Teolojik-Politik İnceleme / Spinoza
Sayı:6 / Felsefe, Siyaset, İlahiyat - Kitap Kritikleri
Kadir Canatan
Dost kitabevi, Ankara 2006
Spinoza, kitabın giriş kısmında kendisinde şaşkınlık yaratan bir meseleyle konuya kritik bir yaklaşım sergiler: “Sık sık şaşkınlığa düşmeme neden olan şey, Hristiyanlık’ı, yani sevgi, neşe, barış, özdenetim ve herkese iyi niyetli davranmayı öğretmekle övünen insanların, kötücül bir ruhla yarışmaları ve her gün birbirlerine karşı şiddetli kini açığa vurmalarıdır.”
Spinoza, Endülüs’ün Hristiyanlar tarafından fethedilmesinin ardından dinsel baskılara maruz kaldıkları için Hollanda’ya göçeden Musevi bir ailenin çocuğudur. Babası tüccar olan küçük Spinoza evde ve sokakta Portekizce konuşur, okulda ispanyolca eğitim görür, dualarını ise ibranice yapar. ailevi sebeplerle düzenli bir eğitim alamaz ve aile işinde çalışmaya başlar. 17. yüzyıl entelektüel tartışmaların olduğu ve kişilerin arayış içinde olduğu bir zaman dilimidir. ilerleyen yıllarda Spinoza latince öğrenir ve kendini felsefi konularla meşgul olarak bulur. Dekart, Gersonides ve Maimonides gibi filozofları okuyarak onların etkisinde kalır ve entelektüel gelişimine bağlı olarak yerleşik din anlayışına karşı eleştiriler yönelttir. 1656 yılında amsterdam’daki Musevi cemaati’nden ayrılmak zorunda kalır. 24 yaşında cemaat’ten ayrılan Spinoza yaşamının geri kalan kısmını mercek yontma işiyle ve entelektüel uğraşlarla geçirir. tüm hayatı lahey ve çevresinde geçen Spinoza birçok eser kaleme alır ve 1677 yılında vefat eder.
Daha çok “Ethica” (Etika) eseriyle meşhur olan Spinoza, siyaset ve teoloji konusunda iki eser yazmıştır. Bunlardan biri Teolojik-Politik İnceleme (1670) diğeri ise 1677 yılında yayınladığı Politik İnceleme’dir. Etika adlı eserini de Politik İnceleme ile aynı yıl yayınlar. teolojik-Politik inceleme ilk önce anonim bir kitap olarak yayınlanır, ancak kısa zamanda yazarın kim olduğu ortaya çıkar. 1674 yılında kitabın dağıtılması yasaklanır. ancak bu yasaklı yayın, entelektüel çevrelerde okunmaya ve tartışılmaya devam eder.
Teolojik-Politik İnceleme, nasıl bir kitaptır ki, dini çevreleri rahatsız etmiş ve onların yasak koymasına sebep olmuştur?
Toplam 20 bölümden oluşan kitap, peygamberlik, tanrısal yasa, dini törenler ve mucizelerin yorumuyla başlar ve kutsal kitabın yorumu, inanç-felsefe ilişkisi, devlet ve din ilişkisi ile düşünce ve ifade özgürlüğü ile devam edip gider. Spinoza, kitabın giriş kısmında kendisinde şaşkınlık yaratan bir meseleyle konuya kritik bir yaklaşım sergiler: “Sık sık şaşkınlığa düşmeme neden olan şey, Hristiyanlık’ı, yani sevgi, neşe, barış, özdenetim ve herkese iyi niyetli davranmayı öğretmekle övünen insanların, kötücül bir ruhla yarışmaları ve her gün birbirlerine karşı şiddetli kini açığa vurmalarıdır.” (s. 46). Bu sözler, açıktır ki dini hayatta yaşanan bir çelişkiye işaret etmektedir. Bu çelişki, bırakınız başka inanç ve dinden insanlara iyi davranmayı, aynı dinden olan insanların bile birbirlerine karşı düşmanca ve kibirlice hareket etmeleriyle kendini açığa vuran bir bağnazlığı dile getirmektedir. aslına bakılırsa Spinoza kendi çağındaki hoşgörüsüzlük ve gerilimlerden rahatsızdır ve bunun kaynaklarını araştırmaktadır. 17. yüzyılın avrupa’da dini karışıklık ve mezhep kavgalarıyla dolu olduğu dikkate alınırsa, Spinoza’nın neden dini kaynakların yorumu ve eleştirisine doğrudan girdiği de anlaşılacaktır.
Kitabın ilk üç bölümü peygamberlik, peygamberler ve peygamberliğin yahudiliğe özgü olup olmadığı tartışmasına ayrılmıştır. “Peygamberlik ya da vahiy”, ona göre “tanrı’nın insanlara açıkladığı kesin bilgidir. Peygamberse, tanrı’nın vahyi hakkında kesin bilgiye ulaşamayacak durumda olanlar, bu yüzden de ancak sıradan inançla ona sarılanlar için vahyi dile getiren kişidir.” (s. 53). Bu tanımda pek sorun yok gibi görünse de Spinoza ilerleyen bölümlerde, kutsal kitab’taki ifadelere de sık sık başvurarak vahyin alımlanması ve yorumlanması sürecinde peygamberlerin “hayalgücü”ne büyük bir önem atfeder. Din ve nübüvvet kurumuna eklenen bu öznel boyut, ona yönelik eleştirilerin de kaynağı olsa gerektir. tam olarak ne demek istiyor Spinoza, bunu bir örnekle açmakta yarar var: “tanrı’nın göklerde oturduğu sanıldığından, vahyin onun göklerden bir dağa inmesiyle gelmiş gibi oluyordu. Musa da tanrı’yla konuşmak üzere bu dağa tırmanıyordu. tanrı’nın her yerde olduğunu aynı kolaylıkla hayal edebilseydi, bunu yapmasına gerek kalmayacaktı..” (s. 78). Demek ki Musa’nın tur dağına çıkması, onun hayal gücüyle alakalıdır.
Pekiyi, din ve nübüvvet kurumuna böyle bir öznelliğin karışması ne anlama gelmektedir? Bakınız bu konuda Spinoza ne diyor? “Salt hayalgücü, tabiatı gereği, emin olunabilecek bir kesinlik içermez; açık ve belirgin her idede olanın tersine… kendiliğinden emin olabilmemiz için, hayal gücüne mutlaka bir şey eklemek gerekir: akıl yürütme…” (s. 68). Eğer vahyin alımlanmasında peygamberlerin hayalgücü de bir rol oynuyorsa, o zaman akıl marifetiyle vahyin ne söylediğine bakmak gerekir! aklı dışlayan bir yorum, hayal gücünün öne çıkmasını sağlayacak ve dindeki öznelliği onun bir parçası gibi görmek sonucunu doğuracaktır.
Hayal gücünün devreye girmesinin bir sonucu olarak Spinoza, peygamberliğin ve getirdiği mesajların kesinliği konusunda da şöyle bir sonuca ulaşmıştır: “Gerçekten de peygamberliğin kesinliği matematiksel değil, yalnızca ahlaki bir kesinliktir.” (s. 68). Burada onun nasıl Dekartçı bir etki altında düşündüğü ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere Dekart, bilgide kesinliğe ve bunun matematiksel olarak ifade edilmesine büyük önem verir. Matematik, onun için çok önemlidir, çünkü kesinliği (egzakt olmayı) ancak o sağlar.
Spinoza’ya göre peygamberlik salt yahudilere özgü değildir. yahudiler her konuda diğer uluslara eşittirler. tanrı herkese cömert davran mıştır. yahudiler sadece tanrısal yasalar sayesinde siyasal bütünlüklerini korudular. tanrı’nın onları seçmesi, ne onların anlama yeteneklerinden ne de daha erdemli olmalarından kaynaklanmaktadır. Sadece onların güvenlik içinde ve siyasi bütünlük içinde yaşamalarıyla ilgilidir. yasalardan ayrıldıkları zaman da bütünlüklerini kaybetmişlerdir. yahudileri dünyaya yayıldıklarında ayakta tutan şey sünnet ve düşmanlarının nefreti olmuştur.
Spinoza, devam eden sonraki üç bölümde tanrısal yasanın tabiatı, dini törenler ve mucizeler konusunu ele almaktadır. ona göre insani ve tanrısal yasa olmak üzere iki tür yasa bulunmaktadır. “insani yasadan insan hayatı ve devletin güvenliğine hizmet eden yaşama usülünü anlıyorum. tanrısal yasadan ise yalnızca en üstün yararı, yani gerçek tanrı bilgisini ve sevgisini gözeten yasayı anlıyorum.” (s. 97). En üstün yararı gözeten tanrısal yasanın özelliği evrensel olmasıdır, yani tüm insanlara ortak olmasıdır. insan kendinden hareketle tanrı’yı da yasakoyucu, kral veya bir önder olarak tanımlar, oysa bu sıfatlar tanrısal tabiattan dışlanmalıdır. ancak buna rağmen insanın kavrama yeteneği içinde bunları ifade etmekte de bir sakınca yoktur. “tanrının ileri sürdükleri ya da karşı çıktıkları her zaman sonsuz bir zorunluluk ya da gerçeklik içerir” (s. 100). Bu cümleden anlaşılacağı üzere Spinoza tanrısal yasayı, kutsal kitap’ta formüle edilmiş veya edilmemiş olsun, tabii yasalar şeklinde görmektedir. yine vahiy bilgisini de tabii bilgiyle özdeş kabul etmesi, bu mantıktan hareketle anlaşılır olmaktadır.
Dini törenler, ne tanrısal yasalardır ne de her zaman geçerliliği olan kurallardır. törenler, “tabiatları gereği değil, sadece kurumsal olarak iyidirler” (s. 107). yahudi halkının siyasi bütünlüğü için önemlidirler, ama siyasi bütünlüğün ortadan kalkmasıyla törenler de anlamlarını yitirirler. Dini törenler gibi tarihi anlatılar (kıssalar) da kutsal kitaplarda anlatılan ama bir inanç konusu olmayan şeylerdir. Halk tabakasının kavrama yeteneği, kıssaların varlık gerekçesidir. anlama yeteneği zayıf olan halk yığınları için bir işlevi vardır.
Mucizelere gelince, tüm felsefe ve dinler tarihinde tartışma konusu olan bu konu Spinoza düşüncesinde tanrısal yasa fikriyle bağlantılı bir konu olarak ele alınır. Spinoza’ya göre, mucizeler tanrı’nın işi ya da tanrısal iş olarak algılanmıştır; ancak bu kesinlikle yanlış bir hükümdür. “Mucize sözcüğü yalnızca insanların fikirlerine göre bir anlam taşıyabilir. o yalnızca, tabii nedenini, bize tanıdık gelen bir başka şeyi örnek alarak açıklayamadığımız bir eserdir. ya da o en azından, bir mucizeyi dile getiren ya da yazan kişinin böyle bir açıklamasından aciz olduğunu anlatır.” (s. 121). Vahiy konusunda olduğu gibi bu konuda da Spinoza, olaya tanık olan kişilerin öznel dünyasının önemli bir rol oynadığını vurgulamaktadır. tabiatta zorunlu olarak işleyen yasalar karşısında mucize tanrısal düzenin bozulması anlamına gelmektedir. tanrısal düzeni bozan mucize, tanrı’yı teyit etmek ve onun gücünü göstermek yerine ondan şüphelenmeyi gerektiren ve dolayısıyla da onu tartışmaya açan bir şeydir. “Demek ki tabiatta onun evrensel yasalarına aykırı hiçbir şey olamaz” (s. 120). o zaman kutsal kitaplarda olduğu varsayılan mucizeler ne anlama gelmektedir? Peygamberler insanları ikna etmek için mucizeler getirmediler mi? Spinoza, mucize olgusunu eskilerin zihniyet yapısıyla açıklamaktadır. “Eskiler, sıradan insanın tabii şeyleri açıklamaya alışkın olduğu biçimde açıklayamadıkları şeyi mucize saydılar” (s. 121). kısacası Spinoza’ya göre mucize olarak adlandırılan tüm olayların tabiatın normal düzenine uygun olarak gerçekleştiğine inanmak gerekir. Eğer bazı şeyler bize mucizevi geliyorsa, bu ya bizim anlama yeteneğimizle alakalıdır ya da kitabın diliyle alakalıdır.
Spinoza, kutsal kitab’ın yorumlanması noktasında bir yöntem ve bu yönteme özgü bazı ilkeler saptamıştır. “Teolojik Politik İnceleme”nin bugün de güncelliğini koruyan bölümlerinden bir tanesi budur. kitabın yorumlanması konusunda Spinoza iki başlangıç noktasından hareket etmektedir.
1) kutsal kitabı yorumlama yöntemi, tabiatı yorumlama yönteminden farklı olmadığı gibi, ona bütünüyle uygundur da.
2) nasıl doğanın bilgisi doğaya başvurarak ondan çıkarılırsa, din bilgisi ve ahlaki dersler de ancak kitaba başvurularak ondan çıkarsanır.
Bu çerçeve Spinoza yorumlama ilkeleri olarak dört temel ilkeden hareket etmektedir (s. 137-141). ilk olarak kitabı yorumlama bir dil meselesidir. ibranice dilinin özellikleri ve mahiyeti bilinmeden kutsal kitap yorumlanamaz. ikinci olarak, bir konuda görüş geliştirmek için o konuda kitap’ta geçen tüm ifadeleri incelemek gerekir. Üçüncü olarak, kitabı anlamak için dönemin toplumsal ve kültürel özelliklerini bilmek gerekir. toplumsal bağlam metinsel bağlam kadar önemlidir. Özellikle dönemin peygamberlere ve kutsal Ruh’a ilişkin zihniyetini bilmek bu konularda açıklık sağlamak için gereklidir. Son olarak kitabın özel meselelerine girmeden genel ilkelerini bilmek ve oradan hareketle tikel meselelere soyunmak gerekir.
Spinoza günlük hayata ilişkin meselelerin görece kolay olduğunu, kitap’ta asıl sorun çıkaran kısmın spekülatif konular olduğunu belirtir. Bu meseleleri çözmek için özellikle son belirtilen kuralın (genelden özele gitmek) önemli olduğunu vurgular. tüm bu ilkelerin uygulanması bazı zorlukları beraberinde getirir, ama bu zorlukları göğüslemekten başka da çare yoktur.
“Teolojik Politik İnceleme”nin en önemli bölümleri, buraya kadar olan bölümlerdir. Bundan sonraki bölümler kutsal kitab’ın bölümleri ve bu bölümlerin statüsüyle ilgili tartışmalardan oluşmaktadır. Bu bölümler, daha çok kutsal kitab’ın izleyicileri olan yahudi ve Hristiyanları ilgilendirmektedir. Doğal olarak bunlara dinler tarihi uzmanları ve araştırmacıları da eklemek gerekir. kitabın son bölümü, “Özgür bir devlette her insan istediğini düşünebilir ve düşündüklerini söyleyebilir” (s. 283) başlığını taşımaktadır. Bu başlıktan anlaşılacağı üzere Spinoza, Rönesans ve Reformlardan sonra önemli bir sorun olarak görülen “düşünce ve ifade özgürlüğü”nün bir savunusunu yapmaktadır.
Şüphesiz ki kitap, hem ele aldığı konular hem de dönemin özelliklerini yansıtması açısından önemli bir metindir. Bu türden tartışmaların bizde de devam ettiği ve edeceği dikkate alınırsa, “Teolojik Politik İnceleme”, okunmaya değer güncel bir eser olma özelliğini de sürdürmektedir.