Entelektüel Yalnızlık

Sayı:16 / YALNIZLIK/ uzlet, inziva, tek başınalık, terk edil - Dosya

Mustafa Tekin

ENTELEKTÜEL YALNIZLIK
                                                        Mustafa TEKİN
                                            Prof. Dr./İstanbul Üniversitesi
Victor Hugo’nun “Notre Dame’ın Kamburu” romanının başlarında şöyle bir enstantane geçer. Notre Dame manastırının meydanında festival yapıldığı sırada, meydanın orta yerinde matbaada yeni basılmış bir özgürlük bildirisini bir delikanlı heyecanlı bir şekilde okumaktadır. Danslar ve şarkıların icra edildiği bu festivali yöneten ve çokça konuşan bir adam okuyucuya yaklaşır ve onu susturur. Akşam bir şekilde bu ahalinin eline düşen bildiri okuyucusu delikanlı ile ahalinin lideri arasında bir tartışma olur. Delikanlı gündüzki bildiriyi kendisinin okuduğunu hatırlatır. Bunun üzerine ahalinin lideri mealen şöyle der: “Sen bir entelektüelsin. Sizler asillerden bile kötüsünüz. Onlar bize insan muamelesi yapmazlar; siz ise bizim başımıza bela açarsınız; biriniz masamıza ekmek koymaz.”[1] Entelektüel ne halk ne de kral tarafından sevilen bir tip değildir. Halk kendi pragmatizminde entelektüeli olabildiğince fantezik ve soyut bulurken, kral da onun sürekli eleştirilerinden yakınmaktadır. Hasılı ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilen entelektüel için yalnızlık neredeyse bir kaderdir.
ENTELEKTÜEL YALNIZLIK
                                                        Mustafa TEKİN
                                            Prof. Dr./İstanbul Üniversitesi
Victor Hugo’nun “Notre Dame’ın Kamburu” romanının başlarında şöyle bir enstantane geçer. Notre Dame manastırının meydanında festival yapıldığı sırada, meydanın orta yerinde matbaada yeni basılmış bir özgürlük bildirisini bir delikanlı heyecanlı bir şekilde okumaktadır. Danslar ve şarkıların icra edildiği bu festivali yöneten ve çokça konuşan bir adam okuyucuya yaklaşır ve onu susturur. Akşam bir şekilde bu ahalinin eline düşen bildiri okuyucusu delikanlı ile ahalinin lideri arasında bir tartışma olur. Delikanlı gündüzki bildiriyi kendisinin okuduğunu hatırlatır. Bunun üzerine ahalinin lideri mealen şöyle der: “Sen bir entelektüelsin. Sizler asillerden bile kötüsünüz. Onlar bize insan muamelesi yapmazlar; siz ise bizim başımıza bela açarsınız; biriniz masamıza ekmek koymaz.”[1] Entelektüel ne halk ne de kral tarafından sevilen bir tip değildir. Halk kendi pragmatizminde entelektüeli olabildiğince fantezik ve soyut bulurken, kral da onun sürekli eleştirilerinden yakınmaktadır. Hasılı ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilen entelektüel için yalnızlık neredeyse bir kaderdir.
Entelektüel günümüzün toplumlarında bilgi açısından yapılan tabakalaşmada öne çıkan bir figürdür. Günümüzde entelektüel değişen işlevleri ve konumu açısından bir tartışma konusu olarak görünmekle birlikte, yine de değişen etkinliği ile dikkat çekmeye devam etmektedir. Ortaçağ’da Batı’da rahiplerin gördüğü bu işlev, modern zamanlarda “aydın” ve “entelektüel” denilen portreye devredilmiştir. İslam dünyasında erken zamanlardan itibaren “ulema” bunun karşılığı olurken, batılılaşma süreci ile birlikte “aydın” kavramının karşılığı olarak “münevver” kullanılmıştır. Gerek Batı’da rahiplerden “aydın” ve “entelektüel”e geçiş, gerek ulemadan münevvere dönüşüm sonucunda bugün aydın ve entelektüel kavramları bir bilgi otoritesi olma ve topluma yol gösterme anlamında varolmaya devam etmektedirler.
“Aydın” ve “entelektüel” işlevleri itibarıyla birbirleri yerine kullanılmakla birlikte, aralarında bazı farklar vardır. Bu farkları belirginleştirebilmek için önce aydın tanımından başlayabiliriz. Shils’e göre, Aydınlar, konuşma ve ifadelerinde, toplumun diğer üyelerinden çok daha sık olarak toplum, tabiat ve evren üzerinde genel kapsamlı ve soyut biçimde semboller kullanan kişilerin toplamıdır”[2] Burada aydının bilgi, bilgiyi daha üst düzeyde ifade etme gibi niteliklerle öne çıktığını görmekteyiz. Daha kapsamlı biçimde aydının şu şekilde tanımı mümkündür: “Hem bilgi birikimi hem de bilgiyi üretme ve işleme tarzı itibarıyla toplumdan farklılaşan, sistematik ve kategorik düşünebilen, topluma önderlik etme ve ona karşı sorumlu olma gibi bir misyona kendisinde içkin olarak sahip olan, mevcut verili olanı ve kendisini sorgulayabilen, aidiyetinin farkında olarak toplumun çok farklı sorunlarını sezip özgün çözümler sunabilen, çok farklı kanallardan mesajlar ileten ve tüm bunları insan aklının imkanları çerçevesinde yapan, iktidar ve otoriteden görece bağımsız bir sosyal kategoridir.”[3] Dikkat edilirse bu tanımda aydının bilgi açısından toplumdan farklılaşmasının yanında topluma karşı yükümlülüğü (ki kendinde içkindir) ve sorunlara dair çözümlerini farklı iletişim kanallarıyla paylaşması zikredilmektedir. Fakat buradaki en temel vurgunun Cemil Meriç’in ifadesiyle belirtirsek, “aydın başkasının kafasıyla düşünmeyen yani hiç olmazsa çok kaba mitleri ve mistifikasyonları yutmayan”[4] kişi olduğu üzerinedir.
Entelektüeli aydından farklılaştıran birkaç nokta vardır. Birincisi, “entelektüel dediğimizde bir birey, aydın ve intelijansiya dediğimizde bir grup kastedilmektedir. Yine entelektüelin bireyci bir yönü varken, aydın ve intelijansiyanın toplumcu bir yönü vardır. Çünkü batılı bir kavram olan entelektüel, birey olarak ortaya çıkmış ve temel mücadelesi bireysel haklar yönünde olmuştur.”[5] Diğer yandan entelektüelde teorik ve soyut düşünce ile toplumsallıktan görece soyutlanma gözlemlenmektedir. “Dolayısıyla entelektüel cesaretle dünyayı her gün yeni baştan kurabileceğine inanır.[6] Bunun neticesi olarak, “bir kültür taşıyıcısı, bir uyumlandırma kaynağı değil de geçicilik duygusu ve istikrarsızlık yaratan biri olma eğilimindedir.”[7]
Her ikisi de toplumsal olaylar ve ilişkiler yaşamasına ve hele bugün iletişim kanallarından akan aynı bilgi ve görüntülere bakmasına rağmen halk ve entelektüel nerede birbirinden ayrışmaktadır? Burada irdelenmesi gereken birinci boyut, halkın daha dar hacimli bir toplumsallık içinde daha çok tikellere dikkat kesilmiş olarak sorunlarına pragmatik şekilde bakarken, entelektüelin bir yandan daha geniş bir tarihsellik ve toplumsallık hacminde kendine alan yaratması, diğer yandan pratik sorunları soyutlayıp, tümelleştirip genel problematiğin bir parçası şeklinde görmesiyle entelektüelin farklılaştığını görmekteyiz. İkincisi, entelektüel sorunları geçmişe ve geleceğe doğru oynatarak hem kendisine bir görüş alanı yaratır hem de olayları birbirine bağlayarak sebep-sonuç ilişkisi kurar. Üçüncüsü, soyut ve sembolik imge yaratımıyla bir yandan tasavvurlar ortaya koyarken, öte yandan farklı bir dil oluşturabilmektedir. Dolayısıyla halkın pratik sorunlara bakarken, entelektüeli olabildiğince fantezik ve soyut bulması buraya dayanmaktadır. 
Burada birkaç sorunun irdelenmesi gerekir. Birincisi, bu durum halkla entelektüel arasında bir kopuş mu demektedir? Genel işlevine bakıldığında pratikte halk ile entelektüel arasında dil ve bilgiyi işleyiş açısından bir farklılık olmakla birlikte, bunun her zaman bir kopuş olamayabileceği belirtilmelidir. Normalde farklı dönemler ve ülkelerde entelektüelin işlevini gören figürler, halkın siyasal ve toplumsal düzeyde sorunlarını dile getirme, çözümler önerme ve haklarını savunma anlamında temsil görevlerini üstlenmişlerdir. Meselâ; İslam dünyasında resmi ulema varsa da, sivil nitelikli olan ulemanın böyle bir rolü vardır. Hatta modern zamanlarda Gramsci’nin kavramsallaştırdığı “organik aydın”[8] kavramsallaştırması, belirli oranda bu ilişkiyi tanımlamaktadır. Fakat entelektüelin bu sorunları tanımlama, çözümler önerme üzerine kullandığı dil, bu bağlantıyı zayıflatmakta ya da en azından halk ile entelektüel arasında belirli bir mesafeyi sabitlemektedir.
Söz gelimi; gündelik hayatın içinde yaşayan sosyal, ekonomik, siyasal, vb. birçok sorunu halk pragmatik ve gündelik hayatının içinde tikel ve nominal düzeyde tepki verirken, entelektüel tüm bu sorunları daha geniş ve üst bir dilde özgürlük, gelir dağılımında adaletsizlik, insan hakları ve demokratik talepler gibi kavramlarla dile getirecektir. Tam da bu sebeple halkın gündelik hareket sahasını etkilemediği sürece, entelektüellerin özgürlük söylemi bir fantezi olarak görülecektir. Dolayısıyla ilk girişte anlattığımız enstantane hatırlanırsa, burada entelektüel halka bir ekmek bile vermeyen fakat bu seçkinci ve anlamsız (!) söylemlerle halkın başına bela açan bir figür olarak sabitlenecektir. Entelektüelin halk nezdinde yalnızlaştığı nokta burasıdır. 
Bununla bağlantılı olarak entelektüelin süreç içerisinde elde ettiği bilgi düzeyi de ister istemez halk ile arasına bir mesafe koymaktadır. Çalışma alanı ne olursa olsun evren, insan ve dünyaya dair yaptığı okumalar, bu okumalarda biriktirdiği bilgiler ile önüne çıkan aktüel sorunları bu birikimleri ile değerlendirme perspektifi entelektüeli bağımsız bir kendilik haline getirebilmektedir. Bir müddet sonra hem olaylara bakış hem de kullanılan dil itibarıyla ister istemez entelektüelde de bilinçli bir kendilik algısı oluşacaktır. Bu durum halk ile entelektüeli neredeyse birbirinden yalıtık iki ayrı tabaka şeklinde konumlandırılmasını sonuçlamaktadır. Esasen tercihleri, beğenileri, hayat tarzı ve perspektifi bağımsız bir sınıf niteliğine de bürünmektedir. Böyle bir durumda entelektüelin yalnızlaşması da kaçınılmaz biçimde gelecektir.
Aslında entelektüeli olaylara bakışındaki perspektif kadar, onun toplum ve dünyaya dair huzursuz ve kaygı dolu yaklaşımı ve tasavvuru da ayırt etmektedir. Entelektüel dünya ile ilişkisinde daha geriden ve toparlayıcı bir şekilde giderek olumsuzlukların bilançosunu çıkarmaya meyyaldir. Bu durum onun sürekli bardağın dolu kısmına odaklanmasına engel olmaktadır. Bununla bağlantılı olarak entelektüel toplum tarafından sürekli huzursuzluk çıkaran birisi olarak görülme eğilimindedir. Yaklaşımlarındaki ihtiyatlı yapısı, olumsuzlukların deftere sağlıklı işlenmesi üzerine dikkatlerini yoğunlaştırmasına sebep olmaktadır. Nitekim başta romandan verdiğimiz enstantanede entelektüele hitaben “siz bizim başımıza bela açarsınız” denmesi, anlattığımız içerimlere bir göndermedir. Dolayısıyla bir anlamda entelektüel halktan farklı bir şekilde okuduğu böyle olumsuz bir dünyanın içerisinde yalnızlaş(tırıl)maktadır.
Tabii ki halk ve entelektüelin yalıtık farklı tabakalar olması ya da entelektüelin bir sınıf niteliği göstermesi otomatik olarak yalnızlaşma getirmez. Halk zaten kendi içerisinde belirli düzeyde bir kolektivite yakaladığından bir yalnızlaşmaya maruz kalmaz. (Başka sebeplerle birtakım yalnızlaşmalar yaşayabilir) Ancak, perspektifi, dünya görüşü ve dilde farklı bir düzeyde tutunduğu için entelektüelin kendi içindeki yalıtıklığı onu yalnızlaştırabilir. Bu anlamda entelektüel de “beni kimse anlamıyor” şeklinde sızlanmaların öznesi olabilmektedir. Aslında bir şey anlatmak istediğinde bile, referans yaptığı ilişki ve çerçevelerin derinliğinin kaybolduğunu hissetmektedir.
Entelektüel ile halkın ortak bir dil yakalaması mümkün değil midir? Aslında bunun uzun vadede çok imkan dahilinde olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü bir noktadan sonra hayata ve olaylara bakıştaki perspektif ile bilgi birikimi birbirinden farklılaşmaktadır. Fakat bütün bunlara rağmen entelektüelin halktan kopuk olması bir zorunluluk arz etmez. Entelektüel şayet şu üç hususta bir konum kazanırsa böyle bir birliktelik sağlanabilir. Birincisi, entelektüel sembolik, soyut ve ilmi dili olan “entelektüelce”yi kamuoyu ve topluma yönelik konuşmalarda daha anlaşılır bir dile tercüme edebilir. Doğrusu ben buna entelektüelin farklı toplumsal tabakaların dilini konuşabilmesi diyorum. İkincisi, halkın kaderi ile kendi kaderini örtüştürmelidir. Yani entelektüel sadece kelimeler üzerinden bir varoluş kazanarak kendisini kader olarak toplumdan ayrıştırdığında zaten kopuş da başlamış demektir. Modernleşme sürecinde özellikle Batı-dışı toplumların aydınları hem batılı kalıpları topluma dikte etmek hem de hayat tarzları ile ciddi bir kopuş süreci yaşamışlardır. Böylece kaderleri ortak olamayan halk ve entelektüelin kopuşunu değil, yabancılaşmasını da birlikte getirmiştir. Nihayetinde buraya kadar anlatılanlar entelektüel ya da aydının iki tür yalnızlık yaşayabileceğini göstermektedir. İlki entelektüelin bilgi düzeyi, bilgiyi işleyiş tarzı, geniş perspektifli analizler ile toplumdan farklılaşması sebebiyle yalnızlaşmasıdır ki, aslında bir noktadan sonra kaçınılmazdır. İkincisi, “entel”lik taslayarak halkın dili ve kaderinden koparak yalnızlaşmasıdır ki, sonucu bir yabancılaşmaya doğru varmaktadır.
Fakat bunlarla birlikte özellikle günümüzün hızlı değişim dünyasında gelişen olayları anlamlandırmak, ilişkilerini kurmak ve daha sağlıklı analizler geliştirmek üzere aydın ve entelektüellerin belirli oranda yalnızlığa ihtiyacı vardır. Bu, bir yandan kendisini dinleme, tezlerini gözden geçirme ve iç süreçleri yeniden okuma, diğer yandan çalışma, eserler üretme bağlamında olumlu işlevlere sahip olacaktır.
Entelektüelin toplumsal piramit içerisinde elbette önemli bir konumu bulunmaktadır. Bilgi açısından toplumda bir hiyerarşi kurulduğunda entelektüel bunun en üst katmanında yer almaktadır. Kanaatimizce burada entelektüelin en önemli fonksiyonu topluma yabancılaşmadan, hem insanlara doğru ve hakikat diye bildiklerini anlatmak, hem de insanların sorunlarına çözüm önerileri sunabilmektedir. Doğrusu entelektüelin toplumdaki çok geniş kesimle ilişkisini bu durum tanımlamaktadır. Öte yandan entelektüel bu profili ile yönetimin de dikkatini çekmektedir. Zira sahip olduğu bilgi düzeyi, perspektifi ve önerileri ile tüm toplum üzerinde entelektüel etkin bir konumda bulunmaktadır.
Entelektüel kavramı elbette “aydın” ile birlikte literatürümüze modernleşme süreci ile birlikte girmiştir. Bilindiği üzere İslam dünyasının buna karşılık gelebilecek figürü ulemadır. (Elbette paradigma ve içerik olarak farklılıklar mevcuttur.) Ulema tarih boyunca devletle toplum arasında özünde sivil alana konumlanmış bir profildir. Tabii ki bilgi düzeyi ve meseleleri uzun vadeli çözümleyiş biçimi açısından entelektüel ya da aydının uğradığı yalnızlaşma akıbetine ulema da önemli ölçüde uğramıştır. Her ne kadar ulemanın halkla ilişkisinin daha “organik” boyutta olması söz konusu ise de, bu durum ulemanın yalnızlaşmasını bir ölçüde zayıflatmıştır. İslam tarihine baktığımızda Mihne gibi farklı olaylarla da karşılaşmaktayız.  Mihne Abbasiler döneminde resmi görüşü kabul etmedikleri için bazı âlimler üzerine uygulanan eziyetlerdir ki, yalnızlaştırma tüm negatif uygulamaların total bir sonucu gibi durmaktadır. Nitekim Cabiri ilgili eserinde İbn Hanbel mihnesi ve İbn Rüşd çilesini analiz etmektedir ki, kitapta ulemanın yalnızlaştırılması süreci de ele alınmaktadır.[9] Modernleşme süreci ile birlikte ulema bir figür olarak giderek zayıflamış ve konum kaybetmiştir. Bu bağlamda bugün ulema, aydın, entelektüel kavramlarının toplumsal karşılıklarına dair tartışma bir başka meseledir.
Günümüzde konuyla ilgili tartışmalarda özellikle iletişim teknolojisinin gelişiyle birlikte bilgiye ulaşımın tüm sosyal tabakalar için imkan dahiline girdiği gerekçesiyle entelektüelin artık eski işlevlerini kaybettiği iddia edilmektedir. Elbette geçmişten günümüze halk-entelektüel ilişkisinin formlarında, bilgiye erişimde ve perspektifinde değişen hususlar, entelektüelin işlevinde de bazı dönüşümleri birlikte getirmiştir. Fakat bir yandan küreselleşen dünyada sorunlar ve olaylarda da meydana gelen ölçek büyümesi, diğer yandan karmaşıklaşan ilişkiler ve daha rafine yöntemlerle dünya sisteminin yeni yönelimleri entelektüele daha çok ihtiyaç duyulmasını sonuçlamaktadır kanaatimizce. Zira tüm bu karmaşık ilişkilerin çözümlenmesi ve halkın diline aktarılması entelektüeli öne çıkarmaktadır. Hatta entelektüelin burada daha geniş ölçekte evrensel düzeyde hitabı imkan dahiline girmektedir. Özellikle küresel sistemin temel tezlerinin sözcüsü haline gelmeyen entelektüeller genişleyen dünyada yalnızlaş(tır)ma ile karşı karşıyadır ve buradaki yalnızlık küreselleşme ile hacmi büyüyen dünyada daha da acı verici olsa gerektir. Ancak müstazafların arttığı bu dünyayı sürekli deşifre edecek bir profile olan ihtiyaç devam etmektedir; entelektüelin derin yalnızlaşması pahasına.
            İlk girişte bir romandan alıntılandığımız anekdot, tarih boyunca halk ve entelektüellerin ilişkisinin doğası ile her iki kesimin meselelere yaklaşımındaki ana fikri vurgulamaktadır. Özellikle günümüz dünyasında ve ölçek büyüten ilişkiler ağında entelektüel yine halka bir ekmek bile veremeyecektir. Ancak her zaman yalnızlaş(tırıl)ma pahasına müstazafların bile farkında olmadığı haklarının kendilerine iadesi için entelektüel çaba değer taşımaktadır. Müztazaflar “ekmek”e odaklanırlarken, entelektüeller müstazafların da içinde tüm haklarına kavuşmuş bir dünyayı hedeflemektedirler.
           


[1] Victor Hugo, Notre Dame’ın Kamburu, Çev. Volkan Yalçıntoklu, İstanbul, T. İş Bankası Yay., 2019; Ayrıca bkz. https://www.youtube.com/watch?v=mN-DO-2tAe8.
[2] Edward Shils, “Intellectuals”, International Encylopedia of the Social Sciences”, c. 7, 1968, s. 399.
[3] Mustafa Tekin, Kutsal, Kadın ve Kamu, İstanbul, Açılımkitap Yay., 2004.
[4] Cemil Meriç, Jurnal, c. 1, 8. baskı, İst., İletişim Yay., 1998, s. 215.
[5] M. Ali Kılıçbay, Cumhuriyet ya da Birey olmak, Ankara, İmge Kitabevi Yay., 1994, s. 210 
[6] Cemil Meriç, Jurnal, c. 2, İstanbul, İletişim Yay., s. 210
[7] Edward Said, Entelektüel, Çev. Tuncay Birkan, İst., Ayrıntı Yay., 1995, s. 56  
[8] Antonio Gramsci, Aydınlar ve Toplum, Çev. Vedat Günyol, İst., Alan Yay., 1985, s. 25.
[9] M. Abid El-Cabiri, Arap-İslam Medeniyetinde Entelektüeller, Çev. Numan Konaklı, İstanbul, Mana Yay., 2019.

breitling chronographe etanche 50m a68062 no 1111 price omega dark side of the moon copy uk replica watches steve mcqueen watch auction tag heuer carrera calibre 16 leather strap replica watches uk omega seamaster nato strap rado first copy watches in ahmedabad swiss replica watches hello rolex reviews rado tan boots fake watches
İLİMYURDU Yayıncılık ve Eğitim Hiz. Ltd. Şti.
Adres : Molla Gurani Mah. Akkoyunlu Sk.
            No: 36 Fındıkzade Fatih / İstanbul
Tel      : 0212 533 05 35
Mail    : info@yetkindusunce.com
Tüm Hakları İlim Yurdu Yayıncılık’a aittir. Kaynak belirtilmeden hiçbir içerik kopyalanamaz. | Tasarım & Yazılım: Dizayn Sanat