Zen - Kadın / Cemile Kadivar
Sayı:9 / Ataerkillik Toplumsal Cinsiyet Ve Şiddet - Kitap Kritikleri
Zehra Öğüt
Mana yayınları, istanbul, 2014, 167s.
Yazarın “eğer amacımız gerçekten de ülkemizin ıslahı ve gelişimi ise öncelikle zayıf yönlerimizi ve eksikliklerimizi tanımamız, ardından bunları gidermek için girişimde bulunmamız gerekir” şeklindeki ifadesi, çalışmada, iran kültürü ve iranlılara dair yapılan olumsuz tasvirlerin gerekçelendirilmesi olarak kabul edilebilir.
“Yüz kalemle süslenmiştir kendisi Doğurmak ve büyütmektir gayesi tabiatta ikinci varlıktır türüyle Ürünü insan olan bir atölye kadın tabiatın bir başka türüdür tıpkı doğa gibi inatçı, sağır ve kördür. Maya tutmak ve doğurmaktır hüneri karışım ve icattır meşguliyeti”1
Kadivar tarafından “donmuş zihniyet” ve “taşlaşmış düşünce” şeklinde nitelenen iran yerel edebiyatının bir temsili olması bakımından yukarıda yer verilen dizeler ve kitapta yer alan birçok örnek ve işaret ettikleri mesele olan “kadın” meselesi, kitabın kaleme alınışının temel saikini oluşturmaktadır. yazarın temel tezi, kadına dair yerleşmiş olan mevcut algının kökeninde yer alan Fars kültürü ve Hz. Peygamber ve imamlara isnad edilen hadis ve rivayetler üzerine kurulu dinî/islamî geleneğin ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmasının aciliyeti üzerine kuruludur. Böylesi bir sorgulama Fars kültürünün kadına dair algısının oluşmasındaki iran’ın tarihsel şartlarına ve dini/islamî geleneğin içerisine sızmış ve hatta onu neredeyse karakterize etmiş olan yahudi ve Hıristiyan israiliyatına ışık tutacaktır. yazarın çeşitli vesileler ile kaleme aldığı makalelerden oluşan çalışma, temel olarak “Halk kültürü açısından otoriterlik”, “kadın karşıtı kültür israiliyata Dayanmaktadır”, “kadın ve Siyaset” şeklindeki üç makale üzerinden analiz edilebilir. Çalışmanın temel hedefi ise eski cahiliye (kökleşmiş adet ve gelenekler) ve yeni cahiliye (görünüşe önem veren gayrı ahlakî ve ithal düşünceler) temaları üzerinden mazlum haline getirilen kadına dair meselelerle ilgili okuyucuların zihninde bir kıvılcım oluşturmak ve daha geniş kapsamlı çalışmalara zemin hazırlamak olarak tespit edilmiştir.2
Farklı etnik kökene sahip hükümdarlarına rağmen muhafaza edilen baskıcı ve diktatör bir monarşiye dayalı saltanat sisteminin iran idaresinin sabit bir özelliği olarak varlığını sürdürmesinin sebebini, otokratik yönetimleri kabul eden bir kültürde arayan “Halk kültürü açısından otoriterlik” başlıklı makale, iran’ın darbı mesel ve hikmetli sözleri üzerine kurulmuştur. yazarın “eğer amacımız gerçekten de ülkemizin ıslahı ve gelişimi ise öncelikle zayıf yönlerimizi ve eksikliklerimizi tanımamız, ardından bunları gidermek için girişimde bulunmamız gerekir” şeklindeki ifadesi, çalışmada, iran kültürü ve iranlılara dair yapılan olumsuz tasvirlerin gerekçelendirilmesi olarak kabul edilebilir. Makale, “toplumda totaliter rejimin kabulünü kolaylaştıran en önemli etkenlerden birinin kültür olduğu” ve “yaygın olarak kullanılan darbı meselleri incelemek yoluyla halk psikolojisinin derinlerinde yatan özelliklerine ulaşmanın mümkün olduğu”3 şeklindeki iki iddia üzerine kuruludur.
Edward Burnett tylor’un “bilgi, inanç, sanat, ahlak, kanun, gelenek, görenek ile toplumun bir üyesi olan ferdin kişisel yetenek ve becerilerini içeren karmaşık bir bütün” şeklindeki kültür tanımını esas alan kadivar, otoriter ve totaliter rejimin varlığını kolaylaştırıcı etken olarak yalnızca kültürü esas almanın doğru bir yaklaşım olmayacağını ifade etmekte ve iran’ın tarihi, coğrafi, siyasi ve iktisadi etkenlerinin de varlığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bununla birlikte kültürel unsurun, diğerlerine kıyasla özel bir konuma sahip olduğunun da altını çizmektedir. Halk kültürü kavramını bir Batılı ifade olarak “folklor” ile karşılayan yazar, “lafız ve anlam bütünlüğü açısından zarif bir kompozisyonla oluşturulmuş, insanlar arasında ya hiç değişmeden ya da çok az bir farkla kullanılarak şöhret kazanmış, teşbih içerebilen ve bilgece söylenmiş sembolik öz ve ifadeler”4 olarak tanımladığı ve iran’ın tarihi geçmişinden izler taşıdığını kabul ettiği darbı meselleri, baskıcı ve otoriterliği kolaylaştırıcı yönüyle folklorik kültürü incelemede esas almaktadır. Farsçanın mesellerin zenginliği açısından dünya dilleri arasında ikinci veya üçüncü sırada oluşu ve milletin sinesinden doğmaları hasebiyle yok edici etkenlere karşı daha dirençli olmaları, çalışmada, yazarın darbı meselleri tercihinin sebepleri arasında gösterilmektedir. kadivar bu noktada, kitabında sıkça yaptığı üzere, amerikalı yazar Will Durant’a atıf yapmakta ve “bizler nasıl isek onlar da öyle olacaktır. kanunlar ve hükümler, bizim tabiatlarımıza göre şekillenir ve bize karşı takınılan tutumlar büyük ölçüde bizim iyi ve kötü yönlerimizin bir neticesidir”5 tespitinde bulunmaktadır. iran’ın tarihine neredeyse kazınmış olan bu otoriter ve totaliter rejimlerin sebeplerini ve tabiri caizse “suçlularını” Batı sömürgeciliğinde ve şahların istibdadında arayan araştırmaları da tenkid eden yazar, merceği halka tutmanın zorunluluğunun altını bu vesile ile bir kez daha çizmektedir.
Ataerkil yapısı ile “aile”, fertlerin birbirleriyle olan ilişkileri olarak “toplum” ve halkın yönetici tabakayla ilişkisi olması bakımından “yönetim”, kadivar tarafından otoriterliği kolaylaştıran etkenler olarak tespit edilmektedir. iran’da tarih boyunca yaşamın en muteber ve en mukaddes asli unsuru olarak kabul edilen aile, kadın erkek ilişkilerinde adil ve eşit bir temele dayanmadığı için istibdadın ve otoriterliğin başka alanlarda ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. yazara göre ailedeki bu ataerkil yapıda kadın, hakir görülüp aklı kıt, duygusal, vefasız ve cahil olarak nitelenirken erkek yüceltilerek yüksek bir konuma oturtulmuştur. iran edebiyatında kadının ya aşık olunan ya arzu edilen bir dilber ya da kendisine acınması ve şefkat gösterilmesi gereken zayıf ve güçsüz bir varlık olarak konumlandırıldığına yer verilen çalışmada, kadının küçümsenmesinin geldiği boyut olarak erkeklerin hakaret maksadıyla kadına benzetildiği ifade edilmekte ve “koca, kadının küçük tanrısıdır” meseline benzer örneklere yer verilmektedir.6 otoriterliği kolaylaştıran ikinci etken olarak fertlerin birbirleriyle olan ilişkisi zikredilmektedir. Burada kadivar kaba hatlarıyla kısa bir iran tarihi yapmakta ve bununla, devamen zikredeceği birtakım karakter özelliklerinin adeta adresini göstermektedir. Çoğu toplumda olduğu üzere, iranlılara has bazı özelliklerin yaşanılan tarihsel dönemlerin etkisi ile şekillendiği ifade edilmektedir. uzlaşmacı tutum, dalkavukluk, riya, yalancılık, görüşlerde kararsızlık tembellik, suskunluk, cehalet ve hurafelerin yaygınlığı yazarın yerli ve yabancı yazarlardan toparlayarak tespit ettiği özelliklerdir. yazar herhangi bir itiraz veya savunmaya başvurmaksızın iranlılara dair olumsuz nitelikleri tespit etmekte ve ardından adeta sağlamasını yaparcasına iran edebiyatından örneklere yer vermektedir.
“Günlük hayatımızda yakından şahit olduğumuz gibi, yüksek mevkideki insanların önünde tevazuuyla eğilme, düşük düzeydekilere karşı ise güç kullanma ve zorbalık yapma birçok iranlının ruhunda yer edinmiştir. nitekim bu özellikler Batılıların da gözünden kaçmamış ve yazılarında İranlıların aynı düzeyde ve konumdakilere karşı saygılı ve cana yakın fakat kendilerinden daha düşük seviyede olanlara karşı ise kendini beğenmiş ve zorbaca davrandıklarını tekit etmektedirler. (vurgu bize ait)”7
Yukarıda yapılan alıntıda vurgulu ifadelerle yer verilen husus kadivar’ın kitabında, Batı’nın bir onay makamı/merkez olarak kabul edilişinin bir örneği kabul edilebilir. Bununla ifade edilmek istenen, özellikle mezkur makalenin üzerine oturmuş olduğu temel kavramların tanımlarında veya iranlılara dair olumsuz özelliklerin sağlamasının yapılmasında Batılı kaynaklara öncelikli sıranın verilmesidir.8 yukarıdaki satırlarda yer verilen husus ile ilgili yerli yazarlara da birçok atıf yapılmakta ve “sağlam inanç eksikliği, güç ve paraya tepki, korku ve şüphe, bireysellik, gıybet, riya, tevazu ve inat” başlıkları ile çeşitli edebî örnekler zikredilmektedir.9 “Eğer bir toplumda diktatörlük ve otoriterliğe uygun şartlar oluşmaz ve insanlarda bu şartlara aşina olmazsa, fertlerin de bu özellikleri tek başına kazanma ve geliştirme imkanı yok demektir” şeklindeki tespiti ile halkın hakim tebaya yönelik algısına geçiş yapan kadivar, iran yönetimine dair olumsuz tasvirlerde bulunmakta ve konuyu özetlemesi bakımından önemli olan aşağıda yer verilecek olan ifadeleri kaydetmektedir:
“Şahların tarihini okuduğumuzda şu dört şeyden başka bir iş yapmadıklarını görürüz: adam öldürme, zamparalık, şarap içme ve avcılık. Bu dört şeye ilave olarak halktan para alma dışında başka hiçbir şey yapmamışlardır.”10
Martin luther ve Erich Fromm’a referansla yönetim ve teba arasında yakın bir ilişkiden bahseden kadivar, nihai olarak bir inancın her iki taraf açısından da makbul olması durumunun, tarafların karakteristik yapılarının birbirine önemli ölçüde yakın olması ile ilgili olduğu kanaatindedir.
“Kadın karşıtı kültür israiliyata Dayanmaktadır” başlıklı makale, 1979 iran islam Devriminin yazara göre en önemli yönünü teşkil eden ve ihmal edildiğini düşündüğü kadınların devrim mücadelesinde yer almaları ve hatta kanaatimizce daha doğru bir ifade ile “yer alabilmeleri” vakasından ilham ile kaleme alınmıştır. imam Humeyni’nin “biz bu başarıyı erkeklerden çok kadınlara borçluyuz” şeklindeki ifadesi metnin hemen başında yer almaktadır. Devrimin kadivar’da uyandırdığı heyecan, kanaatimizce kendisini “iranlıların fikir sistemlerinin oluşumunda hangi kesimden olursa olsun kadına bakışın önemli etkisi” üzerine yazmaya itmiş olsa gerektir. Makalenin son bölümünde “imam Humeyni’nin kadın’a Bakışı” başlığı ile verilen kısımda Devrimin ve imam Humeyni’nin yazarın zihnindeki önemi ve etkisini göstermektedir. Zira ona göre imam Humeyni’nin sözleri ve ardından gelen iran islam Devrimi kadına bakışta niteliksel bir değişiklik ortaya koymuştur. Bölgede ve dünyada yeni bir siyasî islam hareketi meydana getirdiği gibi daha da önemlisi dini düşünce başlığı altında kasıtlı olarak ortaya atılan kalıplaşmış ve irticai bazı düşüncelere de dikkat çekilmiştir.11 Bu kalıplaşmış irticai düşünceler bir çökelti halinde iran kültürüne yerleşmiş ve o hal almıştır ki, dindar olmayanların dahi kadına dair geliştirdikleri obje veya eşya gibi görülme üzerine kurulu kanaatlerinde etkili olmuştur. Gerek Sünni gerekse Şii kaynaklarda merkezi bir konuma sahip olan allah’ın kadını erkeğin eğri kaburga kemiğinden yaratmış olduğuna dair rivayetlerden ve kadını hayvanla eş görecek seviyede çarpıcı ifadelerin yer aldığı Molla Sadra ve Hacı Molla Hadi Sebzevari örneklerinden sonra kadivar, “bu inanç ve görüşlerin kuranî ve islamî bir dayanağı olup olmadığı ve Hz. Peygamber ve imamların hayatından böyle bir anlayışın elde edilip edilemeyeceği”12 üzerine soru sormaktadır. Çok kısa ve net bir ifade ile söz konusu rivayetlerin kaynağının israiliyat olduğunu belirtmekte ve “israiliyat’tan kadın karşıtı kültüre, oradan düşünceye ve nihayet kültüre” giden bir denklem kurmaktadır. tevrat’tan verilen örnekler ile desteklenen bu denklemin ardından, islam’a göre kadın ve erkeğin tek bir özden yaratıldığı ve cinsiyetin insan türünün temayüzüne sebep olarak gösterilmediği düşüncesi nisa ve nahl Surelerindeki ayetler ile desteklenmektedir.13
“Kadın hakkındaki bunca ayet, hadis ve sahih rivayetlere rağmen, ne yazık ki israiliyata dayalı yaklaşımlarla bunlardan oluşan kültür, neticede birçok kadının kendilerinin “zayıf bir varlık” ve “ikinci sınıf” olduklarını ve siyasete katılma ve siyasi konularda karar verme gibi bazı önemli işlerde ehliyet sahibi olmadıklarını kabul etmelerine sebep olmuştur. kenarda yer alan kadının en büyük hüneri “aslan gibi erkekler doğurmak”tı. Bu durum açıkça islamî öğretiye ve kuran temeline ters düşmektedir. (…) Her ne kadar bazı Müslümanlar din adına kadını kenara itmiş olsalar da, islam dini, onu bir insan olarak toplumun merkezine yerleştirmiştir. Fakat cehalet bu gerçeği perde gibi örtmüştür.”14
Yazarın görüşlerini özetler nitelikteki alıntı, kadivar’ın kadınların devrimde yer alışlarına yüklemiş olduğu iki farklı anlam ile tamamlanmaktadır. Buna göre devrim ile ilk olarak kadının kişiliğine nispet edilen mevcut yaygın bakış açısına itiraz edilmiş ve ikinci olarak imam Humeyni’nin sözlerinde belirginleşen şekliyle, islam düşüncesinin “en saf haline” ulaşma isteği doğmuştur. Devrimin meydana getirdiği değişim ile kadının toplumdaki işlevi kenardan merkeze kaydırılmış ve yapıcı ve müspet bir eğilime doğru yönlendirilmiştir.
Kadivar’ın “islam düşüncesinin en saf hali” olarak işaret ettiği, islamcı bir tabirle, “gerçek islam”ın temel ilkeleri, kitabın son makalesi olan “islam ve kadın” makalesinde aranabilir. Söz konusu makalede Müslüman kadın ve erkek ilahi davet ve sorumluluk açısından eşit olmaları üzerinden konumlandırılmaktadır. insanın tekamülü paydasında buluşan iki cins bu görevde eşit sorumluluğa sahiptir. “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım”15 emrine muhatap kabul edilen kadın ve erkek bu hitaba muhataplık derecesi bakımından eşittirler. yaratıcı tarafından kadına dair tayin edilen tek özel konum ise neslin idame ettirilmesinden başka bir şey değildir. Buradan yazara göre çıkarılacak ilk sonuç kuran açısından ve adalet prensibi gereğince kadının toplumsal rolünün erkeğinki ile eşit oluşudur. Diğer taraftan adem’in aldanışının müsebbibi olarak gösterilen Havva algısını yıkmak isteyen yazar, kuran’da isyan fiilinin Havva’ya değil adem’e nispet edildiğini16 hatırlatmakta ve bu konuyla ilgili Şii alimlere atıfta bulunmaktadır. kadivar islam düşüncesinde kadına dair bir diğer ilkeyi de, kuran’da cinsiyetin, insanın asıl zatıyla hiç alakası olmadığı, kadın ve erkeğin aynı türden kabul edildiği şeklindeki tespit ile kurmaktadır.17 yazar pek çok irfan, ahlak ve şiir kitabına da konu olan ve islam toplumunun temellerine yerleşen kadına dair olumuz algının temelinde Hz. Peygambere ve masum imamlara atfedilen zayıf rivayetlerin olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte senedi sağlam olan ve fakat yine kadına dair olumsuz yargılar barındıran rivayetleri de dönemine göre belirli bir bağlam ve belirli şahıslar üzerine olduğunu kabul etmektedir. islam Devrimi’nin bereketi ve imam Humeyni’nin açık görüşlülüğü ve imamların söz ve uygulamaları sayesinde günümüzde büyük bir cesaret ile cehalet perdesini kaldıran çalışmaların yapıldığını ve fakat bununla birlikte iran tarihinin tüm ilgisini erkeği methetmeye ya da zemmetmeye ayırdığı, tabiri caizse, kadının irabta mahalli olmadığı ve iran kültürünün erkekler tarafından yine erkekleriçin yapılan bir kültür olduğu ifade edilmekte ve adeta yapılması gerekenlerin ağırlığının altını çizmektedir.
“Kadın ve Siyaset” başlıklı makale kadivar’ın kadın ve erkek eşitliğinin sağlanamadığı, ayrımcılığın ve kadın aleyhine söylemlerin ağır bastığı bir alan olarak, siyasette kadının yerinin tespitine dair kaleme alınmıştır. tarihin başlangıcından itibaren düşünürlerin kadını siyasetin kenarında ve dolayısıyla tarih sahnesinin dışında konumlandırdıklarını ifade eden yazar, metninin temeline “kuran’ın kadın konusundaki aydınlatıcı ufkunu ve imam Humeyni’nin taassup ve cehalet perdelerini yırtan aydın düşüncelerini yerleştirdiğini”18 ifade etmektedir. cahiliye döneminde Mecme’i Makun denilen yerde kadının insan olup olmadığının tartışıldığına ve Hz. Ömer’in “allah’a yemin ederim ki, bizler cahiliye döneminde, allah haklarında ayet indirinceye kadar ve kendi paylarına düşeni verinceye kadar kadınları hesaba katmazdık” ifadelerine yer verilmekte ve doğrudan imam Humeyni’nin toplumun islam algısında ve kadına bakışta yarattığı değişime, hiçbir detay ve örnek verilmeksizin, işaret edilmektedir. imam Humeyni’nin “cehalet ve hurafe kalelerini yıkma ve islam’ın esas kaynağına ulaşma” doğrultusundaki birkaç ifadesine yer verilen makalede, bunların ne kadarının gerçekleştirildiği veya söz konusu hedefe ulaşma adına nelerin yapıldığına dair herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. imam Humeyni’nin bu konudaki görüşlerinin kuran’a dayandığı ifade edilmekte ve kuran’ın hangi kadın tipinden övgüyle bahsettiğini göstermek ve siyasette kadının konumunu tespit edebilmek adına Saba Melikesi Belkıs ve Zehra (a.s)’a yer verilmektedir. kadivar mezkur iki ismi kadının toplumda lider olabileceğine yönelik en güzel iki örnek olarak kabul etmekte ve bir sonraki adıma geçerek “kadının toplumdaki diğer sorumluluklar ve siyasi mevkilere uygunluğu”nu tartışmaktadır. Bu konuda yazar “erkekler kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcarlar (ve ailenin geçimini sağlarlar)” mealindeki nisa 34. ayete değinmekte ve bazı müfessirlerin bu ayeti “erkeklerin bu kollayıcılığını sadece ailede değil toplumsal alanda da geçerli olacak”19 şekilde tefsir etmelerine itiraz etmektedir.
Yönetim, yargı ve savaş gibi güçlü muhakeme ile duyguları dizginlemenin gerekli olduğu sosyal işlerin erkeklere verilmesi gerektiğine yönelik alimlerin görüşlerine yer veren kadivar, ayetullah Salih necefabadi’nin “Söz konusu ayet sosyal, siyasal, adli veya savunma savaşı gibi konularla değil, aile düzeni ve karı koca yaşamı ile ilgilidir” şeklindeki tefsirine yer vermekte ve esasında kadın meselesinin zamana ve mekana bağlı, yeniden değerlendirilmesi gereken meseleler arasında olduğunu kabul etmektedir. kadının sahip olduğu şartların zamanla değişmesi, kaçınılmaz olarak farklı tahlil ve hükümleri gerekli kıldığına yönelik kanaatini de dile getiren yazar, Devrimin Müslüman kadınlarının birinci derecede karar verici mevkilerde yer alacağına dair temennisinin altını çizmektedir.
Kadivar, kitabındaki temel örüntünün merkezine otoriterliği yerleştirmekte, otoriterliğin bir türü olarak ataerkilliğe işaret etmekte ve ataerkil zihniyeti aile, toplum ve yönetim üzerinden takip etmektedir. Halk kültürü üzerinden yapılan bir okuma sonucunda iran toplumunun kültürel bir unsuru olarak tespit edilen ataerkil zihniyetin kadın meselesi üzerinden okunması ise kitabın temel amacını oluşturmaktadır. Çalışmada dünya genelinde kadınların erkeklere nazaran “ikinci sınıf” insan muamelesi gördüğü ve kadın meselesinin esasında iran kültürünün değil dünyanın bir meselesi olduğuna yönelik, yer yer, herhangi bir isnadı olmayan indirgemeci ifadelere yer verildiği de gözlenmektedir. Değinilmesi gereken önemli bir husus ise cemile kadivar’ı iran’daki kadın hareketleri bağlamında konumlandırma meselesidir. literatürde özellikle de iran’daki feminist hareketler özelinde kullanımı çok yaygın olmakla birlikte, problemli bir ifade olması hasebiyle islamcı feminist kavramı tarafımızca özellikle kullanılmak istenmemektedir. Bununla birlikte yazarın durduğu çizginin feminist bir çizgi mi olduğu veya feminist çizgi ise nerede konumlandığına dair ikna edici bir kaynak ile karşılaşılmadığı da burada belirtilmelidir. kadivar’ın uluslararası kadın hareketlerinin iran’daki kadının statüsüne olumlu etkisinin bulunduğuna yönelik ifadeleri20 ve iran’daki feminist hareket üzerine kaleme alınan çalışmalarda yer yer isminin geçirilmesinin karışıklıklara sebep olduğu görülmektedir. Devrimden sonra dini elitler ve iranlı kadınlar arasında islamcı bir toplumda cinsiyet rollerine dair temel olarak üç görüşün öne çıktığı kabul edilmektedir ve Mir-Hosseini bunları gelenekselci, yeni gelenekselci ve modernist perspektifler olarak kavramsallaştırmıştır.21 cemile kadivar’ın kanaatimizce, ataerkil yorumlara bir denge getirme çabası, kuran’a yaptığı referans ve bilimsel olarak Batı’ya başvurma ve “cinsiyet tamamlayıcılığı” üzerinden tanımlanan yeni gelenekselci kadın hareketi çizgisi üzerinden okunması mümkündür. yazarın “tamamlayıcılık” içeriği ile kullandığı “cinsler arası eşitlik” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” vurgusu, kuran’a yaptığı müracaat ve islam’ın en saf haline dönüş ilkesi yeni gelenekselci hat üzerinde anlamlı olabilecek donelerdir. nihai anlamda söylenebilecek olan “kadın haklarını cinsel eşitlik temelinde savunan hareket ve ideolojilere atıfta bulunan feminizmin, iran’daki birçok akademisyen ve araştırmacı tarafından kadınların dinlerini korumasını sağlayan bir yorumla uyumlu kabul edildiği”22 olsa gerektir.
Kaçarlar döneminde kadının tamamen yok olduğunu, Pehleviler döneminde ise özgürlük ve modernleşme adı altında “şey” ve “obje” haline getirildiğini ifade eden kadivar, söz konusu meselenin islamî çizgide, ulamanın rehberliğinde, zamanın şartları dikkate alınarak çözülmesi gereken bir mesele olduğu kanaatindedir. kadının özgürleştirilmesi ve eğitimden siyasete kadar her alanda olabilmesi adına, kitap boyunca, büyük bir heyecanla başvurulan imam Humeyni’nin, devrim sırasında islam’ı savunmak uğruna siyasal gösterilere katılan kadınların erkeklerle eşitliği ve katkılarının önemi üzerine kurgulanan islamcı söyleminin iktidarı ele geçirir geçirmez kadınların evcilleştirilmesi ve dindarlaştırılmasına dayalı özgün bir cinsiyet ayrımcılığının kurumsallaştırılmasına yönelik politikalara yönelişinin23 kadivar’ı ne kadar tatmin ettiği, bu noktada tarafımızca soru olarak bırakılacaktır.