Tarihsel Sorumluluklar Almak
Sayı:1 / Özgürlük ve Teslimiyet - Dosya
Atasoy Müftüoğlu
Gündelik siyasetin, gündelik siyaset yapılarının, gerçeklerinin pragmatik sınırları içerisinde kalarak, pragmatik bir dil kullanılarak, Islami bütünü ve bütünlüğü temsil eden bir kültür bilinci, tarih bilinci, bilinç tarihi içeren yüksek bir kültür oluşturulamaz.
Islam dünyası toplumları, Islam’ın ilk yüzyıllarında, görüş ufuklarını hiç ara vermeksizin genişleterek, en yüksek düzeyde, çok kapsamlı birlik ve bütünlükler gerçekleştirdiler. Görüş ufuklarının hiç ara vermeksizin daralmaya başlamasıyla birlikte de parçalanmalar yaşamaya baş-ladılar. Sözünü ettiğimiz daralma ve hastalıklı karşıtlıklar, ucuz rekabetler sebebiyle, Islam dünyası toplumlarında ve tarihinde pek çok şey yarım kaldı ve tamamlanamadı. Islam dünyası toplumları ve kültürleri maruz kaldıkları daralmalar sebebiyle, 16. yüzyılla birlikte başlayan ve dünya çapında dönüştürücü dinamikler gerçekleştiren, altüst oluşlara neden olan büyük dönüşümü gereği gibi algılayamadılar, değerlendiremediler, hatta değerlendirme ihtiyacı bile duymadılar. Bu nedenle de, büyük dönüşümle ilgili Islami çözümlemeler yapamadılar, cevaplar veremediler, içerisine girdikleri genel durgunluk sebebiyle, Batı ile rekabet edebilecek koşulları oluşturamadılar.
Islam dünyası toplumlarının ve kültürlerinin, büyük dönüşümü gereği gibi algılayamadıkları, çözümleyemedikleri tarihten bu yana, modern-seküler dünya, Avrupa modeli-nin seçeneksiz bir model olduğu, bu modelin karşısına çıkarılabilecek bir başka model olmadığı iddiasını çok kibirli bir şekilde, açıkça meydan okuyarak sürdürüyor. Bu iddialar günümüzde, küreselleşme söylemi yoluyla yoğun bir biçimde gündemde tutuluyor. Küreselleşme söylemi hem kapitalist egemenliği, hem de kapitalizm aracılığıyla sürdürülen emperyalizmi meşrulaştırıyor. Küreselleşme söylemi, bugünün her tür emperyalizmini, bu emperyalizmin poli-tik/ ekonomik, kültürel uygulamalarını aklayabiliyor. Dünya pazarı için üretilen medyatik kitle üretimi ve kitle üretiminin egemenliği yoluyla/ideolojik yargılar, çerçeveler, her tür değer ve anlam sistemini geçersiz kılabiliyor. Endüstriyel kültürün kitle üretimleri hangi ülkede, hangi kültürde yaşıyor olurlarsa olsunlar, genç kuşaklar için her durumda büyüleyici-çekici olabiliyor. Endüstriyel kültür ve propaganda, kapitalist emperyalizmin çıkarlarına uygun bir dünya görüşü ve hayat tarzı icat ederek, bu tarzı bütün toplamlara dayatabiliyor. Islam dünyası ülkeleri/halkları modern-seküler-liberal-kapitalist dünya görüşüne ve hayat tarzına maruz kaldıkları günden bu yana, sahte ve yabancı kendilikler, sözde kendiliklerle hayatlarını sürdürüyor. Sahte-sözde ve yabancı kendilikler sebebiyle, Islami bütünü özgürleştiremiyor, bağımsızlaştıramıyor. Müslüman hayatlar ve varoluşlar, modern-seküler-liberal mutlaklar tarafından yönlendirildiği/biçimlendirildiği için, bugün kamusal hayatta ve dünyada ne yazık ki, hiç bir Islami sözcüğün ve kavramın otoritesi yoktur.
Günümüz tarihinin, ideolojik ve ırkçı amaçlarla, ticari amaçlarla kötüye kullanılması karşısında, Islam dünyası toplumlarının ve kültürlerinin tarihsel çapta, çok büyük sorumluluklar alması gerekiyor. Tarihsel sorumluluklar almak için büyük sayılara, büyük paralara sahip olmak yeterli olmuyor, büyük niteliklere sahip olabilmek, eleştirel anlamda bir entelektüel güç sahibi olmak gerekiyor. Toplumlarımızın niteliksel bir mücadele için uzun vadeli bakış açılarına ihtiyacı var.
Kapitalist, neoliberal, seküler dil-bilgi-söylem, kendi geleneklerini, kültürlerini, tarihlerini ve kendi özel çıkarlarını sömürgecilik yoluyla evrenselleştirebilmiştir. Bu evrensellik biçimi, Avrupa değerleri, kavram ve kurumları temelinde şekillendiği halde, bugün, Islam dünyası toplumlarını da içerisine alacak şekilde, bütün dünyada, maalesef, karşı konulamaz bir kader gibi yaşanıyor, yaşatılıyor. Bir yanda, Avrupa bitiyor, çöküyor, tükeniyor şeklinde bir propaganda dili kullanırken, bir diğer tarafta Avrupa kavram ve kurumlarına bağımlılığımız tartışılamaz bir biçimde sürüyor. Irkçı ve ideolojik bir evrenselliğe maruz kalan bütün toplumlar, kültürel kişilikleri olmayan, kendi Özgün kültürel anlamlarını, varoluşlarını temsil edemeyen toplamlara dönüşüyor. Bu nedenledir ki, bugün, Islami kavram ve kuramlara kaybettikleri itibarını, otorite ve meşruiyetini yeniden kazandırabilecek somut, sistematik bir çaba harcanmıyor.
Ulus-devletler çağında, Islam toplumları, Islam düşüncesinin uluslarüstü karakterinden soyutlanarak, bir şekilde ulusallaştırıldı. Islami birlik ve bütünlük düşüncesinin etkisini, belirleyiciliğini ve hayatiyetini kaybetmiş olması, hiç bir şekilde gerekçelendirilebilir bir durum değildir. Müslümanlar olarak, yeniden ortak bir bilinç ve kültür dili oluşturmak, bu bilinç ve kültür dilini paylaşan düşünürler, bilginler ve filozoflar yetiştirmek zorundayız. Bu çaba, etnik ve dilsel aidiyetlerin üzerinde kalarak gerçekleştirilebilir. Ortak geleceğin yeniden inşası, farklı-lıkları sorun olmaktan çıkaran bir yaklaşımla başlatılabilir. Bu yaklaşım, mutlak bir bilinçle, düşüncenin hizmetine girerek, düşünsel fetihler ve fedakarlıklar yoluyla başlatılabilir. Mutlak bir bilinç yoluyla, Islami bütün içerisinde hiç bir karşıtlığa, hiç bir üstünlük iddiasına ve hiç bir önyargıya izin vermeyen yüksek bir kültür oluşturulabilir.
Kendilerini Islam dünyası ülkeleri olarak tanımlayan her ülkenin, kendi kederi konusunda taşıdığı hassasiyeti, kaygı ve sorumluluğu aynı yoğunlukta, aynı içtenlikle, diğer ülkeler için de taşımadığı takdirde, nihai bütünlük ve dayanışma asla sağlanamaz. Günümüzde, sömürgeci güçlerin kurduğu ulus-devletler, ulus-devletlerin kuruluşuyla birlikte çok etnisiteli ve çokkültürlü yapıların ulusal kimlik ve resmi milliyetçilikler adına etkisiz hale getirilmesiyle birlikte, ortak kader hassasiyetine, bütünlük bilinci hassasiyetine büyük ölçüde yabancılaşıyor. Aynı şekilde, Kürt halkının birbirinden farklı resmi milliyetçilikler ve ideolojiler (Arap-Iran-Türk) aracılığıyla kuşatılmış, baskılanmış ve yönlendirilmiş olması, Kürt halkını da kültürel/politik parçalanmaya sürüklemiş, bu parçalanmalar nedeniyle de, kimi çıkarlar adına araçsallaştırılmalarına ve yabancı güçlerin himayesine açık hale gelmelerine neden olmuştur.
Modern-seküler zamanlar, bütünüyletutarsızlıklarla malul olan zamanlardır. Kavramlarla gerçekler arasında hiç bir zaman bir bütünlük olduğu görülmemiş, duyulmamıştır. Modern zamanlar, sınırları ve işlevleri nerede başladığı ve nerede bittiği belli olmayan çok muğlak bir akıl ve çok muğlak bir özgürlük kavramı üzerinde şekillendi. Bu zamanlar boyunca, ideolojik ve ırkçı ihtiraslar, çıkarlar ve iktidarlar, Batılı olmayan halkların haklarına, akıllarına ve özgür-lüklerine hiç bir seklide saygı duymadılar. Aklın tekelini, özgürlüğün tekelini elinde tuttuğunu iddia eden Batıdünyası, Batı dışı dünyanın akılsızlığına ve barbarlığına hükmederek, onları sömürgeleştirdi, onları bütünüyle ve her alanda mülksüzleştirdi. Bugünün dünyasında, yanlış mutlaklar temelinde biçimlendirilen örgütlü propaganda yoluyla “akıl” ve "özgürlük" kavramları belirleyiciliğini sürdürebiliyor.
Gündelik siyasetin, gündelik siyaset yapılarının, gerçeklerinin pragmatik sınırları içerisinde kalarak, pragmatik bir dil kullanılarak, Islami bütünü ve bütünlüğü temsil eden bir kültür bilinci, tarih bilinci, bilinç tarihi içeren yüksek bir kültür oluşturulamaz. Ulusal çıkar bağlamanda oluşturulan bir düşünce- kültür-tarih yaklaşımıyla, Islami bütüne hitap edilemez. Her alanda meşruiyetin, otoritenin resmi akıl tarafından, tanımlanarak kurumsallaştırıldığı, kimliklerin tek biçimli olarak konumlandırıldığı toplularda, Islami meşruiyetin ve otoritenin yeniden konuşulması/tartışılması gerekir. Ulus-devletlerde, resmi akıl, farklı etnik ve kültürel kimliklerin kimliklerinden feragat etmelerini isterken, Müslümanların da, Islami çabalarını, etkinliklerini, mücadelelerini resmi akla, resmi mantığa, resmi yapılara göre belirlemelerini istemektedir.