Özgürlüğün Bugün İmkân(sızlık)ları
Sayı:1 / Özgürlük ve Teslimiyet - Dosya
Muhammet Özdemir
Batılı insan ve toplum tipi açısından özgürlüğün örneğin bencillik, tekelci ve rekabetçi mübadele, tüketim, iletişim, güvenlik ve devlet örgütlenmesiyle de ilişkisi bulunmaktadır.
Giriş
Bu yazının amacı, profesyonel ve uzman okuryazar ile sıradan okuryazar arasında bir ayrım yapmaksızın, Ortadoğu ve Türkiye gibi modern dönemde henüz yeterince gelişememiş coğrafyaların insan davranışlarından izlenebilen özgürlük beklentilerinden hareketle bir çözümlemede bulunmaktır. Güncelliğin, özgürlüğün ve imkânın olgusal bir zeminden hareketle tayin edileceği yazıda kavramsal sınırların gerçekçi olması hedeflenmektedir. Türk insanı başta olmak üzere görece gelişmekte olan veya azgelişmiş insan ve toplumlar ile özgürlük gibi Avrupâî menşeli
Özgürlüğün pozitif ve popüler kavramlar arasında birtakım saptamalarda bulunmaksızın amacımıza ulaşmamız mümkün görünmemektedir. Bu nedenle yazıda önce özgürlük kavramının coğrafi farklılıklara bağlı olarak değişen fonksiyonel anlamlarına yer verilecek, sonra toplumsal ve kültürel edilgenliğin sürekliliğinin yarattığı açmazlara değinilecek ve nihayet gerçek ihtiyaçlar, maddi güçler ve söz konusu açmazların arasında karmaşık bir içeriğe sahip olan imkânların tahlil edilmesine geçilecektir.
1- Gelişmekte Olan İnsan Tipi İçin Özgürlüğün Anlam(lar)ı Bazılarının Üçüncü Dünya olarak gördüğü coğrafyalarda –özellikle de modern öncesi Islâm tarihinin istekli ve isteksiz mirasçılarının ikamet ettiği ülkelerde- yaşayan insanlar için Avrupâî menşeli bütün pozitif ve popüler kavramlar hep aynı fonksiyonel anlama tekabül etmektedirler. Söz konusu insanların zihinlerinde, söylemlerinde ve davranışlarında, akıl, bilim, insan hakları, hoşgörü, din ve vicdan hürriyeti, demokrasi, adalet, kadın hakları, özgürlük ve eşitlik –hatta postmodernizm, post-kolonyalizm ve küreselleşme- gibi tüm kavramlar, ‘daha fazla para’, ‘daha kolay yaşanılabilir bir hayat’ ve ‘eksiklik duygusunu bertaraf edebilecek bir saygınlık’ taleplerinin en mümkün yolu anlamına gelmektedir.1 Oysa Avrupâî menşeli her bir sözcük, kavram ve terimin, Viyana kentinin batısındaki insan ve toplumların gereksinim ve deneyimleriyle ilgili somut ve çeşitlenen bir karşılığı bulunmaktadır. Avrupa ve Kuzey Amerika insanının bir sözcük ve kavramı kullanma alışkanlığı, Viyana’nın doğusu ve güneyindekilere kıyasla hem daha somuttur, hem de daha istikrarlıdır. Bizim bağlamımızda özgürlük, onlar için, dünyevi mevcudiyetin geçmişi ve içeriği bakımından sözgelimi Hıristiyanlıktaki asli günah ve insanın bu günaha olan mecburiyeti ya da teslimiyetiyle ilgilidir.2
Asli günah gibi Hıristiyan teolojisinden edinilmiş bir arka plana sahip olmayan sözgelimi Müslüman toplumlarda özgürlüğün teolojiyle ilişki halinde tartışılması rasyonel değildir. Çünkü rasyonellik, bir insan ve toplumun ihtiyaç ve gereksinimleri ile söz konusu ihtiyaç ve gereksinimleri karşılamaya yönelik iktisadi, stratejik ve psikolojik koşulların arasında gerçekleşen bir tür uyum veya dengedir.3 Batılı insan ve toplum tipi açısından özgürlüğün örneğin bencillik, tekelci ve rekabetçi mübadele, tüketim, iletişim, güvenlik ve devlet örgütlenmesiyle de ilişkisi bulunmaktadır. Özgürlük kavramıyla ilgili söz konusu değişkenler dolaylı yollardan Üçüncü Dünyalı ve Müslümanın kişisel ve toplumsal yaşamına bağlanıyor olsalar da, onun zihinsel ve edimsel gerçekleriyle bunların arasında örtüştürülemeyen farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenle tıpkı teoloji gibi bencillik, tekelci ve rekabetçi mübadele, tüketim, iletişim, güvenlik ve devlet örgütlenmesi gibi birçok değişkenin onun gerideki esas
‘‘Gelişmekte olan insan ve toplum tipi için özgürlük, rasyonel olarak, acilen ve kolay yollardan, daha fazla para, reklamı yapılan hazlara daha fazla erişim sağlayan bir yaşam ve bedelsiz pozitif itibara karşılık gelmektedir.’’
talepleriyle doğrudan sistematik bir ilişki halindeymiş gibi özgürlük kavramı özelinde tartışılması rasyonel değildir.4 Gelişmekte olan insan ve toplum tipi için özgürlük, rasyonel olarak, acilen ve kolay yollardan, daha fazla para, reklamı yapılan hazlara daha fazla erişim sağlayan bir yaşam ve bedelsiz pozitif itibara karşılık gelmektedir.
Ikinci olarak, gelişmemiş veya gelişmekte olan coğrafyalar nitelendirmesiyle işarette bulunulan insanların bir meseleyi teşhis, tasvir, tahlil ve tenkit etme süreçleri, ilki yerine sonuncusuyla başlamaktadır ve onlara medeni akıl yürütmenin başvurduğu dolaylamalar ve araçsal unsurlardan bahsetmenin bir yolu bulunmamaktadır. Bu konuda profesyonel ve uzman okuryazarlar ile sıradan okuryazar arasında bir fark yoktur. Her ikisi de örneğin özgürlüğün tarihi ve arka planı yerine hemen ve açıkça meselenin paraya, rahat yaşama ve saygınlığa gelmesini bekleyerek dinlemekte ve okumaktadırlar. Batı tipi insan ve toplum tecrübelerinde özgürlük, işlenmiş zengin ve dolaylı birçok kurumu, kavramı ve pratiği içerisinde barındıran bir mücadele, taahhüt ve beklentinin karşılığı olarak vardır. Sözgelimi tecrübî çetelesi, somut kazanımı daha dolaylı yollardan izlenebilen müşterek veya hususi bir menfaate bağlanmayan özgürlük tartışmaları onlar açısından rasyonel ve saygıya değer değildir. Gelişmekte olan insan ve toplum tipi, bu vakıayı hem hayranlıkla karşılamaktadır, hem dile getirdiğinde hayranlık beklemekte ve görevini yerine getirdiğini düşünmektedir ve hem de hayranlığının konusu olan kazanımların benzeştiği yeni hiçbir kazanıma cesaret edememektedir.
İkinci bağlamın bir neticesi, gelişmemiş ve gelişmekte olan insan ve toplum tiplerinin nesnel bir özgürlük algısından yoksun oluşlarıdır. Zira Üçüncü Dünyalılar ve özellikle Müslümanlar, bireyden, toplum ve devletle karşılıklı menfaat münasebetine sahip insanı değil, dokunulamayan ve kolay yollardan sürekli kişisel menfaatlerine erişen insanı, ayrıca öteki birey olarak da, hiçbir menfaat beklentisi olmayıp salt karşılıksız iyilikte bulunan insanı anlamaktadırlar. Böylelikle ancak çocuklarda rastlanılabilen türden bir şahsiyet pratiği görünür olmaktadır ki, hem benlik kabulünde eksiklikler bulunmaktadır, hem de diğer insanlar, toplum ve devlet algısında aracı ve dolaylı kurum ve kavramların varlığını yadsıyan zihniyet tipi nedeniyle hayalilik vasfı vardır. Nesnellik, aracı ve dolaylı kurum ve kavramların varlığını insanın diğer insanlarla ortaklığı üzerinden edinmektedir. Daha açık bir deyişle, sözgelimi Türkiye’de biraz paraya erişmiş insanların iktisadi yatırımları, bilim ve sanat gibi ortaklık ve toplumsal birikim içeren kavram ve kurumlara değil, daire, ev, inşaat ve borsa gibi doğrudan ve kişisel kazanımlarla sınırlı kalan alanlara yöneliktir. Iktisadi yatırımlara verdiğimiz örneklerin orta alt sınıftan alınmış olduğu eleştirisi yöneltilebilirse de, üst zengin sınıftan insanların Islâm tarihi araştırmaları ve bağımsız teknik araştırmalara vermiş oldukları örnek desteklerin gözettiği ilkelerin rasyonel bir toplum atmosferine tekabül etmediği belirtilerek söz konusu eleştiri cevaplandırılabilir. Bu vakıa, insanların toplumsal nitelikte düşünebilmesine mani olduğu gibi aynı zamanda sözgelimi devlet örgütünün kişilerden müteşekkil bir temsil kurumu olduğunu göz önünde bulunduramayışlarına yol açmaktadır. Nesnellik, aracı, dolaylı ve zengin içeriklere bağlıdır ve ondan mahrumiyet, özgürlüğün toplumsal gerçekliğini yapay, hayali ve kimi zaman işlevsiz kılmaktadır.5 Nihayet üçüncü olarak, daha fazla para, daha rahat bir yaşam ve saygınlık talepleri giderilebildiğinde, gelişmiş ülkelerin profesyonel ve uzman okuryazarlarının “öteki” olarak damgaladıkları insanların, yeni ve onarılamaz bir insani sorun olan ‘sonradan görme’ müşkülüne duçar oldukları görülmektedir. Nitekim mübadele imkânı dar olan Müslüman insanların, Islâm ile fakirlikteki bireysel ve toplumsal alışkanlıklarını özdeş görmelerinin ve mübadelenin sınırları genişledikçe Islâm’ı yeniden yorumlamak veya ona aykırı yaşamak istemelerinin gerekçesi, söz konusu ‘sonradan görme’ veya daha isabetli bir teşhisle ‘toplumsal yaşamı eksik algılama’ özelliğine potansiyel veya bilfiil sahip olmalarıdır. Bu durumda Avrupâî pozitif ve popüler kavramlar yeni bir fonksiyonellik ile sonradan görmeye duçar olmuş insanların toplumsal maliyetine şamil olacak vasıfta bir kapsam genişlemesine uğramaktadır. Esas itibariyle geri kalmış ve gelişmekte olan toplumların, gelişmiş coğrafyalara itiraz edemedikleri her denklemde yeniden kendi içlerinde birbirlerine düşerek pozitif ve popüler kavramları birbirlerinin aleyhlerine işletmelerinin nedeni de bu sonradan görme meselesidir.6
Üç bağlamdan edindiğimiz ortak netice, Ortadoğu, Uzak Doğu, Güney Amerika, Kuzey Afrika ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülke görüntüsüne sahip coğrafyalarda yaşayan insanların özgürlüğe bakışlarıyla, onların sonradan hazır bir kalıp olarak edindikleri bu kavramın esas merkezine ait bakışların birbirinden tecrübe, zaman ve niyet bakımından farklılaştıklarıdır. Tecrübe, zaman ve niyet bakımından gelişmiş olan farklılık, iki taraf açısından rekabetçi dünya koşullarında çeşitli eşitsizlikler ve uzaklıklar yarattığı oranda gelişmekte olan ülke insanının aleyhine dönen toplumsal gerçekliklere de yol açabilmektedir. Aslında arada tecrübe, zaman ve niyet bakımından iki yüz yıldır giderilememiş bir farklılık mevcutken yine de ısrarla özgürlük gibi Avrupa-merkezli pozitif ve popüler kavramların etrafında sürekli tümdengelimsel analizlere bel bağlamak rasyonel değildir, çünkü faydalı ve verimli olmayacaktır. Bu nedenle tecrübe olarak sözgelimi Türkiye insanının gerçekliğini kullanan, zaman olarak buradaki insanların bilinç zamanlarını tüketen ve niyet bakımından da aynı coğrafyadaki insanların beklentilerini ifade eden kavramların tayini ve tahliline ihtiyaç vardır. Eğer bu ihtimal tercih edilmeyecekse, bu takdirde, yerli insanın özgürlükten gerçekçi beklentileri üzerinden konuşmak gerekmektedir.
2- Özgürlük Kavramının Kültürel Edilgenlikten Bağımsızlığı
Bizim ana bağlamımızı teşkil ediyor olması bakımından Türkiye başta olmak üzere, geri kalmış ve gelişmekte olan insanlara sahip ülkelerin ulusal, bölgesel ve küresel hedefleri her ne kadar tam bağımsız ekonomi, siyaset, askeri teknoloji ve kültür yönünde olsa da, aynı ülkelerin insanlarının rol modeli daima Batı Avrupa’dan başlayarak Kuzey Amerika’ya değin uzanan Batılı insan tipidir. Batılı insan tipi gibi olma, ona benzeme, onun gibilik veya ona benzerlik üzerinden ulusal topraklar içerisinde ayrıcalıklar edinme ve onun dilinden okuyup konuşarak kendisi gibi olanlara karşı üstünlük pozisyonlarını elde etme arayışları, sözgelimi Türkiye’deki insanların özgürlük ve teslimiyet özelindeki taleplerini ve sorunlarını içinden çıkılamaz bir karmaşaya hapsetmektedir. Zira burada özenen ve ayrıca kendi denkleriyle mücadelesinde söz konusu özentiye sığınan insanın bilinçli olarak seçtiği bir mecburiyet ve teslimiyet olayı vardır. Onun teslimiyetinde kendisine ait olan her şey “marijinal” olarak üretilir ve sonrasında kendi eliyle desteklediği teslimiyetin içerisinden bir bağımsızlık ve özgürlük beklentisine girişmesinin olabilirliği ve savunulabilirliği kalmaz.7
Yukarıdaki bu vakıa, akademik ve entelektüel zeminde Türkiye ve Müslümanlar için söylenebileceklerin tamamı değildir. Zira felsefe ve sosyal bilimler salt iktisadi mantıkla yürütülememektedir. Söz konusu iktisadi mantık, yaşanılan anları, aktüaliteyi ve birkaç yüzyıllık gelişmeleri anlayabilmek ve izah edebilmek için yeterliyse de, tüm insanlık tarihinde meydana gelmiş değişiklik ve gelişmeleri anlayabilmek ve izah edebilmek için yetersizdir. Insanlık tarihinde güç ve uygarlık merkezlerinin coğrafi ve insan niteliği bakımından belirli aralıklarla el değiştirmesi, tek bir
‘‘Özgürlük kavramına ilişkin tarifler ve gelişmekte olan insanın teslimiyeti arasındaki mantıksal uyuşmazlıklar, özellikle Müslüman insanın ne istediğini bilmediğiyle izah edilebilir.’’
kavram ve yöntem etrafında indirgenebilmesi ve tüketilebilmesi zor bir vakıalar çeşitliliği yaratmaktadır. Bu meyanda sözgelimi Türk insanındaki Avrupâîlik kompleksi –şu sloganda bunu izlemek mümkündür: “Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen, Türklerin ayak sesleri!”- sürdürülemez ve çözümlenemez bir açmaz yarattığı ölçüde, onda görünür olan ve yanlışlıkla özgürlük kavramı üzerinden dile gelen insani ihtiyaçlar –para, kolay ve rahat yaşam ve itibar talepleri- anlamsal olarak kullanılıp, kavramlar yerine anlamlar üzerinden yürüyen soyut bir akıl yürütme sürecinin neticesinde iyimser bir beklentiye evrilebilir. Bunu somut bir akıl yürütmede mümkün kılabilmek için özgürlüğün farklı bir mana muhtevasıyla kararlaştırılması gerekmektedir. Klasik mantıktaki tanım teorisinde yer alan ‘cins ve faslın birlikte zikredilmesi’ gereği, çağdaş dönemlerde ‘bağlam ve fonksiyonun birlikte zikredilmesi’ gereğine dönüştüğüne göre, artık etimolojik mana tekâmülüne mesela Türklerin ve umumiyetle Müslümanların taleplerinden hareketle bir tarif eklenilebilir.
Özgürlüğü, çağdaş Ingilizcede “liberty” ve “freedom” kavramlarının anlamsal farklılıklarına rağmen, temelde insanın ihtiyaçlarını giderebilmesi olarak tanımlayabiliriz. Nitekim günümüzde kişinin bağımsız karar verebilme haline istinaden “freedom”, bir toplumsal grup veya devlet örgütlenmesi tarafından kişiye tanınan yetki ve imkân hallerine “liberty” kavramıyla işarette bulunulmaktadır.8 Thomas Hobbes (1588-1679), iki kavramı birlikte kullanarak (“liberty, or freedome”), engellemenin olmaması anlamıyla karşılamaktadır.9 Aslında günümüzdeki anlamında “freedom” imkân ile birleştirildiğinde, Leviathan’ın “güç” kavramıyla karşılaşmaktayız. Hobbes, ihtiyacın giderilmesi konusundaki araçların elde edilmesine güç derken, aynı zamanda kişinin özgürlük imkânını tanımlamış olmaktadır.10
Türkiye’de insanlar, özgürlükten söz ettiklerinde “freedom” ve “liberty”yi birlikte kastederlerken, ikisine gücü de eklemektedirler. Gelişmemiş ve gelişmekte olan insan tipinde daha fazla para, kolay ve rahat bir yaşam ve itibar talebi anlamlarına gelen özgürlüğün, “freedom”, “liberty” ve “güç”ü içinde kapsayacak tarzda dilsel kullanımı ile yukarıda bahsettiğimiz ‘kendini marijinalleştirme’ birbiriyle uyuşmamaktadır. Bu uyuşmazlığın çözümü için Fanon, kültürel edilgenliği ezilmişlik ve sömürülmeyle doğru orantılı tahlil ettiği bir psikolojik teori geliştirdi. Ona göre, ezilme, sömürülme ve marijinallik, önce Batı tipi insana benzemek isteyen ve ona özenen insanın zihninde ve davranışlarında başlıyordu. Böyle bir insan denkleminde özgürlük problemi ancak hayali ve sürekli onun aleyhine dönebilecek tarzda ele alınabilirdi.11
Özgürlük kavramına ilişkin tarifler ve gelişmekte olan insanın teslimiyeti arasındaki mantıksal uyuşmazlıklar, özellikle Müslüman insanın ne istediğini bilmediğiyle izah edilebilir. O hem ne istediğini bilmemektedir, hem de kendini ifade edebileceği bir dil ve terminoloji mevcut değildir. Bu vakıa, Noam Chomsky’nin (1928- ) dil ile özgürlük arasındaki ilişkiyi, insan ile hayvan arasındaki farkla izah ettiği bir tür tahlile değin götürülebilir.12 Chomsky’nin izahından anlayabildiğimize göre, özgür insanların veya daha doğru bir deyişle, özgürlük talebinde bulunan insanların bir dili vardır. Oysa Müslüman insanların dilleri, Batılı dillerin istilası neticesinde istikrarsızlığa gömülmüş ve önce kendileri tarafından marijinalize edilmiştirler. Bizim örnek bağlamımızda özgürlük kavramı, Avrupâî bir menşee sahiptir ve klasik Islâm tarihinin istekli ve isteksiz mirasçısı konumundaki çağdaş insanlar onu, hem Avrupâî somutluklarıyla, hem de kendi belirsizlikleriyle birlikte talep etmektedirler. Avrupalılar zengindirler ve insanlar onlara özenmektedirler. Bu durumu, Müslümanlar da talep etmektedirler. Ayrıca Avrupalılara karşı hissettikleri ikincillik pratiğinin devamında bunun nasıl olabileceğine ilişkin hiçbir gerçekçi hesaplaşma ve tahlile girişmemekte; hatta sorumlulukların üzerlerinden atılması için de sürekli klasik Islâm tarihini ve bazen Cumhuriyet tarihini suçlamaktadırlar. Bizim görüşümüze göre, böyle bir kültürel edilgenlik ve toplumsal sorumsuzluk halinden hareketle ya asgari ihtiyaçların karşılanabileceği bir tür özgürlükten söz edilebilir, ya da dünyada mümkün olan özgürlükle hiçbir münasebeti bulunmayan bir çeşit çocuksu özgürlük talebinden söz edilebilir. Çünkü Hobbes’un belirttiği üzere bir çeşit toplumsal düzen olgusundan ve Chomsky’nin de işaret ettiği şekilde dilsel istikrar durumundan bağımsız kişisel ve toplumsal ölçekte bir özgürlük kavramından bahsetmenin imkânı bulunmamaktadır.13
3- Özgürlüğün Maddi, Psikolojik ve Felsefi İmkânları
Özgürlük kavramının maddi, psikolojik ve felsefi imkânlarından söz ettiğimizde, insanın kendi özüne yönelmesinden kaynaklanan varoluşçu yaklaşımlar –sözgelimi Martin Heidegger ve Jean Paul Sartre felsefeleri- kapsamımızın dışında kalmaktadırlar. Çünkü söz konusu yaklaşımlar, evrendeki her mevcudiyeti ve imkânı sadece birey olan insanın üzerine yüklerken, maddi koşullar ve etkenler ile asgari toplumsal zorunlulukları büyük ölçüde göz ardı etmektedirler.14
Çağdaş Kuzey Amerika siyaset ve hukuk düşüncesinde, özgürlük, hukuk ve adaletin maddi refahla doğrudan ilişkisi tartışılmış ve para ile refah kavramı maddi ve psikolojik imkânları kuşatacak tarzda ele alınmıştır. Ne var ki, söz konusu tartışma ve incelemelerde de gelişmiş ülkeler dışındaki coğrafya, kültür ve toplumların maddi ve psikolojik koşulları ihmal edilmiştir.15 Bu durumda biz, Müslüman toplumlar özelinde nasıl bir tartışma bağlamı yakalayabiliriz?
Yukarıda gelişmekte olan ve gelişmemiş toplumlar çerçevesinde yapmış olduğumuz kavramsal saptamalar burada göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca söz konusu toplumlardaki herhangi bir bireyin, gelişmiş toplumlardaki gibi düzenli ve kurallı bir yaşamın içerisinde dünyaya geldiği düşünülmemelidir. Hele de Türkiye, Iran, Mısır, Pakistan ve Malezya gibi görece gelişmiş ülkelere kıyasla geri kalmış kültürlerdeki insanların toplumsal akıldan yoksun olarak dünyaya geldiklerini kabul etmekte yarar vardır. Çünkü ilgili kültürlerde dünyaya gelinen çevresel koşullar bireyin hayatta kalacak nitelikte yetişmesine elverişli değildir. Nitekim sayılan örnek ülkeler içerisinde Türkiye, her türlü olumsuz değişkene rağmen, diğerlerine kıyasla daha fazla özgürlüğün, yani daha düzenli ve kurallı toplumsal yaşamın bulunduğu bir ülkedir. Ayrıca 2008 yılından beri devam eden küresel ekonomik kriz, Hollanda, Fransa ve Italya gibi, Türkiye’den bakıldığında gelişmiş görünen Avrupa ülkelerini olumsuz etkilemiş ve mevzubahis olan devletlerin krize bağlı olarak toplumsal özgürlüklerinde, yani düzenli, öngörülebilir ve kurallı toplumsal yaşamlarında riskler açığa çıkmaya başlamıştır.16 Modern ve çağdaş zamanlarda özgürlük kavramı –kişisel (freedom) veya toplumsal (liberty) nitelikte- ekonomi ve refahla doğrudan ilgili olduğu kadar, bu iki kavramdan kaynaklanan bireysel ve toplumsal güven duygusuyla da ilgilidir. Bu güven duygusu, düzenlilik, öngörülebilirlik ve kurallılık vasıflarıyla kendini gösteren toplumsal istikrarda somutlaşmaktadır. Gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerde buna ‘sonradan görme’ olgusunun yarattığı belirsizlikler eklenmektedir. Örneğin Türkiye’de orta sınıf niteliğinde kabul
‘‘Mesela Türkiye’deki insanların özgürlük sorunları, çağdaş ülkelerin insanlarına ait özgürlük sorunlarından farklıdır. Bunun anlamı, Batılılar için söz konusu olan bazı kavramlarıntüketim toplumu ve küreselleşme gibi kavramların-yarattığı mecburiyetlerin ve özgürlük problemlerinin Türkiye’de daha yoğun ve karmaşık yaşanabilecekleridir.’’
edilen insan ve ailelerin büyük bir bölümü, maddi kaynaklar ve bu kaynakların ihtiyaçlar için kullanımı bakımından birçok çağdaş kavramla yeni tanışmışlardır. Yeni tanışıklıkların veya tüketim alışkanlıklarının yerleşiksizliği, toplumsal işbölümü ve alışverişlerdeki istikrarın teşekkül etmesini geciktirdiği ölçüde güvensizlikleri derinleştirmektedir. Batılılarınkinden farklı ve toplumsal akılda istikrarlı izdüşümünü bir türlü bulamayan özgürlük kavramı, düzenlilik ve kurallılığın azgelişmişliği ve sonradan görme olgusu arasında dünyanın doğusu ve güneyinde yaşayanların imkânsızlıkları kadar imkânları da mevcuttur. Bize göre, bu imkânlar mahduttur ve somut önceliklerin saptanmasıyla belirginleştirilebilirdir. Askeri teknoloji dışında mesela çağdaş refahı ilgilendiren bazı gelişmiş teknolojilerin talep edilmesi ve kullanımı, bizim özgürlük muhasebemize aykırıdır. Dolayısıyla eleştirel felsefecilerin vakıayı ahlaki olarak olumsuzlamalarının tersine veriliyi veya mevcudu olumsal aldığımızda,17 Batıdaki ve Kuzeydeki hemcinsleriyle her konuda eşitlenmek hayaliyle yaşayan insanların, özenti duygusundan sıyrılmaları ve bu arada hayat standartlarını geriletmeleri gerektiğini söyleyebiliriz.
Mesela Türkiye’deki insanların özgürlük sorunları, çağdaş ülkelerin insanlarına ait özgürlük sorunlarından farklıdır. Bunun anlamı, Batılılar için söz konusu olan bazı kavramların–tüketim toplumu ve küreselleşme gibi kavramların–yarattığı mecburiyetlerin ve özgürlük problemlerinin Türkiye’de daha yoğun ve karmaşık yaşanabilecekleridir. Çünkü Batılı insanların geçmiş yüzyıllarda yaşadıklarının sonuçları olan bir dönemde üretilmiş kavramların mana muhtevaları, daha henüz geçmiş yaşantıları edinmemiş olan insanların hayatlarına uygulanamaz.18 Modernleşmiş Batı Avrupa uluslarının bile olumsuz etkilendikleri küreselleşme ve tüketim toplumu gibi olgu ve kavramları, modernleşmesini tamamlayamamış veya sorunlu geçirmiş kültürlere uyguladığımızda, mantıksal ve kavramsal bir zorlama dışında bir verim elde edemeyiz. Daha açık bir deyişle, sözgelimi Türkiye’de esas itibariyle postmodernizm, küreselleşme ve tüketim toplumundan kaynaklanan dışsal sorunlardan ziyade başka yerel değişkenlere bağlı sorunlardan söz edilebilir. Söz konusu dışsal kavramlar ise olumsuz etkide bulunan birer faktör olarak hesaba katılabilir.
Bu durumda belirtmek gerekir ki, gelişmekte olan ve gelişmemiş toplumlarda maddi olanaklar sınırlı olduğu için psikolojik imkânlar da mahduttur ve felsefi zeminde özgürlüğün ancak daha geri ölçülerde tartışılabilmesi mümkündür. Söz konusu toplumlar özgürlüğü hala tarih, aydınlanma, teoloji, din ve sömürge gibi sürekli dışsal kavramlarla etüt etmeye çalışmakta ve günümüz koşullarında insanı kavramak yerine suçlu arayışına girmektedirler. Bu türden düşünsel arayışların maksadı özgürlüğü anlamak ve ona ulaşmak değildir. Aksine özgür olmayışı kabullenerek, onun için bir gerekçe bulmaya çabalamaktır. Böyle bir akıl yürütme ve alışkanlık tarzında, araçsal ve dolaylı yollardan kavranmış bir özgürlük kavramını anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla felsefi olarak özgürlüğün imkânından ancak sınırlılıklar ve düzeltilmesi gereken yanlış alışkanlıklar bağlamında söz edilebilir. Bunun dışında özgürlük de felsefe yapmak kadar yabancı ve ulaşılamazdır.
Sonuç Yerine
Bu yazıda Müslüman toplumlardaki özgürlük beklentileri ile özgürlük kavramını yaratan modern ve çağdaş pratikler arasındaki anlamsal ve fonksiyonel uyuşmazlıklara değinilmiştir. Özgürlük, diğer bütün modern, çağdaş ve popüler kavramlar gibi, sahiplenilmekte ve onun sayesinde hemen para, kolay bir yaşam ve itibar sahibi olunabileceği ümit edilmektedir. Bu yönüyle özgürlüğün, demokrasi, kadın hakları, sosyal adalet, insan hakları, hoşgörü ve liberalizmden bir farkı bulunmamaktadır. Sayılan tüm kavramlara, hemen ve kolayca zengin edebileceği gözüyle bakılmaktadır. Bu bakış açısı ile sözgelimi sonradan şehre veya gelişmiş bir yerleşim birimine gelmiş bir kişinin karşılaştığı her popüler nesneye bakışı arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Özgürlük, kabaca kişinin ihtiyaç ve gereksinimlerini gidermesi, gelişmiş düzeyde ise, aracı ve dolaylı kurumlar yoluyla sürdürülen düzenli, güvenilir ve kurallı bir toplumsal yaşam olduğuna göre, Müslüman toplumlarda ilk elde değerlendirilmesi gereken basit ihtiyaç ve gereksinimlerdir. Çünkü Müslüman toplumlardaki insanlar yemeği doymak için ve evi açıkta kalmamak için talep etmektedirler. Söz konusu toplumlar, karınları aç ve barınacak bir evleri yokken, yemeği ve barınağı birer zevk ve estetik nesne olarak tahayyül edemezler. O halde bunların yemeklerinde ve evlerinde estetik aramak hem onlara haksızlık olacaktır, hem de doğanın mevcudiyet tarzını reddetmek olacaktır. Türkiye’de ve Ortadoğu’da fikir ve ifade özgürlüğü ile kastedilen de, daha fazla para, zahmetsiz ve kolay erişilmiş konforlu bir yaşam ve itibar verecek herhangi bir davranışın veya tasarrufun mutlaka iltifat görmesi gereğidir. Aksi takdirde toplumun felsefe, bilim ve sanata yatırım yapmadığından yakınmanın bir gerekçesi olamaz, çünkü felsefe, bilim ve sanat, sadece toplum onlara yatırım yaptıklarında değerli oluyorsa, bunlarla uğraşanların değerli olmak bağlamında kattıkları fazla bir şey yoktur. Toplum, ihtiyaç ve gereksinim duymadığı şeye iltifat etmez. Gelişmiş toplumlardaki özgürlüğün benzeri bir özgürlük Ortadoğu toplumlarında ihtiyaç olsaydı, sürekli devleti ve tarihi suçlamak yerine aydınlar, akademisyenler, ticaretle uğraşanlar, işçiler ve çiftçiler, kendi aralarında düzenli, güvenilir ve kurallı bir iletişimi ve alışveriş kültürünü mümkün kılabilirlerdi. Müslüman toplumlarda sözde özgürlük bir ihtiyaçtır, çünkü talep ettikleri somut olarak kendilerine sağlandığında daima başka bir eksiklik için memnuniyetsizlik duymaktadırlar. Örneğin Türkiye’de on beş yıl öncesine değin üniversitelerin sayılarındaki azlıktan şikâyet ediliyorken, günümüzde bazı yükseköğretim programlarına ilgi gösterilmiyor ve üstelik üniversite mezunlarının istihdam sorunlarından bahsediliyorsa, geçmişte üniversitelerin sayısında talep edilmiş artışın gerekçesi, eğitim ve kültür değil demektir. Benzeri özgürlük için de geçerlidir. Insanların istedikleri daha fazla para, kolay erişilmiş konforlu bir yaşam ve Avrupalıların itibarıdır. Bunu da onlara sağlamak zaman alacağı ölçüde onların emek vermediği ve sorumluluk almadığı hiçbir denklemde özgürlük mümkün değildir. Artık özgürlük, en fazla talepte bulunan insanların vermeleri gereken emekler üzerinden tartışılmalı ve değerlendirilmelidir. Böyle bir özgürlüğün de ilk şartı, çalışkan, disiplinli, programlı, kanaatkâr ve sabırlı bir toplum olabilmektir.