Despotizmin Doğası / Abdurrahman el-Kevakibi
Sayı:6 / Felsefe, Siyaset, İlahiyat - Kitap Kritikleri
Mana yayınları
Despot yönetimlerin genel özellikleri şunlardır: “insanları kandırırlar, aldatırlar; içleri başka dışları başkadır. Halkın en alçak, en karaktersiz tiplerine iş gördürürler. Dindarlardan da, tıpkı başlarındaki despot gibi, yalnızca ikiyüzlü ve dalkavuk tiplerine teveccüh gösterirler.”(7) Despotların karşısında direnen kimseler, gerçekten aydın kimselerdir.
Şeddat, Dahis ve Gabra harbinde savaşan kavmi Abs oğulları aleyhine döndüğünü görünce oğlu Antere’ye: - “Ne duruyorsun Antere, saldırsana!” der. Siyahi köle Antere: - “Bir köle nasıl savaşacağını bilemez ki, savaşsın” cevabını verir. Bunun üzerine o güne kadar siyahi oğlunu nesebine katmayı reddeden babası: - “Artık özgürsün, haydi saldır” der. Bir anda Antere ölümüne düşmana karşı saldırıya geçer ve kavmini kurtarır. O tarihten itibaren Antere, Abs oğullarının süvarisi olur ve tarihin en yiğit halk kahramanı olarak meşhur olur. Kahramanlık hikayesi bugün bile çoğu milletlerde ve muhalif çevrelerde okunur, okutulur. (s. 59)
1854 yılında Halep’te dünyaya gelen abdurrahman El- kevakibi, Despotizmin Doğası” adlı eserinde otoriteryenliğin arka planını analiz etmektedir. kevakibi, c.afgani ve M.abduh’un açtığı çığırdan hareket ederek, islam dünyasının sorunlarını irdelemektedir.
Kevakibi, yaşadığı dönemin aydınlarına paralel olarak abdülhamid karşıtı bir çizgide durur. Batı dünyasındaki siyasi ve sosyal gelişmeleri yakından izleyen kevakibi, islam dünyasının içinde bulunduğu geri kalmışlık durumundan kurtulmasını amaçlamaktadır. temel amacı baskı rejimlerinin yarattığı olumsuz ortamla hesaplaşarak onu değiştirmektir.
Hiç kuşku yok ki, bütün islam dünyasında olduğu gibi, başta Mısır alimleri olmak üzere, islam dünyasının bütün alimleri, islam dünyasının içinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulmaları için çaba harcamışlardır. kevakibi’ye göre “Müslüman toplumların uğradığı hastalığın temel sebebi siyasal despotizm, ilacıda anayasal şura idi.”(s. 60). Bundan dolayı, kevakibi, hastalığın temel nedeni olan despotizm üzerine yoğunlaşır. islam dünyası içinde bulunduğu olumsuz ve geri kalmışlık durumundan uzaklaşmak istiyorsa öncelikle despotizmi yenmek zorundadır.
Kevakibi, islam dünyasının geri kalmasına yol açan despotizmi (istibdat) siyasal anlamda şöyle tanımlamaktadır: “ istibdat, belli bir ferdin veya sınıfın toplum hukukuna dair isteyerek ve cezalandırma korkusu duymaksızın uygulamaya koyduğu keyfi tasarruflardır” (s. 67) kuşku yok ki, bu tür keyfi yönetimler mutlak monarşi olarak adlandırılır. Despotizmden uzaklaşmak için güçler ayrılığı ilkesi kabul edilmeli ve gücün belirli merkezlerde toplanması önlenmelidir.
Kevakibi’ye göre despotizmin çok sayıda türü bulunmasına karşın en tehlikeli olanı verasetle ortaya çıkan despotizm türüdür. Şurası açık ki, kendini güvenceye alan her adil yönetimin despotizme evrimle ihtimali yüksek düzeydedir. kevakibi, ayrıca askerlik hizmetlerinin milletlerin ahlakını ifsat ettiği kanaatindedir.
Kevakibi filozofların düşüncelerine atıf yaparak diktatörlerin özelliklerini sıralar:
1- insanların iradesine göre değil, kendi iradesine göre tahakküm kurar.
2- Halka ve özgürlüğe düşmandır.
3- karşısında engelleyici bir güç görmezse azıtır.
4- Fıtrat olarak kötülüğe, zor karşısında ise iyiliğe meyillidir.
5- tebasının uysallık ve verimlilikte koyun, dalkavukluk ve yılışıklıkta köpek gibi davranmasını ister. (s. 72)
Kevakibi’ye göre, despotik yönetimlerde ilim ve akıl yerini cehalet ve şehvete terk eder. allah, kendine değil de despotlara boyun eğen halka hak ettiği sonucu verir. Bir anlamda despotik yönetimle allah’ın bu dünyadaki gazabıdır. Çünkü zorba yönetimler bir toplumun karşılaşabileceği en büyük felakettir. kuşkusuz, her toplum kendi geleceğini belirleyecektir.
Kevakibi’ye göre despotizmin en kötüsü dini despotizmdir. “ Bugüne kadar bilinen hiçbir diktatör yoktur ki kendisine, allah’la paylaştığı ya da onu, allah’la doğrudan ilişki kuracağı bir mertebeye yükselden bir kutsiyet yakıştırmamış olsun.” (s. 80) Diktatörler, tarih boyunca dini, diktatörlüğü besleyen bir kaynak olarak kullanmışlardır.
Kevakibi’ye göre kur’an kıssaları her tür despotizme karşı bilgiler içerir. kur’an insanlara yönetim hususunda şura ilkesine uygun hareket etmeyi önermektedir. ne yazık ki, despotik yönetimler, dinin temel kavramlarını semantik bir müdahale ile anlam kaybına uğratmışlardır. Dini tahrif eden, akıllarını kullanmayan, bağımsızlığı unutan insanlar sultan olmaksızın yönetilemeyeceklerini düşündüler. islam, insanları özgürleştirmesine karşın, insanlar onu tahrif ettiler. Dini siyasal amaçlarına alet ettiler, temel niteliklerini değiştirdiler, dine dinde olmayan şeyleri soktular, Hıristiyanlardaki papalıktan etkilenerek gavs anlayışını geliştirdiler.
Despot, sadece öte dünyaya yönelen bir dini anlayıştan korkmaz, metafizik, akılcılık, hukuk, sosyoloji, kamu yönetimi, tarih ve sosyolojiden korkar; topluma önderlik eden alimlerden korkar, ikiyüzlü alimlerden ve kendini kütüphaneye hapsetmiş alimden korkmaz.
Kevakibi’ye göre despotik yönetimler, milletin iradesine dayanan demokratik yönetimlerin eşitlik, liyakat, hakkaniyet gibi değerlerinden hiç hoşlanmazlar. ucuz şeref peşinde koşanlar, din, vicdan, ahlak, şeref ve acıma duyguları olmadığından despotların en yakın adamları olurlar. Bunlar çeşitli ideolojik değerler üreterek, halkı despota bağlayan simsarlar olarak görev yaparlar. kevakibi, her millette asiller ve soyluların her tür sorunun kaynağında yer aldığını savunur. “Soylular sınıfının verdiği en büyük zararlardan biri de şudur: Bunlar propaganda sırasında heybetli ve azametli görünerek halkın gözünü korkutup, akıllarını çelerler.”(s. 116)
Kevakibi’ye göre despot, veraset yoluyla iktidarı ele geçirdiğinde yarı tanrı gibi davranır. Despot, sınır tanımaz bir hukuksuzluğu sergiledikçe, etrafında sahte şeref dalkavukları türer. Despot yönetimlerin genel özellikleri şunlardır: “insanları kandırırlar, aldatırlar; içleri başka dışları başkadır. Halkın en alçak, en karaktersiz tiplerine iş gördürürler. Dindarlardan da, tıpkı başlarındaki despot gibi, yalnızca ikiyüzlü ve dalkavuk tiplerine teveccüh gösterirler.”(s. 122) Despotların karşısında direnen kimseler, gerçekten aydın kimselerdir.
Kevakibi, despotlara karşı çıkarken sosyalizmi en iyi yönetim modeli olarak görmesi kuşkusuz büyük çelişkidir. Çünkü sosyalizm tek parti diktatörlüğü oluşturarak, büyük zulümlere yol açmıştır.
Kevakibi’ye göre mülkiyet, “helal ve meşru yollarla elde edilmeli, mülkiyet başkalarının yaşamı üzerinde baskı yapmamalı ve servetin ihtiyaç miktarını aşmamasıdır.”(s. 134-135) Çünkü sermaye sahipleri, despotik iktidarların en büyük destekçisidir. Despot yönetimler, ahlaki eğilimleri zaafa uğratır, zihni bulanıklaştırır, zihinler üzerine tahakküm kurar. Despotizmin köleliğini yapan kişi, ahlaklı, tutarlı olamaz. Despotun kölesi olan kişi, uyuşuk ve miskindir, kendini mistik eğilimlerle tatmin eder. Despotizm, ahlaki olumsuzlukları meşru gösterir. Despot yönetimler altında, halklar, gelişme kaydedemezler.
Despotik yönetimlerin, en büyük alternatifi demokratik yönetimlerdir. Demokratik yönetimlerde, “birey, fiziki ve ahlaki yönden kendini güvende hisseder, bireyin menfaatlerini korur, özgürlüğü teminat altındadır, tasarrufları ve ahlaki değerleri güvence altındadır, adalete güvenilir, serveti ve mülkü teminat altındadır, şerefi güvence altındadır.” (s. 199-200)
Kevakibi, islam dünyasının despotik yönetimlerin kıskacı altında olduğunu savunarak, bu olumsuz durumdan kurtulmanın yolunun hukukun üstünlüğü ve halkın iradesine dayalı demokratik yönetimler olduğunu öne sürmektedir.