Aile Hiçbir Kurumun Sağlamayacağı İşleve Sahiptir.
Sayı:22 / AİLE / Kurumsal, Kuramsal, kavramsal; bütün yönüyl - Söyleşi
Zekiye Demir
Yetkin Düşünce’nin aile temalı bu sayısında iki önemli konuğumuzla söyleşi gerçekleştirdik. İlk konuğumuz Prof. Dr. Celalettin Vatandaş. Türk modernleşmesi üzerine yüksek lisans ve doktora yapmış olan ve halihazırda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nde akademik çalışmalarına devam eden Sayın Vatandaş’ın aile üzerine çalışmaları oldukça dikkat çekmektedir. ”Çokkültürlülük”, “Tevhid ve Değişim”, “Tevhid ve Toplum”, “Modern Çöküş: İnsanın Modern Halleri” başta olmak üzere çok sayıda çalışması bulunmaktadır. 2007 Yılında SEKAM tarafından gerçekleştirilen Türkiye ölçekli aile çalışmasının da editörü.
İkinci konuğumuz, kadın konusundaki çalışmalarıyla yakından tanınan Prof. Dr. Zekiye Demir. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’de çalışmalarına devam eden Sayın Demir‘in “Bir Başörtüsü Günlüğü: OTDÜ Anıları”, “Modern ve Postmodern Feminizm”, “Aile Huzuru” ve “Türkiye’de Kadın ve Siyaset” isimli kitaplar olmak üzere çok sayıda çalışması bulunmaktadır.
Konuşan: Semiha Kavak
Sayın Hocam, aileyi tanımlamak isterseniz nasıl bir tanım yaparsınız? Aileyle ilgili tanımlarda hangi boyutları gözden kaçırmamak gerekir?
Z. Demir: Söyleşiye kolay bir soru ile başladığınızı düşünebilirsiniz. Öyle gibi gözükse de günlük hayatta yaygın kullanılan bazı kavramlar gibi aileyi tanımlamaya kalktığınızda efradını cami ağyarını mani bir aile tanımı yapmak zordur. Çünkü aileye hangi yönden, hangi zihniyetten baktığınıza göre tanım değişebilir. Ayrıca günümüzde dünya çapında ailenin sergilediği çeşitlilik, tarihsel süreç içinde toplumsal değişmeye paralel olarak aile kurumunda yaşanan sürekli değişim her devire ve her topluma uygun bir aile tanımı yapmayı güçleştirir. Kısaca tarihin dikey düzleminde ve yatay düzleminde var olan ailelere bakılarak aile tanımı yapmak hiç de kolay değil. Zor bir soru ile başladınız diyebiliriz.
Yine de bütün bu zorluklara rağmen, geçmişten günümüze ailenin işlevi temel alınarak bir aile tanımı yapabiliriz. İşlevini baz alıyorum; zira yapısı zamana ve topluma göre değişiklik gösterebiliyor. Aile tanımında hem birey, hem toplum için önemli olan işlevi hem de bilinen ilk toplumdan günümüze kadar olan uzun ömrü hesaba katılmalıdır. Bu üç hususu yani bireysel işlevini, toplumsal işlevini ve tarih boyunca her toplumda var oluşunu kapsayacak şekilde şöyle bir tanım yapılabilir: Aile, ilk çağlardan günümüze kadar her toplumda var olan, belli kurallar çerçevesinde bir araya gelmiş bireylerin sosyo-psikolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını karşılayan aynı zamanda da toplumsal devamlılık için gerekli üretimi sağlama potansiyeline sahip olan toplumsal bir kurumdur.
Aile tarih boyunca çok işlenen bir konu olmasına rağmen günümüzde toplumdaki tanımı, yeri, önemi, işlevi ve geleceğine dair yeni bakış ve anlayışların bir kaygı, karamsarlık ve zihni kargaşa oluşturduğunu gözlemliyoruz. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?
Z. Demir: Ailenin çok işlenen, her zaman üzerinde yazılıp çizilen, konuşulan bir konu olması onun önemini de gösterir. Zira aile toplumun temel kurumlarından biridir. Sosyolojide en eskisinden günümüze kadar bütün toplumlarda var olan en temel kurumlar aile, din, eğitim, ekonomi ve siyaset olarak sayılır. Nasıl din ve dini yaşam, dindarlık şekilleri hatta aynı dinin farklı toplumlarda tezahürü farklılaşıp değişiyorsa, ekonominin işleyişi ilk toplumlarda değiş tokuş iken sonraları paranın icadı, bankacılığın keşfi ile değişiyorsa aile de değişiyor. Yine siyaset yapma, yönetme zamana ve zemine göre değişiyorsa aile de değişiyor. Dünün eğitim kurumu ile bugünün eğitim kurumları farklılaşıyorsa aile de değişiyor. Bunların içinde ailenin değişimi toplumu en tedirgin edici olanıdır. Zira aile içinde diğer toplumsal kurumlar bir şekilde mecz edilmiştir, bütün bir sosyal yaşamın minyatürize edilmiş halidir. Toplumsal hayatı oluşturan ekonomi, siyaset, güvenlik, eğitim, ahlak, din benzeri kurumların işlevlerinin küçük izdüşümleri aile hayatı içerisinde yaşanmaktadır. Bu denli önemli bir toplumsal kurum ile ilgili dün konuşuldu, bugün de konuşuluyor, yarın da konuşulacaktır.
Yapı olarak karamsar biri değilim. Dolayısı ile karamsar ve kaygılı olmanın ağır, havalı tavrına sahip değilim. Hitit kazılarına baktığımızda gençlerin eski gençlik olmadığından, saygısız ve bencilliğinden yakınılır. Platon’u okuduğunuzda gençlerin büyüklerine karşı saygısızlığından, ahlaki zaafından bahsedilir. Hala gençlerle ilgili aynı şikayetler vardır. Ama ben öyle düşünmem, her devirde şikayet edilecek gençler olduğu gibi gıpta edilecek gençlerin de olduğunu görürüz. Gençlere yönelik karamsar olmadığım gibi aileye yönelik de karamsar değilim.
Ben bir meleğim deyince melek olunmadığı gibi aileyim diyen her birliktelik de aile değildir.
Z. Demir: Ailenin işlevi değişebilir ama önemi değişmez. İşlevi değişiyor zira toplum değişiyor. Çok değil birkaç yüzyıl önceki geniş aileler yok. O zaman aileler hem ekonomik bir birim, hem kısmen eğitim kurumu, hem çocuk, yaşlı, engelli bakım merkezi niteliğindedir. Hatta yaralanmaların, hastaların tedavi edildiği, güvenliğin sağlandığı yerdir de. Giyim kuşamın dokunduğu, dikildiği, yeme içmenin sağlandığı yerdir. Düşünsenize ‘evde yemek yok yemek söyleyelim gelsin’ o zamanki aile için düşünülemez. Ailenin birçok işlevi farklı kurumlara devredilmiş. Aileyi ortadan kaldırmak için çeşitli kominler kurulmuş, ailesiz yaşam deneyimlenmeye çalışılmış ama başarılamamış. Çünkü ailenin işlevi fizyolojikten çok daha ötedir.
Ailenin önemi tanım kargaşasını da getiriyor. ‘Aile’, aile olmak’ itibarlı kavramlardır, bu itibardan yararlanmak için bazı meslektaşlar, aynı işte çalışanlar biz bir aileyiz diyebiliyor, bir okulun mezunları veya bir vakfın, bir derneğin üyeleri biz bir aileyiz diyebiliyor. Bazı birliktelikler de aile kavramının değeri altına girmeye çalışıyor, bunun için lobiler oluşturulabiliyor. Ama ben bir meleğim deyince melek olunmadığı gibi aileyim diyen her birliktelik de aile değildir.
Bizde aile çok önemlidir hatta kutsaldır anlayış ve söylemleri varken; günümüzde “Aile çok da önemli değil, biz abartıyoruz, aile olmadan da iyi bir toplum olunabilir.” görüşleri dillendirilmekte; buna ne dersiniz? Biz aileye gereğinden fazla mı misyon yüklüyoruz, sosyolojik olarak iyi bir toplum iyi bir aile kurumunun varlığına mı bağlı?
Z. Demir: Evet, bizde yani Türklerde aile önemlidir, kutsaldır. Bu nedenle evlenmeye ev bark sahibi olmak denir. Bark eski Türklerde kutsal mekan demektir. İbadethane gibi. Nasıl ki kutsal mekanda kötü şeylere yer yoksa şiddet, kavga gürültü, kötü söz de evde olmamalıdır. Nasıl kutsal mekanlar saygı sevgi üzerine inşa olunur ve huzur verirse aile de öyle olmalıdır.
Aile olmadan iyi toplumdan ziyade robot toplumu oluşturulabilir.
Z. Demir: Tabii ki kutsal aile olmak, kurmak diğerkâmlık gerektirir. Modern toplum insana bireycilik ve bencillik pompalıyor. Böyle olunca da aile olmanın verdiği sorumluluktan kaçma adına işlevini küçümseme başlıyor. Bu da aile olmadan da iyi bir toplum olunur söylemini getiriyor. Aile olmadan toplum olunabileceğini söyleyen teorisyenler olmuş, ailesiz toplum uygulamaları da denenmiştir Kolhozlar, Komünler gibi. Ama denemeler başarısız olmuştur. Zira aileyi sadece fiziksel ihtiyaç ile ilişkilendirmişlerdir. Oysa aile hiçbir kurumun sağlayamayacağı bir işleve sahip olup, duygusal destek merkezidir. Karşılıksız sevginin ne olduğunu orada tecrübe ederiz. Güvenin ne olduğunu orada yaşayarak öğreniriz. Yeni doğan bir çocuğa, ailesi dışında başka kurumlar da bakabilir, hatta maddi ihtiyaçlarını bazı ailelerden daha karşılayabilir ama sevilme ve değer verilme ihtiyacı en iyi ailede karşılanır. Takdir edilmek, sayılmak ve güvenilmek sağlıklı bir birey olmak için önemlidir, bunların en iyi sağlandığı yer aile ortamıdır. Güvenli bağlanmanın temeli ailede atılır. Bu temel atılmadığı takdirde ne vatana, ne bayrağa ne de diğer insanlara güvenip bağlanabilir insan. Aile olmadan iyi toplumdan ziyade robot toplumu oluşturulabilir.
Ailedeki çözülme ile toplumsal bozulma arasında bir bağ kurulabilir mi? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Z. Demir: Çözülmeden kasıt boşanma ise bu soruya evet de denilebilir hayır da. Nasıl boşanıldığına bağlı. Eğer ebeveynler anne -babalık rollerini sağlıklı sürdürebilirse, çocukların üzerinde boşanmanın etkisi az oluyor. Hatta kavgalı bir ortamda büyümektense böylesi iyi bile oluyor. Bu durumda ailede çözülme bozulmaya neden olmayabilir. Ancak eğer boşanma anne-babalığı dolayısı ile çocuğun ruh sağlığını olumsuz etkiliyorsa tabi toplumsal bozulmaya da neden oluyor. Çocuk suç istatistiklerine bakıldığında sorunlu ailelerde yetişenlerin suça eğilimli olduğu gözüküyor. Bu da sorunlu ailenin toplumsal bozulmaya yol açtığını gösteriyor.
Ailedeki çözülmeden kasıt aile içi ilişkilerin zayıflığı ise, bu durumun toplumsal bozulmaya yol açtığını daha rahat söyleyebiliriz. İlgisiz eş, ilgisiz anne baba, sorumsuz eş, sorumsuz anne baba sorunlu bireyler oluşturur bu da toplumsal bozulma için uygun ortamı sağlar.
Aile geleneksel yapılarla modernist olanlar arasında sıkışmış görünüyor. Siz de öyle görüyor musunuz, bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Z. Demir: Evet, bana göre de aile özellikle de kadın geleneksel yapı ile modern hayatın gereklilikleri arasında sıkışmış durumdadır. Dünya değişiyor. Gelenekler de değişiyor, yenileniyor. Bu değişim gayet doğal, ancak değişime uyum daha doğrusu uyamama sorunu, sıkışmanın temelini oluşturuyor. Gözlemlediğim kadarı ile kadınlar bu değişime uyumu erkeklerden daha iyi yönetebiliyorlar. Erkeklerin çoğunluğu modern aileyi geleneğin kodları ile yaşamak istiyorlar. Hem modern ailenin nimetlerinden yararlanmak, hem de geleneksel ailenin rolleriyle yaşamak. Hem modern, eğitimli hatta çalışan bir kadın olacak hem de ütülü gömlekleri hazır olacak. Hayatın, geçim yükünü birlikte göğüsledikleri eşten anne-anneanne rolleri bekliyorlar. Bu da kadını geleneksel yapıdaki ailede kadın-erkek rolleri ile modern hayattaki kadının yükü arasına sıkıştırıyor. Ben buna bazı erkekler çalışan eşleri ile ilişkilerinde de ‘kasada birlik ama tasada eski hamam eski tas’ olsun diyorlar, betimlemesi yapıyorum.
Erkeklerin çoğunluğu modern aileyi geleneğin kodları ile yaşamak istiyorlar.
Z. Demir: Ayrıca geleneksel yapı da aile ile akrabalar arası yoğun bir ilişki içerir. Ama modern toplumda bu ilişki ister istemez seyreliyor. Kadının işten gelince akşam yapacağı ve yarına hazır olması gereken sürü işi vardır, bu durumda yoğun bir akraba iletişiminde, hem gitmek hem de geleni kabul için yeterli zamanı kalmıyor. Modern ile gelenek arasında ailenin sıkışmasında asıl sıkışan kadın oluyor.
Ülkemizdeki aile ile ilgili yaklaşım ve politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Z. Demir: Aile ile ilgili sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı değil Milli Eğitim ve Sağlık bakanlığından Diyanete kadar çeşitli kurumlar program ve politikalar oluşturmaya çalışıyorlar. Hatta üniversitelerin enstitüleri kurulmaya başlandı aile ile ilgili. Her kurum işin bir ucundan tutmaya çalışıyor. Mesela MEB öğretmen ve velilerini bilgilendiriyor, Sağlık bakanlığı aile sağlığı üzerine yoğunlaşıyor. Yukarıda bazı derneklerin, meslek gruplarının ‘biz bir aileyiz’ söylemini kullanarak gruplarına önem atfediyorlar demiştim, onun gibi bazı kurumlar da ‘aile’ ile ilgili birimler kurarak ne kadar önemli birimler oluşturduklarını göstermeye çalışıyorlar. Birimler kurmakla, yazıda kalan politikalar oluşturmakla iş yapılmıyor. Politika tek başına yeterli değil politikaları uygulamak için kaynak gerekli; donanımlı insan kaynağı ve maddi kaynak.
Açıkçası Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının konu ile ilgili politikalarının ayrıntısına hakim değilim. Gördüğüm bir çaba var. Benim bakanlığa bir önerim olacak. Sizin vesilenizle belki ulaşır. Bence bakanlık ödül müessesesi çalıştırmalı. Aile ödülleri. En iyi aile dizi, en iyi aile filmi, en iyi aile sanatçısı, en iyi aile ile ilgili makale, kitap, tez, en iyi proje gibi… Farklı kategorilerde. İyi aile rol modellerini görünür kılmalı. Malum çağımız gösteri toplumu aile ile ilgili güzel örnekler görülmeli.
Annenin modern çalışma hayatına iştiraki aileyi nasıl etkilemiştir? Bu etkilerin net olarak olumsuz olduğunu söylemek gerekir mi?
Z. Demir: Modern çalışma hayatından kastınızı annenin ev dışı kazanç getirici işte çalışması olarak algılıyorum. Bu tabii ki aileyi etkilemiştir. Her şeyden önce babayı biraz ev içine-işine çekmiştir. Baba çocuk ilişkisini yoğunlaştırmıştır. Eşler arası ilişkiyi etkilemiştir. Ancak bu etkilerin net olarak olumsuz olduğunu kesinlikle söyleyemem. Her aile biriciktir. Her ailenin girdileri, imkanları ve aileyi oluşturan bireylerin kişilikleri birbirinden farklıdır. Bu farklılıklarla birlikte kadının çalışma hayatında olmasının aile üzerinde etkisi değişir. Ama ben genel itibariyle olumsuz etkilendiğini söyleyemem. Annenin çalışıyor olması aile yaşamını olumsuz etkiliyor şeklinde bir çıkarımda bulunulamayacağı tam tersine olumlu etkilediği yönündedir.
Bazı kesimlerde bir yanılgı vardı; ev kadını olunca çocuk ile daha iyi ilgilenilir, eş ile ilişki daha güzel olur diye. Ama iyi bir gözlemci iseniz bunun her zaman böyle olmadığını görürsünüz. Ev kadını vardır gezmesinde rahat oturmak için çocuğuna uyku ilacı veren, işten yorgun gelen kocasına akşama kadar evdeydim birlikte dışarı çıkalım diye bunaltan. Buna karşın çalışan kadın vardır çocuğu ile sınırlı zamanını en etkili ve verimli biçimde geçiren ve eşi ile paylaşımı etkin olan. Madalyonun iki tarafı da anne için mümkündür; çalışan kadın bu kimliğini aile içine olumlu da yansıtabilir olumsuz da. Aynı durum çalışmayan anne için de geçerlidir. Ama bireysel yaşamımdan ve gözlemlerinden söyleyeceğim, annenin çalışıyor olması aile yaşamını olumsuz etkiliyor şeklinde bir çıkarımda bulunulamayacağı tam tersine olumlu etkilediği yönündedir. Babalık daha fazla konuşulmaya, hatta akademik çalışmalara konu olmaya başladı.
Kadının çalışması baba-çocuk ilişkisini yoğunlaştırmıştır dediniz. Buradan baba üzerine biraz konuşalım. Aile söz konusu olduğunda baba üzerine daha az konuşuluyor görünüyor. Baba şu anda ailede nasıl bir figür olarak duruyor? Babanın şu anda etkinliği ve konumu sizce nedir?
Geleneksel aile içi roller değiştiği gibi babalık figürü de değişiyor. Önceden hemen her ailede anne ve baba rolleri daha belirgindi. Bu her aile için aşağı yukarı benzerdi. Anne çocuğun öz bakımını yapan, yetişmesini sağlayan, baba da evin geçimini ve otoritesini sağlayan figürdü. Anne çocuğun bakımından baba ihtiyaçlarının temininden sorumlu olduğunda baba çocuğu ile daha az vakit geçiren ve daha az paylaşımı olan bir konumdaydı
Anne çocuğun bir kanadıysa baba da diğer kanadı. İki kanadın da etkin olmasıyla uçuş ve yön bulma daha sağlıklı olur. Kadının çalışma hayatına girmesiyle rollerde gri alanlar oluştu. Baba çocuğu ile daha fazla zaman geçirme imkanı buldu. Babalık daha fazla konuşulmaya, hatta akademik çalışmalara konu olmaya başladı. Benim de bir öğrencim baba peygamberi çalıştı ve onların örnekliğinden günümüz babalarına hangi mesajlar veriliyor sorusuna cevap arandı.
Babanın önemli bir figür olduğu sosyal psikoloji çalışmalarında özellikle vurgulanır oldu. Önemlidir tabii anne çocuğun bir kanadıysa baba da diğer kanadı. İki kanadın da etkin olmasıyla uçuş ve yön bulma daha sağlıklı olur.
Babalık figürü hem anne için hem de çocuklar için önemlidir. Babanın silik bir figür olduğu ailelerde kadına çok daha fazla ve yıpratıcı bir sorumluluk düşüyor. Yine böyle bir babadan hem kız çocukları hem de erkek çocuklar olumsuz etkileniyor.
Çocuk anne ile doğmadan bağını kuruyor. Doğduktan sonra anne dışındaki ilk bağ baba iledir. Bir bakıma ilk sosyalleşmesini baba gerçekleştiriyor. Bu bağ ve sosyalleşme ne kadar kuvvetli ise çocuk da dış dünyaya karşı o kadar donanımlı oluyor. Baba ilk sosyalleşmeyi sağladığı gibi ilk rol modeldir de. Erkek çocuğu için kendi cinsinin nasıl olması gerektiği, nasıl eş, nasıl baba olunurluğun rol modelidir. Kız çocuğu için de karşı cinsin rol modelidir.
Kadının çalışma hayatının çocuk ve baba üzerinde etkilerini araştıran çalışmalar, karısı çalışan erkeklerin babalık doyumunun daha yüksek olduğu yönündedir. Yine yapılan çalışmalarda babanın çocuğu ile ilgili olduğu durumlarda çocuğun sosyal ilişkilerinden ruh sağlığına, yeteneklerini geliştirmeden akademik başarısına kadar hemen her yönden olumlu katkıları tespit edilmiştir. Bir şekilde baba yoksunluğu ise bütün bunlara ket vurmaktadır. Kısaca baba çocukların zihinsel, sosyal, psikolojik gelişiminde, kişiliğinin oluşmasında hatta cinsel yaşamında etkilidir.
Son yıllarda babalık ile ilgili akademik çalışmalar yapılmakta, bazı kurumlarca babalık okulları açılmaktadır. Sizin bu soruyu sormanız bile babalığın önemiyle ilgili farkındalığın arttığını göstermektedir. Evlilik yaşı toplumsal olay ve olgulara tepki vermektedir.
Kıymetli Hocam, evlilik yaşının uzaması ama buna karşın boşanma oranlarının artmasını nasıl değerlendirebiliriz?
Evlilik yaşının uzamasından başlayayım. Evlilik yaşının uzamasını günümüz toplumunu baz aldığımızda şaşırtıcı ve anormal bir durum olarak görmüyorum. Çünkü evlilik yaşını belirleyen, içinde yaşanılan toplumsal şartlar ve gelenektir. Gelenekler de toplumsal şartlara göre değişebilmektedir. Öyle ise temelde evlilik yaşını toplumun durumu belirler diyebiliriz. Bunu biraz açayım. Geçmişte normal görülen evlilik yaşı günümüz şartlarında erken evlilik olarak değerlendirilebilmektedir. Çünkü evlilik yaşı toplumsal olay ve olgulara tepki vermektedir. Bunların değişmesine bağlı olarak değişebilmektedir. Evlilik yaşı tarım ve sanayi gibi toplumun ekonomik yapısına, ekonomik büyümeye, siyasi yapıya, örfe, dine, toplumun ortalama ömür uzunluğuna, vb. durumlara göre değişir. Mesela toplumlarda ortalama yaşam süresi evlilik yaşını nasıl etkiler? Yaşam süresinin kısa olduğu toplumlarda evlilik yaşı düşer. Ortaçağın başında Avrupa’da yaşam süresi 30-35 arasıydı. İslam dünyasında da bu sürenin biraz üstünde. Salgın hastalıkların, savaşların, kısa yaşam süresinin olduğu o toplumlarda evlilik yaşının on ikilerde olması tabii ki normaldi. Her ne kadar bugünkü şartlardan bakıldığında kabul edilemez görülse de. Torununu göremeyecek kadar yaşam süresi kısa olan toplumlarda evlilik yaşı küçüktür.
Günümüz toplumuna gelince; ortalama insan ömrü seksenlerdedir. Doğurganlıkta tıbbın yardımı mevcuttur. Kız-erkek fark etmeksizin eğitim veya mesleki nitelik kazanma hayatın zorunluluğudur. Buna bir de psikolojik olarak hazır olmuşluk derken ilk evlilik yaşı 25’i geçmektedir. Bu durumda sosyolojik olarak evlilik yaşının yükselmesi beklenmedik bir sonuç değildir.
Evet, evlilik yaşı artarken boşanmalar da artıyor. Çünkü artan yaşla birlikte nitelik artıyor. Tek başına hayatı sürdürebilme niteliği. Yine yaşın artmasıyla bireysellikte artıyor. Birini tahammül, alışageldiği yalnız yaşamın kısıtlanması, birine karşı sorumlu olma hepsi etkili olabiliyor boşanmada.
Bu durum bütün toplumlar için geçerli. Boşanma oranları olarak bizim ülkemiz birçok ülkeye göre düşük sayılsa da yükselmenin sürmesi kaygıya düşürüyor. Boşanma istenmeyen bir helaldir. Sonuçlarından ilişkili herkes etkileniyor.
Hocam, geleceğin ailesi nasıl bir gerçeklik olacaktır?
İnsanın kodları değişmediği, sosyal ve duyguları olan bir varlık olmaya devam ettiği sürece aile kurumunun varlığını sürdüreceğine inanıyorum. Ama bizim göregeldiğimiz aile rolleri değişebilir. İngiltere’de bir aile ile tanıştım. Baba haftanın bir günü hariç evden çalışıyor, anne full mesaili işte çalışıyor. 3 yaşında bir kızları var. Adamın işe gittiği bir günde kızı kreşe veriyorlar, diğer 4 gün baba bakıyor. Güzel de yemek yaparım diyor. Bu tür ailelerin çoğalacağı bir gerçekliktir.
Çok uzak gelecekteki aileleri tasvir edemem belki ama uzak olmayan bir gelecekteki ailelerle ilgili bir tahminde bulunabilirim; tek ebeveynli ailelerin sayısı artacak, patchwork tipi aileler artacak, yani bir ailede bulunan birden fazla çocuğun anne babası farklı olacak. Boşanmalar artacak bunun sonucu olarak ikinci ve üçüncü evliliklerin sayısı artacak, çocuk sayısı azalacak, ailede iş bölümünde gri alanlar genişleyecek yani cinsiyete dayalı iş bölümü azalacak. Çalışan anneler ve çocuk bakım merkezleri artacak. Ailede yaşlı sayısı azalacak, yaşlılar daha çok huzurevlerinde yaşayacak. İlk aklıma gelenler bunlar diyebilirim geleceğin ailesi ile ilgili. Aile yapısında bütün bu değişmeler olacak ama hiçbir toplum için ailesiz bir gerçekliğin olabileceğini düşünmüyorum, düşünemiyorum.
Söyleşi için çok teşekkür ederiz hocam. Değer kattınız.
Rica ederim. Buradaki hemen her sorunun bir kitap konusu olduğunu eklemek isterim. Düşüncelerimi birkaç cümleyle de olsa paylaşma imkanı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim.