Liberalizm ve Din Özgürlüğü
Sayı:1 / Özgürlük ve Teslimiyet - Dosya
Atilla Yayla
Bu ortam için söylenmesi önemli olan bir diğer mesele de şu, özgürlüğün Tanrı ile olan ilişkilerimizle alâkası yoktur. Tanrı ile olan ilişkilerimizi özgürlük çerçevesinde değerlendiremeyiz. O başka bir alana girer. Özgürlük insan-insan ilişkisiyle alâkalıdır, beşeri ortamla alâkalıdır.
Liberalizm sonundaki “izm” ekinden de anlaşılacağı üzere bir ideolojidir. Ama ideolojiler arasında önemli farklar vardır. Bütün ideolojilerin aynı kalıba sahip olarak düşünülmesi bizi Cemil Meriç gibi yanılgıya sürükleyebilir. Cemil Meriç’in, biliyorsunuz, “ideolojiler deli gömlekleridir” mealinde bir sözü var. Bu tamamen ideoloji kavramı ve ideolojiler arasındaki farklardan habersiz olmaktan kaynaklanan bir yaklaşımdır. Liberalizm bir yumuşak ve esnek ideolojidir. Sosyalizm, faşizm ve bazı “izm”ler gibi bir hakikati olan bir ideoloji değildir. Liberalizm hakikatin peşinden koşmaz, hakikatin peşinden koşma imkânı tanır. Toplumsal olarak da hakikatlere mensup kişilerin, farklı hakikatlerin ve farklı hakikat gruplarının bir arada yaşamasının imkanını araştırır. Bundan dolayı liberalizm, itiraf edilse de edilmese de, bugünkü dünyada iyi olarak gördüğümüz pek çok şeye katkıda bulunmuştur. Mesela demokrasi dediğimiz şey aslında tam olarak liberal demokrasidir. Liberalizmden arındırılmış bir demokrasinin demokrasi olması mümkün değildir. Türkiye gibi bir türlü yeterince demokratikleşemeyen ülkelerde ana problem liberalleşememektir. Liberalleşilemediğinde demokraside de fazla mesafe alınamamaktadır.
Liberalizm temel ilkelerinden biri de özgürlüktür. Liberalizmi iyi anlamak için özgürlük üzerinde durmaya ihtiyaç var. Hatta liberalizm bir özgürlük teorisi olarak tanımlanabilir. Özgürlüğün değerli olduğuna inanıldığı için hemen hemen her fikir çizgisi, belki faşistler hariç, bir şekilde özgürlüğü sahiplenmektedir. Bu da işleri karıştırmaktadır. Ama özgürlüğün tanımını yapabiliriz. Özgürlük bir bireyin kendi hayat tercihlerini yapabilmesi ve başka bireylerden gelecek keyfi engellemelerle karşılaşmadan bu tercihlerinin peşinden gidebilmesidir. “Beni kendi başıma bırak” dediğiniz zaman özgürlük talep ediyorsunuz, “bana karışma” demek istiyorsunuz. O zaman, daha avami bir şekilde söylersek, özgürlük bize başkalarının keyfi bir şekilde karışmaması demektir. Peki, başkaları bize karışmadığı zaman ne yapacağız? Kendi tercihlerimizi yapacağız ve peşinden gideceğiz. Bunlar hangi tercihler olacak? Hayatın hemen hemen her alanıyla ilgili tercihler olabilir. Mesela bir din seçeceğiz ve peşinden gideceğiz, mesela bir meslek seçeceğiz ve onu icra edeceğiz. Mesela bir bölümde okumayı göze alacağız ve o bölüme girip okuyacağız. Yaşayacağımız yeri, yerleşeceğimiz yeri, giyeceğimiz kıyafeti, bütün bunları seçme hakkımız olacak ve bunların peşinden gideceğiz. Özgürlük özü itibariyle budur.
Bu özgürlüğe teoride negatif özgürlük denir. Konuyla ilgilenenler genellikle özgürlüğü negatif ve pozitif olarak ikiye ayırıyorlar. Benim burada bahsettiğim özgürlük negatif özgürlüktür. Bu özgürlüğün de bazı temel özellikleri vardır. Bir defa bu özgürlük bireysel bir değerdir. Özgür olan veya olmayan bireydir. Özgür olan veya olmayan cemaat, sınıf, ümmet ve halk değildir. Yani kollektivite değildir. Kollektivitelerin özgürlüğünden bireylerin özgürlüğünden bahsettiğimiz anlamada bahsedemeyiz. Kollektivitelerin bağımsızlığından bahsedebiliriz ama özgürlüğünden bahsedemeyiz. Özgürlük bireysel insana ait bir değerdir. Çünkü karar veren, tercih eden, kararlarının peşinden giden bireysel insandır. Ikincisi, özgürlük sosyal bir meseledir. Eğer insanlar dünyada tek başlarına yaşasalardı dünyada çok az insan olsaydı ve her biri birbirini göremeyecek şekilde bir vadide yaşasaydı özgürlük diye problem olmazdı. Çünkü özgürlüğün keyfi olarak engellenmemek olduğunu söyledik, bizi keyfi olarak engellemeyecek olan diğer insanlardır. Dolayısıyla sosyal bir ortamda özgür olma veya olmama problemi ortaya çıkar. Üçüncüsü, özgürlük bizim vücut kapasitemizle alâkalı değildir. Vücut kapasitemizin bizim tercihlerimize ve davranışlarımıza sınırlılık getirmesi bizim özgür olmadığımız anlamına gelmez. Mesela bin basamaklı bir merdivene tırmanmak istiyorum ama nefesim yetmediği için çıkamıyorum, dolayısıyla ben özgür değilim derseniz anlamsız bir şey söylemiş olursunuz. Veyahut da yüz metreyi beş saniyede koşmak istiyorum ama koşamıyorum, bu yüzden koşmakta özgür değilim derseniz yine anlamsız bir şey söylemiş olursunuz. Çünkü vücut kapasitenizle sizin sosyal davranışınız arasında bir ilişki kurmuş olursunuz. Bu özgürlük teorisi açısından gayrimeşrudur. Özgürlük böyle tanımlanamaz.
‘‘Dolayısıyla, Tanrının sizi sınırlamış olması, size birtakım yasaklar ve buyruklar göndermiş olması sizin özgürlüğünüzü kısıtladığı anlamına gelmeyeceği gibi sizin Tanrının buyruklarına uymanız da sizin özgürleşeceğiniz anlamına gelmez.’’
Buna benzer biçimde, tabiatla olan ilişkilerimiz de alâkasızdır. Ben yerçekimi kanununa tabi olmak istemiyorum, ama odan kurtulamıyorum; bundan dolayı yerçekimi kanunu benim özgürlüğümü ihlâl ediyor derseniz mantıksız bir şey söylemiş olursunuz. Ben özgürlüğümü kullanacağım, uçacağım, yerçekimi kanununu reddediyorum deyip minareye çıkıp kendinizi atsanız kilonuza, ağırlığınıza ve vücut yoğunluğunuza bağlı olarak yere çakılırsınız ve yerçekimi kanunu sizin bu davranışınızı tekrarlayan insanlar arasında dillerinden, dinlerinden, cinsiyetlerinden dolayı bir ayrım yapmaz. Dolayısıyla, tabiatla olan ilişkilerimizi özgürlük çerçevesinde göremeyiz.
Bu ortam için söylenmesi önemli olan bir diğer mesele de şu, özgürlüğün Tanrı ile olan ilişkilerimizle alâkası yoktur. Tanrı ile olan ilişkilerimizi özgürlük çerçevesinde değerlendiremeyiz. O başka bir alana girer. Özgürlük insan-insan ilişkisiyle alâkalıdır, beşeri ortamla alâkalıdır. Insan-Tanrı ilişkisi beşeri bir ilişki değildir. Dolayısıyla, Tanrının sizi sınırlamış olması, size birtakım yasaklar ve buyruklar göndermiş olması sizin özgürlüğünüzü kısıtladığı anlamına gelmeyeceği gibi sizin Tanrının buyruklarına uymanız da sizin özgürleşeceğiniz anlamına gelmez.
Şüphesiz, özgürlük genel bir değerdir. Hemen hemen hayatın her alanına sirayet etmektedir. Ama özgürlüğün belli başlı açılımları şunlardır: En başta gelen ifade özgülüğüdür. Ifade özgürlüğü insanların özellikle kamusal meselelerde görüşlerini serbestçe açıklayabilmeleri, kamusal işleri ve kamusal otoriteleri başlarına kötü bir şey gelme korkusu olmadan eleştirebilmeleridir. Aslında ifade özgürlüğü övmeleri de kapsar ancak övme çoğu zaman sizi sıkıntıya sokmaz. Eleştirmek sıkıntıya sokabilir. Eğer kamu otoritelerini ve kamu icraatlarını başınıza -mesela okuldan atılma, işten atılma, tehdit edilme, hayatınızdan olma, hapsedilme gibi- kötü şeylerin başınıza gelmesi endişesi taşamadan eleştirebiliyorsanız ifade özgürlüğüne sahipsinizdir.
Insanlar ifade özgürlüğünü nasıl kullanır? Öncelikle konuşarak, sonra yazarak kullanır. Bunu yapabilmek için değişik araçlar da kullanabiliriz. Gazetede yazabiliriz, sosyal medyada görüşlerimizi ifade edebiliriz; dergi, gazete, kitap yayımlayabiliriz. O olmadı, el işaretleriyle kendimizi açıklayabiliriz. Daha geniş anlamada baktığımız da kılık kıyafetler de ifade özgürlüğünün bir şekli olarak görülebilir. Bir kişinin kıyafetine müdahale etmek aynı zamanda onun kendisini ifade etmesini engellemek anlamına gelir. Böyle bir problem başörtüsü bağlamında Türkiye’de yaşandı. Başörtüsü kız öğrencilerin üniversiteye girmesinin engellenmesi aynı zamanda onların ifade özgürlüğünün ihlâli anlamı da gelmektedir.
Bir diğer özgürlük seyahat özgürlüğüdür. Insanlar bedenin bir yerden başka yere, bir şehirden başka bir şehre, bir mahalleden başka bir mahalleye nakletme hakkına sahiptir. Hiç kimse “senin bedenin burada kalacak” diye insanları kısıtlamaya tabi tutamaz, tutuyorsa eğer, o kişi seyahat özgürlüğünüzü ihlâl etmektedir.
Özgürlüğün bir diğer türevi örgütlenme özgürlüğüdür. Insanlar çeşitli amaçlarla bir araya gelirler ve birlik oluştururlar. Bu birlikler de amaçlarını gerçekleştirmek için türlü faaliyetler yürütür. Mesela sokak kedilerini korumak üzere bir dernek kurarsanız örgütlenme özgürlüğünüzü kullanıyorsunuzdur. Örgütlenme özgürlüğünün ihmal edilen boyutu ekonomik örgütlenmelerdir bir şirket kurmak da örgütlenme özgürlüğünün parçasıdır. Bir malın üretimini veya ticaretini yapmak için birkaç kişinin bir araya gelmesi, sermayelerini, bilgi birikimlerini, kontaklarını ve kafa güçlerini birleştirmesi örgütlenme özgürlüğünün bir sonucudur. Özgür bir toplumda maddî olmayan amaçları takip etmek ne kadar meşruysa maddî olan amaçları da ortaklaşa takip etmek de o kadar meşrudur. Bu çerçevede, mülk edinmek de bir özgürlük meselesidir. Özgür bir toplumda insanlar kendi çabalarıyla bir mülk edinebilirler. Bu mülk bir menkul de olabilir, bir toprak parçası da olabilir bir araba veya bir karavan veya seyyar bir makine de olabilir. Mülk ediniminin doğru dürüst bir anlamının olabilmesi için ticaret yapma özgürlüğünün de olması gerekir. Insanın bir bakıma ticaret yapan hayvan olduğu söylenilebilir. Canlılar arasında ticaret yapan tek tür insandır diğer canlıların yapısı ticaret yapmalarına elverişli değildir. Hayvanların hayat şartlarını bir türlü iyileştirememelerinin sebeplerinden birisi de ticaret yapamamalarıdır. Teşebbüs hürriyeti de önemli bir özgürlük türüdür. Aynı zamanda örgütlenme ve mülk edinme özgürlüğüyle iç içe geçer. Insanlar bir iş kurma hakkına sahiptir. Hatta bir bakıma meslek seçmek de teşebbüs özgürlüğüne girer. Yani ortamı gözlersiniz, mesleklere bakarsınız, ben şu mesleği yapacağım dersiniz, o mesleği öğrenirsiniz, o mesleği icra etme yolunda ilerlersiniz.
En temel özgürlüklerden biri de, şüphesiz, din özgürlüğüdür. Din özgürlüğü aynen ifade özgürlüğü gibi bütün özgürlüklerin bir araya geldiği bir özgürlük durumudur. Aslında yukarıda saydığımız bütün özgürlüklerde de her tür özgürlük bir şekilde bir araya gelmektedir. Fakat en bariz ve en yoğun birleşme ifade özgürlüğü ve din özgürlüğünde görülür.
Din özgürlüğü aynı zamanda özgürlüğün mihenk taşıdır. Din özgürlüğünün olmadığı yerde büyük bir ihtimalle diğer özgürlükler de yoktur. Eğer bir ülkede din özgürlüğünü ortadan kaldırmaya çalışırsanız büyük bir ihtimalle diğer özgürlükleri de ortadan kaldırıyorsunuzdur. Bunu fark etmek biraz zaman alır. Ama eninde sonunda geleceğiniz yer bütün özgürlükleri rafa kaldırmak, gasp etmek olacaktır.
‘‘Din özgürlüğü aynı zamanda özgürlüğün mihenk taşıdır. Din özgürlüğünün olmadığı yerde büyük bir ihtimalle diğer özgürlükler de yoktur. Eğer bir ülkede din özgürlüğünü ortadan kaldırmaya çalışırsanız büyük bir ihtimalle diğer özgürlükleri de ortadan kaldırıyorsunuzdur. Bunu fark etmek biraz zaman alır. Ama eninde sonunda geleceğiniz yer bütün özgürlükleri rafa kaldırmak, gasp etmek olacaktır.’’
Din özgürlüğünü iki parçaya ayırabiliriz. Bunlardan birincisi inanacağımız ve tapacağımız Tanrıyı seçme özgürlüğüdür. Özgür bir toplumda bu alanda yüzde yüz özgürlük olmalıdır. Yani özgür bir toplumda Müslümanların Allah’ı, Hıristiyanların Lord’u, God’ı Tanrı olarak benimsenebilir. Veyahut da birisi ateşe tapabilir, bir grup güneşe, başka bir grup yıldıza başka bir grup da başka bir şeye tapabilir. Başka bir şeyi Tanrı olarak kabul edebilir. Farklı bir Tanrı nosyonuna sahip olabilir. Hiçbir şekilde bu alanda bir kısıtlamaya gidilemez. Hatta biraz tuhaf görünecek olsa bile söyleyelim, isteyenler de şeytana tapabilir. Şeytana tapmak da din özgürlüğüne girer. Bu alanda kısıtlama haklı örülemez bu alandaki her kısıtlama din özgürlüğünün kalkması sonucunu verir. Bu konuda anlaşmak zor değil zannediyorum, asıl zor olan mesele ikinci parçada. Bu da dinini tek tek ve grup halinde yaşama, yansıtma, dini müesseseler kurma, dinini yayma, din eğitimi yapma ve ibadet meselelerinde ortaya çıkar. Acaba buralarda yüzde yüz özgürlük olmalı mıdır olmamalı mıdır?
Bana mantıklı gelen yaklaşım şöyle söylüyor: Bir yerde din özgürlüğünün olması için üç tane şey gereklidir. Ilki liberteryen ilke. Buna özgürlükçülük ilkesi de diyebilirsiniz, ikincisi eşitlik ilkesi, üçüncüsü tarafsızlık ilkesi.
Liberteryen ilke serbestliğin kural yasağın istisna olması gerektiğini söyler. Çünkü birtakım dini pratikler dinleri de önceleyen ilkeleri ihlâl edebilir yahut toplumsal hayatı imkânsız hâle getirebilir. Bundan dolayı, dinsel yaşayışa müdahale edilebilir. Başka bir deyişle yüzde yüz müdahale ve yüzde sıfır müdahale söz konusu olamaz. Yani bazı durumlarda müdahale gerekebilir. Fakat yüzde sıfır müdahalenin tam karşısında yer alan yüzde yüz müdahaleye giderseniz, yani kamu otoritesi yüzde yüz dini hayata müdahale edebilir derseniz büyük bir ihtimalle dini özgürlük tamamen ortan kalkar. Çünkü kamu otoriteleri dini hayata, dini yaşayışa istedikleri gibi müdahale etme eğilimine girebilir. Demek ki din özgürlüğü dini hayatın ne yüzde sıfır müdahale noktasında olmasını ne de yüzde yüz müdahale noktasında olmasını ister. Aralarda bir yerde olması gerekir.
Belki de bu sabit bir yer değildir, döneme ve şartlara göre değişecek bir yerdir. Kamu otoritesi dini hayata müdahale edebilir, fakat niçin ve nasıl müdahale edecek? Nereye kadar müdahale edecek? Kamu otoritesinin dini özgürlüğü tamamen ortadan kaldırmayacağının garantisi nedir? Kendimizi nasıl özgürlüğü asla elinden alınmayacak insanlar hâline getirebiliriz? Bu konuda yol gösterecek ilkelere ihtiyacımız var. Makul bulduğum yaklaşım şöyledir: Eğer dinî hayat yüzünden temel hak ve özgürlüklerin ortadan kalkması söz konusu ise, bunu yapan, yani temel hak ve özgürlükleri bir şeklide ortadan kaldıran dini pratiğe müdahale edilebilir. Bu haksız bir müdahale olarak görülmez. Din özgürlüğünün bir ihlâli olarak görülemez. Daha somut olarak anlamak için komik görünen örneklerden makul görünen örneklere ilerleyebiliriz. Mesela bir ülkede X dini diye bir din var ve X dininin temel ibadet ritüellerinden birisi bir insanı canlı canlı Tanrı’ya kurban etmek. Bu size tamamen hayali bir örnek olarak görülmesin, insanlık tarihinde bunun örnekleri var. Gelecekte de olabilir, hatta bugün bile bazı yerlerde gizli gizli yaşanıyor olabilir. Bir kamu otoritesi bu pratiğe, yani senenin belli bir günü o dinin Tanrısını mutlu etmek üzere insan kurban edilmesinin hayata aktarılmasına müdahale edebilir mi? Eğer ederse din özgürlüğü ortadan kalkar mı? Cevap, evet edebilir ve bu müdahale din özgürlüğünün ortadan kalkması anlamına gelmez. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır. Insan hayatı dinlerden önce gelir, hiçbir insan hayatı bir din için kurban edilemez. Bir de şöyle bir durum vardır; büyük bir ihtimalle kurban edilecek kişi genç olacaktır ve bu kişi seneye yaşamış olsaydı veya beş sene daha yaşamış olsaydı gönüllü olarak bile hayatını vermesi söz konusu olmayabilirdi. Kişi gönüllü bile olsa buna müsaade edilemez. O zaman kamu otoritesinin görevi bu tür icraatları yapanları takip etmek ve bunu gerçekleştirenleri cinayetten yargılamaktır. Insan hayatını hiçe sayan bir pratiğe müsaade edilemez. Liberteryen ilkeye göre serbestlik esastır yasaklama istisnadır. Kamu otoritesi hep yasaklama eğilimi içerisinde olmamalıdır, hep serbest olsun serbest olsun eğilimi içerisinde olmalıdır. Yasak gündeme geleceği vakit de hep insan haklarının rehberliğinde meseleye bakmalıdır. Doğru din yanlış din, bu doğrudur bu yanlıştır diye bakmak bizi çıkmaza götürür.
‘‘Düşünün ki İslam on dört yüzyıldır yaşayan bir din ve bu din ne devletlerin ne de kamu otoritelerinin sayesinde yaşamıştır. Dinleri yaşatacak olan o dine inanan kimselerdir. Dolayısıyla, dinimizi korumak, yaşatmak yaymak gibi gerekçeler adına insan özgürlüğünü kısıtlamak belki de tam tersi sonuçlar verebilir.’’
Ikinci ilke eşitlik ilkesidir. Bu da şu anlama gelir, hiçbir toplumda hemen hemen tek bir din yoktur, birden çok din vardır, tek dinli görülen toplumlarda da mutlaka dinî çeşitlilik vardır. Kamu otoritesi hiçbir şekilde çeşitlilik unsurlarını kendisinin bir esası haline getirip ona pozitif diğerine negatif ayrımcılık uygulayamaz. Türkiye örneğinden bakacak olursak, Türkiye’de Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında kamu otoritesi ayrım yapamaz. Yaparsa din özgürlüğüne aykırıdır. Türkiye’deki insanlar arasında bir eşitlik olması gerekir. Belli bir dinin mensupları arasında da eşitlik olması gerekir. Kamu otoritesinin Alevilerle Sünniler arasında bir eşitsizlik yapmaması gerekir. Bu çerçevede Cem evleri din özgürlüğü açısından ele alınıp değerlendirilmelidir.
Sonuncu ilke tarafsızlıktır. Dinlerden ve dinlere inanmaktan bahsediyoruz ama herkes dindar değil, herkes bir dine inanmıyor. Bir dini inancı olmayanlar da var. Ateistler, deistler, şüpheciler var. Müslümanlar arasında da inanç ve kültür Müslümanları olarak ayrım yapılabilir. Müslümanları büyük çoğunluğu kültür Müslümanıdır. Dini meselelerde bir şey okumuş, bir şeyi sorgulamış değillerdir, atadan dededen kalan kültürle ilerlemişlerdir.
Hoşgörüyle din özgürlüğü birbirine karıştırılmamalıdır. Osmanlı Devleti’nde din özgürlüğü yoktu, hoşgörü vardı. Hoşgörü din özgürlüğünün yerini alamaz. Hoşgörü bir lütuftur. Her an geri alınabilir. Din özgürlüğü ise asla ortadan kaldırılamayacak bir haktır. Lütufla hak aynı şey değildir. Dolayısıyla, biz Müslümanlar hoşgörülüyüz, bizden yanlış çıkmaz, gayrimüslimler burada rahat rahat yaşar demek çok da iyi bir şey söylemek demek değildir. Kamu otoritesi kimsenin dini inancını sorgulayamaz, herkes eşit vatandaştır.
Islam kültür ve geleneğe baktığımızda, Islam ülkelerinde durum özgürlük açısından çok parlak değil. Bunun tek sebebinin din olduğunu söylemek haksızlık olur. Çünkü Islam toplumlarının tarihi içerisinde daha özgürlükçü dönemlerin olduğunu biliyoruz. Fakat benim dikkatimi çeken başlıca problemler Islam ülkelerinde şunlar: Birincisi alkol meselesi, alkol dinen yasaktır. Azı da çoğu da zararlıdır ve dinen alınmaması gerekir. Bu bir dini emirdir. Bu emre inanan insanlar uyar, inanmayanlar uymaz. Ama Islam ülkelerinde mesela Türkiye’de bir şekilde alkolü toplumsal hayattan dışlamak ve alkol içenleri doğrudan veya dolaylı olarak önleme arzuları, zaman zaman çabaları var. Bir diğer problem faiz meselesidir. Özgür bir toplumda faiz olmalı mı olmamalı mı? Faize dini sebeplerle bile karşı olsanız eğer özgürlüğü önceliyorsanız özgür bir toplumda faizli işlem olabilmeli. Aksi takdirde kişilerin hakkını gasp etmiş olursunuz.
Diğer bir problem din değiştirme meselesi, bir Müslüman din değiştirme hakkına sahip olmalı mı? Türkiye’de insanların büyük bir kısmı kültürel anlamda Müslüman, kitabî olarak dini benimseyenler sayıca az. Özgürlük din değiştirme özgürlüğünü de kapsar. Hıristiyanlık ve ateistlikten Müslümanlığa geçebilmek ne kadar özgürlük açısından normalse Müslümanken başka bir dine geçmek veya dinsizliğe yönelmek de pekâlâ özgürlüğün kapsayabileceği bir şeydir. Bu anlamda Islam ülkelerinde problem var, tarihi olarak da problem vardı. Son zamanlarda bu görüşler zayıfladı, Türkiye’de bu problem Pakistan ve Afganistan ile karşılaştırıldığında kuvvetli değil. Bir diğer problem kadınların statüsü ve kılık kıyafetleridir. Islam ülkelerinde kadınlar erkeklere nispetle daha az mı özgürlüğe sahip, kılık kıyafetlerini belirlemede daha mı az özgürler? Neden Islam ülkelerinde kadınların kıyafetlerine daha az müdahale varken erkeklerin kıyafetlerine bu kadar müdahale yok? Bunların da tartışılması gerekir. Kılık kıyafet özgürlüğü diye bir özgürlük yok, ancak özgürlüğün kılık kıyafette yansıması için alan açması gerekir. Bu alan içinde kadınlar da erkekler de nasıl giyineceklerini kendileri belirleme hakkına sahiptir. Bütün bunlar açısından bakıldığında Islam ülkelerinde özgürlük yeterince geniş midir? Bana sorarsanız yeterince geniş değildir, Islam dünyasının daha fazla özgürlüğe ihtiyacı var. Daha fazla özgürlük Müslüman dünyasını zayıflatır mı? Daha fazla özgürlüğün Müslüman dünyasını zayıflatmayacağını, güçlendireceğini düşünüyorum. Müslümanların Müslümanlığını daha kıymetli hâle getireceğini düşüyorum. Inanç anlamında Müslümanların sayısını artıracağını düşünüyorum.
Düşünün ki Islam on dört yüzyıldır yaşayan bir din ve bu din ne devletlerin ne de kamu otoritelerinin sayesinde yaşamıştır. Dinleri yaşatacak olan o dine inanan kimselerdir. Dolayısıyla, dinimizi korumak, yaşatmak yaymak gibi gerekçeler adına insan özgürlüğünü kısıtlamak belki de tam tersi sonuçlar verebilir.