 1817’de yayınlanan
Harrington isimli romanında gidecek yeri olmayan mazlum bir Yahudi resmi çizerken, Walter Scott'un 1819 senesinde yazdığı
Ivenhoe romanı da, Edgeworth’u destekliyordu. Gidecek yeri olmayan mazlum Yahudiler… Anti-semitizme karşı yazılmış gibi duran bu romanların satırları arasındaki gizli mesaj buydu aslında. George Eliot’un farkı, kahramanının çok daha açıksözlü oluşuydu.
Siyasi Siyonizm, daha sonra ortaya çıkmış olmasına rağmen edebiyatı kendisine biçilen rolü daha iyi oynaması için kolayca planlarına dahil edecek ve tek bir amaca hizmet etmek üzere çalışan devasa bir makine haline getirecekti. Bu esnada İbranice’nin din dilinden milli bir dile dönüşmesiyle birlikte, Siyonizm fikrini desteklemek için kaleme alınan edebî eserlerin kahramanları da, dini birer kahraman olmaktan çıkıp siyasi kahramanlara dönüşecekti.
Siyonist yazarlar, genellikle yaşadıkları ülkenin diliyle yazarlar ve özellikle Batı’nın etkin kişiliklerini etkilemeye çalışırlardı. Göz boyamaya çalışan, süslü bir takım kelimeler yığınından oluşan bu eserlerin ortak özelliği, güçlü bir edebiyatçının değil adeta bir gazetecinin kaleminden çıkmış gibi duruşuydu. Arap halkını aşağılık bir şekilde tasvir eden bu metinlerin, sahip oldukları propaganda dili ile edebi zerafetten yoksun, kaba metinler olarak karakterize edilmeleri mümkündü.
Macar Yahudisi Arthur Koestler’in “
Gece Hırsızları” isimli romanı, Filistin’in bir köyündeki Arap nüfusunun tamamını okuma yazmayı ya da yemek yemeyi dahi bilmeyen vahşiler olarak tanımlarken, Amerikalı yazar Robert Nathan “
Rüzgardaki Kız” romanında bütün Filistinlileri korkak olarak tarif ediyordu. Bir diğer Amerikalı yazar Leon Uris ise Filistinlilerin anlayacağı tek şeyin kötek olduğunu yazıyordu.
Siyonist edebiyatının bu yükselişi, bu edebiyatın en önemli temsilcilerinden Siyonist yazar Samuel Yosef Agnon’un 1966 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasıyla zirveye çıkacaktı. Oysa 18 sene önce tarihin gördüğü en büyük trajedilerden birisi yaşanmış, yaşanan Nekbe ile onbinlerce Filistinli bir gecede herşeyi yitirmiş, binlercesi de Siyonist çetelerin alçakça katliamları sonucu hayatını kaybetmişti. Filistin’de yaşanan trajediyi tamamen görmezden gelen Nobel edebiyat komitesinin ödüle layık gördüğü Samuel Yosef Agnon, böylesi bir ödül için gereken edebi kaliteden çok yoksundu. Eserlerinde sürekli Doğu Avrupa'dan Filistin’e olan Yahudi göçünden bahseder ve İsrail’in genişlemesi için yeni topraklar ilhakının gerekliliğini anlatırdı. Ve ünlü romanı
Denizlerin Kalbinde, Nekbe’yi yeterli görmüyor, İsrail’in kuzey sınırlarını Lübnan'ın Tire ve Sayda şehirlerini de içine alacak şekilde uzatıyordu.
Edebi Siyonizm bütün çabasına rağmen dünya halklarının ve edebiyat okurlarının gözünde önemli bir yer edinemedi. Henüz 36 yaşında şehit edilen Filistinli büyük yazar Gassan Kenefani’nin şehit edilmeden kısa süre önce söylediği bir söz vardı. Şöyle söylüyordu Kenefani;
Bu dünya üzerinde tek bir şey dışında her şey çalınabilir, yağmalanabilir. Çalınamayacak tek şey haklı bir davaya ve inanca bağlılıktan doğan o büyük aşktır. Yazmak daha güzel tarif edilebilir miydi acaba? O büyük aşkı kağıda dökmek, bir yazarın en soylu vazifesi değil midir? Filistin edebiyatı ve Siyonist edebiyat arasındaki fark, bugün Gazze’de yaşanan soykırımda daha da ortaya çıktı. Filistin davasını dünyaya duyurmada öncü bir rol oynayan Filistinli yazar ve şairlerin eserleri, kalbi Filistinle çarpan herkesin dilindeyken, Siyonist edebiyatçıların yazdıklarını hatırlayan kimse olmadı.