II. BÖLÜM - Ataerkillik, Toplumsal Cinsiyet ve Şiddet Üzerine - Saliha Okur Gümrükçüoğlu
Sayı:9 / Ataerkillik Toplumsal Cinsiyet Ve Şiddet - Söyleşi
Fatih Yaman
İkinci konuğumuz ise, kadın ve toplumsal cinsiyet meselesine ilişkin birçok tartışmada sivil bir yapılanma olarak yer alan Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) başkanı Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu. Sorularımıza içtenlikle cevap veren iki saygıdeğer isme katkılarından dolayı teşekkürlerimizi sunuyor, sizlere keyifli bir okuma diliyoruz.
Batı toplumunun sosyal tecrübeleri ile bizim tecrübelerimiz paralellik arz etmiyor. Biz yaşadığımız toplumun kültürel mirasından besleniyor, bu anlayışla güncel ihtiyaçları karşılamayı hedefliyoruz.
Dilerseniz ilk olarak derneğinizin ve misyon vizyonuyla başlayalım. KADEM kimdir? Niçin kurulmuştur? Kime seslenir ve ne tür faaliyetlerde bulunur?
KADEM, kadının insanlık onurunu teslim etmek üzere savunuculuk yapmayı misyon edinmiş bir sivil toplum kuruluşu. Yaklaşık 7 yıldır kadınların hayatına dair farkındalık çalışmaları yürütüyor. KADEM özellikle kadın algısı üzerinde yıllar içinde birikmiş ön yargıları bertaraf etmeye odaklanıyor. Bununla birlikte kadın ve erkek arasındaki rol paylaşımlarının yaşadığımız dönemin şartlarına göre yeniden değerlendirilmesi gerektiğini öneriyor. Bu iki insan arasında hak ve sorumluluk dengesinin toplumsal huzuru doğrudan etkilediğine dikkat çekiyor. Bizim anlayışımızda insan, eşref-i mahlûkattır ve her insan doğduğu andan itibaren bütün haklarının sahibidir. Bu anlamda kültürel kodlarımızla uyumlu olmakla birlikte güncel ihtiyaçlarımızı da kuşatan özgün bir söylem üretme çabasındayız.
KADEM olarak ulusal ve uluslararası ölçekte lobi faaliyetleri yapıyoruz. Böylelikle söylemimizi daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefliyoruz. Kadını ve aileyi güçlendirmek adına 2 yılda bir düzenlediğimiz “Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi” bu alanda önemli bir etki uyandırıyor. Bunun yanı sıra her biri alanında uzman akademisyenlerin katılımıyla her yıl “Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi”ni gerçekleştiriyoruz. 2020 yılındaki kongremizde “Değişen Dünyada Ebeveynlik” konusunu değerlendirmeye açıyoruz. Ayrıca yılda iki defa yayınladığımız “Kadın Araştırmaları Dergisi” ile akademik literatüre katkı sunuyoruz.
Batı toplumunun sosyal tecrübeleri ile bizim tecrübelerimiz paralellik arz etmiyor. Bu sebeple feminist yaklaşımın bizim sorunlarımızı çözeceğine inanmıyoruz. Biz daha ziyade yaşadığımız toplumun kültürel mirasından besleniyor, bu anlayışla güncel ihtiyaçları karşılamayı hedefliyoruz. KADEM’in söylemini diğerlerinden ayıran özellik de toplumsal sorunlarımız için yöntem ithal etmek yerine kendi insanımızın sesine kulak vermektir.
“Geleceğe İşbaşı Projesi” ile örgün eğitimden uzak kalmış kızlarımıza mesleki eğitim veriyor ve istihdam edilmelerini sağlıyoruz. “İnovasyonda Kadın” gibi uygulamaya dayalı projelerde ise girişimcilik eğitimleri veriyor, kendi işini kurmayı hedefleyen kadınlara rehberlik ediyoruz.
Bunların yanı sıra Türkiye genelinde 48 ilde temsilciliklerimiz bulunuyor. Kapımız her kadına ve her aileye açık. Dileyen herkes temsilciliklerimizin faaliyetlerine katılabilir ya da kendi hikâyesini bizimle paylaşabilir. Bu vesile ile her şehrin kendine özgü kadın ve aile gündemine şahit olabiliyor ve yaşanan sıkıntılara yerinde çözüm önerileri geliştirebiliyoruz.
Bir de ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeli kardeşlerimiz var. Ne yazık ki göç etmek zorunda kalan bu nüfusun büyük çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Biz de bir kadın derneği olarak uyum sürecinde onları yalnız bırakmadık. Bunun için arkadaşlarımızda ciddi bir çalışma yaptık ve “Kadınlar Göç Yolunda” ve “Mülteci Kadınlar Sosyoekonomik Araştırmalar ve Uyum” gibi faydalı projeler ortaya çıkardık. Pek çok mülteci kadın bu projelere katılarak Türkçe öğrendi, kendi el emeği ile ürettiği işler sayesinde ailesine ekonomik katkı sağladı. Kısaca KADEM kadın haklarının tanınması ve her hakkın sahibini bulması adına söylem ve proje üretmeye devam ediyor.
Türkiye’de birçok kadın sivil toplum kuruluşunun olduğunu biliyoruz, sizi onlardan ayıran nedir? Kadem feminist bir yapılanma mıdır?
KADEM öncelikle kadın çalışmalarını odağına alan bir dernek. Fakat kadın erkek arasındaki ilişkiyi çatışmacı bir dille temellendiren bir yaklaşım benimsemiyor. Bizi feminist gruplardan ayıran en bariz fark bu diyebilirim. Yaratılıştan farklı özelliklere sahip olan bu iki insanı birbirini tamamlayan, eş değer iki varlık olarak görüyoruz.
Biz, kadın erkek arasındaki rol paylaşımlarının hakkaniyet üzere gerçekleşmesi gerektiğini söylüyoruz. Böylelikle dengeli ve adil bir toplum düzeni oluşması adına katkı sunmaya çalışıyoruz. Kadının ikincil konuma terk edilmiş olması Batı’da kadın erkek çatışmasına dönüşmüş ve feminist ideolojiyi doğurmuştur. Batı toplumunun sosyal tecrübeleri ile bizim tecrübelerimiz paralellik arz etmiyor. Bu sebeple feminist yaklaşımın bizim sorunlarımızı çözeceğine inanmıyoruz. Biz daha ziyade yaşadığımız toplumun kültürel mirasından besleniyor, bu anlayışla güncel ihtiyaçları karşılamayı hedefliyoruz. KADEM’in söylemini diğerlerinden ayıran özellik de toplumsal sorunlarımız için yöntem ithal etmek yerine kendi insanımızın sesine kulak vermektir.
Görebildiğimiz kadarıyla hemen her çalışmanızda “cinsiyet adaleti” kavramını öne çıkarıyorsunuz. Bu kavramdan tam olarak neyi anlamalıyız? Neden eşitlik değil de adalet?
“Cinsiyet Adaleti” kavramı ile kadın ve erkek rollerinin hakkaniyetle paylaşılması gerektiğini anlatıyoruz. Bizim anlayışımıza göre yaratılıştan gelen bütün farklılıklar hem biyolojik hem de sosyal anlamda zenginliktir. İnsanlar bu farklılıkları sayesinde birbirini tamamlama ve çoğalma imkânı bulur. “Cinsiyet Adaleti” ile kadın ve erkeğin yaradılışına özgü nitelikler göz ardı edilmemiş olur. Her iki insan da hangi nitelikler ile donatıldıysa ona göre bir hayat sürme ve onurlu yaşama hakkına doğuştan sahiptir. Fakat bu durum kadın ve erkeğin ontolojik olarak eşit olduğu gerçeğini yok saymaz. İnsan hakları düzeyinde herkes eşittir. Bununla birlikte her insandan gücü yettiği kadar sorumluluk alması beklenebilir. Eşitlik ve adalet bu noktada birbirinden ayrılıyor. Biz adaletin daha geniş bir çatı olduğuna inanıyoruz.
KADEM olarak Toplumsal Cinsiyet Adaleti kavramı ile günümüz problemlerine bu bakış açısıyla çözüm üretmeye çalışıyoruz.
Devlet büyüklerimizin bazı aile üyelerinin dernek yönetiminde bulunması, KADEM’in kamuoyunda sıklıkla hükümetle özdeş görülmesine, bunun üzerinden çeşitli tartışmalara konu edilebiliyor. Bu durum sivil toplum alanından bazen tamamen siyasete çekilmiş olduğunuzu hissettiriyor mu, ya da hedef kitlenize erişimle ilgili bir zorluk doğuruyor mu?
Şiddet içerikli yayınların herhangi bir sebeple sürekli görünür olması, görüntülerin uyarıcı olma etkisini de ortadan kaldırıyor. Şiddetin; dizi, film, reklam ya da haber bültenleri aracılığıyla yeniden üretimine engel olmak toplumsal olarak hepimizin sorumluluğundadır.
Dünyadaki her sivil toplum kuruluşunun belli bir dünya görüşü bulunur. Benzer görüşü benimseyen insanlar aynı çatı altında bir araya gelerek kamuoyu oluşturur ve toplumsal hareketlere dâhil olurlar. Resmi anlamda siyasi bir unvan edinmeyen kişilerin sivil toplum gönüllüsü olmasının önünde hiçbir engel yoktur. Derneğimiz çatısı altında toplanan herkes öncelikle gönüllü kimliği ile bize katılmıştır. Bu anlamda devlet büyüklerimizin aile üyeleri de bizim gönüllümüz olabilir. Ayrıca toplumsal farkındalık uyandırmak, daha geniş kitlelere ulaşmak ve insanlığın yararına işler yapmak adına devlet büyüklerimizin aile üyelerinin hedeflediğimiz sonuçlara ulaşmamızda engel değil bilakis önemli bir destek olduğuna inanıyoruz.
Şunu da özellikle vurgulamak isterim ki kadın çalışmaları alanında gücünü bizimle paylaşmak isteyen herkese kapımız açık. Biz çalışanlarımız, üyelerimiz ve gönüllülerimizle büyük bir aileyiz. Ve hep birlikte, insana dair pek çok alanda artı değer üretmeyi her şeyin üstünde görüyoruz. Ayrıca bu durumun ülkemizdeki farklı sivil toplum kuruluşlarında ve dünyada da örnekleri mevcut. Bu sebeple hiçbir KADEM gönüllüsünün siyasi tartışmalara konu edilmesini kabul etmiyoruz.
Türkiye’de bir süredir kadına yönelik şiddeti önleyebilmek adına çeşitli yasal düzenlemeler yapılıyor. Mevcut düzenleme ve yaptırımları yeterli görüyor musunuz, bunlar caydırıcı bir şekilde uygulanabiliyor mu? Neleri yapamıyoruz dersiniz, ne öneriyorsunuz?
Türkiye, özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla birçok çalışma yaptı. Mevcut kanuni düzenlemeler yeterli ve caydırıcı niteliktedir. Ancak uygulamada birtakım sorunlar yaşanabiliyor. İşin bu kısmı yeniden gözden geçirilmeli. Yasalar, adalet temelli olmalı. Uygulayıcılar, her vakayı kendi özel şartları içinde değerlendirmeli. Örneğin şiddet gören bir kadın bunu emniyet güçlerine durumunu bildirdiğinde “kol kırılır, yen içinde kalır”, “zamanla düzelir, abartılacak bir durum değil” diye karşılanabiliyor. Hatta şiddet gören kadının talebi hiç dikkate alınmıyor, şiddet gördüğü eve geri gönderiliyor. Bu örneklerin yaşanması ceza sisteminden değil; bilakis kanunun uygulanmasındaki aksaklıklardan kaynaklanıyor. Biz de KADEM olarak ilgili kurum ve kuruluşlarda, toplumsal cinsiyet adaletine duyarlı uzman ekiplerin yer almasının önemini vurguluyoruz.
Bildiğiniz gibi, Polis Akademisi bir süre önce “Kadın Cinayetleri Raporu” yayınladı. Bu raporda gerek hemcinslerine gerekse karşı cinse şiddet uygulayan faillerin neredeyse tamamının (% 96,2) erkeklerden oluştuğuna, cinayetle sonuçlanan şiddet vakalarında da eğitim seviyesi düşüklüğünün belirleyici olduğuna yer veriliyor. Belli ki toplumun her kesimini kuşatıcı eğitsel bir planlamaya ihtiyaç var. Ancak diğer taraftan televizyonu her açtığımızda artık neredeyse kanıksadığımız şiddet sahnelerini görmeye devam ediyoruz. Reyting canavarının ürettiği şiddetin üstesinden nasıl gelinir sizce? Şiddetin toplumsal düzeyde yaygın söylem alanına erişerek bir çeşit normalleşmeye geçişini kolaylaştırmıyor mu?
Polis Akademisinin raporunu biz de inceledik. Söylediğiniz gibi ne yazık ki karşımıza çıkan tablo çok üzücü. Şiddetin artması ya da belirttiğiniz gibi normalleşmesinde medyanın kesinlikle bir rolü olduğunu düşünüyorum. Nitekim medya, halkın haber alma ve bilgilenme ihtiyacını karşılar. Tabi aynı zamanda bir propaganda aracı olarak kullanılıyor. Medya yayınları gerçekliği manipüle edebiliyor da. Bu güç ancak toplumun huzurunu sağlamak için kullanılırsa insani anlamda bir değer kazanır. Medya organlarının özellikle şiddet içeren yayın politikasını değiştirmesi aciliyet arz ediyor.
Medya içerikleri, kültürel değerleri koruyan, çocukların ve gençlerin gelişimini destekleyen yapımlardan oluşmalı. Özellikle kadın ve çocuğa yönelik şiddet, küçük düşürme ve ötekileştirme içeren yayınlar ile ilgili gerekli hassasiyetin gösterilmeli. Ne yazık ki şiddet haberleri, izlenme ve tıklanma sayısını artırıyor diye sunulmaya devam ediliyor. Bu durum kamu iradesini olumsuz yönde etkiliyor. Şiddet içerikli yayınların herhangi bir sebeple sürekli görünür olması, görüntülerin uyarıcı olma etkisini de ortadan kaldırıyor. Bunun yanı sıra devamlı surette şiddete maruz kalınması, maalesef bu tarz olayların normal algılanmasına yol açıyor. Şiddetin; dizi, film, reklam ya da haber bültenleri aracılığıyla yeniden üretimine engel olmak toplumsal olarak hepimizin sorumluluğundadır. Özellikle reklam veren kişi ve kuruluşların şiddet içeren programlara ekonomik destek vermemelerini önemli bir adım olarak görüyoruz. Bu konuda benimsenecek ortak tavır, kısa vadede insani değerleri korumak adına en işlevsel uygulamalardan biri olacaktır. Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde önce Samsung Electronics Türkiye, ardından D’S Damat ve Vestel gibi güçlü firmalar bu noktada bir adım attılar. İçeriğinde kadına ve çocuğa şiddet olan dizilere reklam verme, sponsor olma ve ürün yerleştirme çalışmalarından tamamen çekildiklerini ilan ettiler. Bu kuruluşların, kamu yararı hakkında gösterdikleri hassasiyet ve sorumlu davranış gerçekten çok anlamlı. Diğer kurum ve kuruluşlarından da benzer reaksiyonlar bekliyoruz. Dürüst ve sorumlu yayıncılık anlayışı ile medya gücünün birleşmesinin toplumsal huzurun sağlanması ve insani değerlerin korunmasında etkili olacağına inanıyorum. KADEM’in de bu alanda yapılan çalışmaların her zaman yanında ve her türlü şiddetin karşısında olduğunu bir kez daha ifade etmek isterim.
KADEM’i, bugüne kadar “Erkeksen Öfkeni Yen!”, “Önce Adam Ol!” ve “Ben Varsam Şiddete Yer Yok” gibi söylemlerle bir dizi kampanya yürüttüğünü biliyoruz. Bu kampanyalarla neyi amaçladınız, beklediğiniz etkiyi oluşturabildiniz mi? Yakında göreceğimiz yeni kampanyalarınız olacak mı?
Dünyada her anlamda en çok şiddete uğrayan maalesef kadınlar oluyor. Bizler çalışma alanımız gereği kadınlara yönelik şiddeti ve maddimanevi mağduriyetlerin giderilmesini öncelikli meselemiz olarak görüyoruz.
KADEM kurulduğu günden bu yana herkese karşı, her türlü şiddetin son bulması için çalışıyor. Şiddet mağdurunun yanında olmayı kendine vazife biliyor. Bununla birlikte dünyada her anlamda en çok şiddete uğrayan maalesef kadınlar oluyor. Bizler çalışma alanımız gereği kadınlara yönelik şiddeti ve maddi-manevi mağduriyetlerin giderilmesini öncelikli meselemiz olarak görüyoruz. Son dönemlerde devletimiz şiddetle mücadele etmek amacıyla ciddi adımlar atıyor. Özellikle kadına yönelik şiddetin engellenmesi için uluslararası sözleşmelerle ve iç hukuktaki düzenlemelerle etkili yaptırımlar sağlıyor.
Biz de KADEM olarak, her yıl özellikle “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” kapsamında toplumsal farkındalığı artırmak adına çeşitli kampanyalar düzenliyoruz. Kampanyalarımız dâhilinde kısa filmler hazırlıyor, yazılı basında bu güne özel mesajlar yayınlıyoruz. Bu mesajları billboardlar ve toplu taşıma araçları gibi halka açık alanlarda da sergiliyor ve daha geniş kitlelere sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.
Daha önceki yıllarda “Erkeksen Öfkeni Yen!”, “Önce Adam Ol!” sloganlarıyla kampanyalar yürüttük ve bunu yaparken toplumda bazen fark edilmeyen ya da önemsenmeyen şiddetin varlığına dikkat çekmek istedik. Erkekliğin kendinden güçsüzü ezmek ya da fiziksel şiddet uygulamak olmadığını anlattık. Erkekliği öncelikle kendine hâkim olmak ve öfkesini yenmekle ilişkilendirdik. Böylelikle ironi kullanarak mesaj üzerinde düşünülmesini sağlamaya çalıştık.
Bu yıl da “Ben Varsam Şiddete Yer Yok!” sloganıyla şiddet karşısında herkesi aktif rol almaya davet ettik. İlk etapta şiddete uğrayan kişiyi failin elinden almak en önemli nokta. Bu sebeple, şiddete tanıklık eden ama ne yapacağını bilemeyen üçüncü kişilere, bu duruma nasıl müdahale edebileceklerini gösterdik. Bu film ile aslında şiddetin aile içi bir meseleden ibaret olmadığını özellikle vurgulamaya çalıştık.
Hem geleneksel medya hem de sosyal medya üzerinden milyonlarca kişi hazırladığımız bu kısa filmi gördü. Sadece Twitter’da tek bir videomuz 600 binden fazla kişiye ulaştı. Toplumun her kesiminden destekleyici yorumlar aldık. Gerçekleştirdiğimiz bu kampanyalar ve etkinliklerle şiddet pornografisine düşmeden de güçlü bir mesaj verilebileceğini göstermiş olduk. Ve kampanya süresince sokakta yaptığımız etkinlik ve ropörtajlarda bir kez daha şahit olduk ki bu ülkenin yüce gönüllü insanları şiddete asla fırsat vermeyecek.