Hz. Ömer’in Adaleti
Sayı:2 / Adalet ve İstikrar - Dosya
Adnan Demircan
Hz. Ömer’in âdil bir yönetici olarak anılmasının önemli sebeplerinden biri beytülmali yönetmedeki hassasiyetidir.Bu konuda muhtemel eleştirileri bertaraf edecek ve güven duygusunu geliştirecek bir icraat ortaya koymuştur.
“Ömer, İslâm’ın sağlam bir kalesiydi. İnsanlar oraya girdiklerinde, çıkmak istemezlerdi. Ancak Ömer vefat edince, o kale delindi ve insanlar İslâm’dan çıkmaya başladılar.”1
“Ömer’in Müslüman olması fetih, hicreti zafer ve hilafeti rahmet oldu. Ömer Müslüman oluncaya kadar Kâbe’de namaz kılamadığımızı görmüştüm. Ömer Müslüman olduğu zaman onlarla mücadele etti. Sonunda bizi bıraktılar, biz de namaz kıldık.”2
Abdullah b. Mesûd
Hz. Ömer, İslâm tarihinde adaletiyle öne çıkmış önemli yöneticilerin başında gelmektedir. Onun âdil oluşuyla ilgili zaman zaman abartılı ifadeler kullanılsa da on yıl devam eden (h. 13-23/ m. 634-644) yönetiminde adaleti tesis etme kaygısının öne çıktığı, bu kaygının onun icraatlarında temel bir belirleyici olduğu ve bunun birçok tezahürlerinin görüldüğü herkesçe kabul edilir.
Hz. Ömer’in yönetimi bir taraftan adaletin tesisi ve uygulanmasıyla, diğer taraftan da istikrar sağlamak üzere tavizsiz bir yönetim ortaya koymakla öne çıkmıştır. Onun adaleti gözettiği kadar sertliğiyle de öne çıktığı bilinmektedir. Özellikle haklar, devlet malını kullanma, aile mensuplarını yönetimden uzak tutması hususunda tavizsiz ve zaman zaman sertleşen tutumuyla dikkat çekmektedir.
Halife Ömer’in yönetim anlayışını, Hz. Peygamber’in (s.a) rahle-i tedrisinden geçmesinde, ondan etkilenmesinde, kişiliğinde ve yaşadığı şartlarda aramak gerekir. Karakter olarak karşılaştığı olaylarda tarafsız kalamayan, genellikle söyleyecek sözü olan, bir problem gördüğünde hemen müdahale eden Hz. Ömer’in Allah Elçisi’nin risalet görevine başlamasından sonra, İslâm’ı kabul edenlerden olmadığını biliyoruz. Ancak peygamberliğin 6. yılında (m. 616) Müslüman olduktan sonra hadiselere müdahil olma yönüyle öne çıkmış ve kısa sürede kendisinden önce Müslüman olan birçok sahabîden daha etkili bir konuma gelmiştir.
Hz. Ömer, Hz. Peygamber’le uzun zaman geçiren, Allah Elçisi’nin (sas) görüşlerine değer verdiği kişilerin başında gelmektedir. Nüzul sürecine şahit olmakla kalmamış; birçok gelişmede Hz. Peygamber’in en yakınında olanlar arasında, hatta en önemli birkaç kişiden biri olarak bulunmuştur. Hz. Peygamber’in istişare ettiği ve görüşlerine önem verdiği birkaç kişiden biridir.
Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’in iki buçuk yıl kadar süren halifeliğinde (h. 11-13/m. 632-634) de oldukça etkiliydi. Hz. Ebû Bekir, aldığı bütün kararlar öncesinde onunla istişare etmeye önem veriyordu. O da her zamanki gibi düşüncelerini ve inandıklarını açıkça ifade ediyor, -Kur’ân’ın ceminde olduğu gibi- bazen Hz. Ebû Bekir’i ikna etmek için ısrar etmekten geri durmuyordu.
Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’in vefatına sebep olan hastalığı sırasında, onun tarafından yerine tayin edildi. Hz. Ebû Bekir bu kararı almadan önce toplumun nabzını tutmasına imkân verecek şekilde, Ashâb’ın ileri gelenleriyle istişarede bulundu. Görüşünü sorduğu kişilerin hemen hepsi Hz. Ömer hakkında olumlu görüş beyan ettiler. Onun sert mizacına işaret edenler olduysa da Hz. Ebû Bekir, görünüşteki sertliğine rağmen Hz. Ömer’in merhametli bir insan olduğu hususunda onları ikna etti.
Hz. Ömer halife olduktan sonra, insanların gönlünü kazanacak çok önemli icraatlara imza attı. Bazı uygulamaları kimi insanların tepkisine yol açtıysa da doğru olduğuna inandığı kararlarından geri adım atmadı.
Döneminde meydana gelen fetihler, yaptığı atamalarda gösterdiği hassasiyet, fethedilen bölgelerdeki arazileri ganimet olarak dağıtmayarak Müslümanlar için sürekli bir gelir haline getirmesi, döneminde artan haraç, cizye ve uşûr gelirlerini kurduğu divanlarla belirlediği kriterlere göre dağıtması, yargı teşkilatının şekillenmesi, sosyal sorunlarla ilgilenmesi, fethedilen bölgelerde kurduğu şehirlerle Arapların sosyal, siyasî, ekonomik ve kültürel hayatlarında meydana getirdiği değişimle öne çıkmıştır. Doğal olarak onun döneminde meydana gelen bu büyük gelişmelerin müspet ve menfi yansımaları da olacaktır.
Hz. Ömer’in adalet anlayışını şekillendiren önemli etkenlerden biri Hz. Peygamber’le kurduğu ilişkidir. Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber’in yaşadığı gelişmelerin hemen hepsinde bulunmuş; hicretten sonra Allah Resûlü’nün gazvelerinin hepsine katılmıştır. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in kayınpederidir. Hz. Peygamber, -kocası Huneys b. Huzâfe’nin Bedir dönüşü hastalanarak vefat etmesi üzerine- Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa ile evlendi (h. 3/m. 625).
Hz. Ömer, Allah Resûlü’nün terbiyesinde yetişmiş bir Müslüman olarak İslâm’ın adalet vurgusunu ve bunun anlamını çok iyi biliyordu. Bu sebeple her adımında sorumluluk bilinciyle hareket ediyor; Allah’ın rızasını gözetiyordu. Mecusi bir mükâteb köle olan EbûLü’lüe tarafından hançerlenerek yaralandığı zaman kendisini ziyaret edenlere Allah’a hesap verememe ihtimalinden duyduğu korkuyu ifade etmesi, onun sorumluluk duygusunun tezahürüdür. Abdullah b. Abbâs bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: Ömer yaralandığı zaman onu ziyaret amacıyla yanına gittim. Orada kendisini övünce, “Beni hangi sebepten dolayı övüyorsun? Yöneticiliğimden dolayı mı başka sebepten mi?” diye sordu. “Her şeyle!” dedim. “Keşke, ne bir sevap, ne de bir günah olmadan bu işin içinden başa baş çıkabilsem!” dedi.3
Kur’ân-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in adalet vurgusunun Allah Elçisi’nin vefatından sonra en iyi tezahür ettiği dönemlerin başında Hz. Ömer’in hilafet dönemi gelir. Hz. Ömer, Allah Elçisi’nden öğrendiği ilkeleri uygulayarak hedefini gerçekleştirmiştir. Bu ilkelerden biri meşverettir. Yönetime katılım, ortaya çıkması muhtemel eleştirileri azaltır. Hz. Ömer aldığı kararları Müslümanlarla istişare etmeye önem verirdi. Özellikle görüşlerine değer verdiği insanlara danışarak karar vermesi dikkat çekici bir yönüdür. Konu ister fıkhi, ister siyasi, ister askeri bir iş olsun onu mutlaka istişare etmeyi önemserdi. İstişarelerinde ortaya çıkan görüşleri değerlendirir; ondan sonra nihai kararını verirdi. Takvim başlangıcını belirlemesi ve divan teşkilatını oluşturması onun istişarelerindendir.
Hz. Ömer’in adalet duygusunu besleyen etkenlerden biri, yaptığı işi ibadet aşkıyla ve her hareketi için hesap vereceği duygusuyla yapmasıdır. Bunun için yaptığı işin hakkını verme hususunda oldukça titizdi. İşinden taviz vermez, yaptığını en iyi şekilde yerine getirmeye çalışırdı. Bu ciddiyeti aynı zamanda görevlendirdiği kişilerden de isterdi. Emrinde çalışan görevlilerin talimatları dışına çıkmalarını affetmezdi. Bundan dolayı onun emrinde çalışanlar, kendisine hesap verecekleri korkusuyla hata yapmamaya özen gösterirlerdi.
İslâm toplumunun yeni bir süreçten geçtiği bu dönemde görevlilerin icraatının denetimi önem arz ediyordu. Hz. Ömer bu denetimi hem edinilen malların incelenmesi hem de icraatlar açısından yapmıştır. Tayin ettiği bir vali ya da komutanı görevden aldığında malındaki artışı tespit ederek fazlalığın nereden geldiğini sorardı. Hesabı verilemeyen mala el koyarak beytülmale katardı. Böylece müsadere müessesesini halka yönelik olarak değil devlet hizmetinde istihdam ettiği kişilere karşı kullanmıştır.
Hz. Ömer’in önemli bir denetimi de verdiği emirlerin yerine getirilip getirilmediğinin tespitidir. O, mutlaka görevlilerin kendilerine verilen talimatlara uymalarını isterdi. Keyfi uygulamalara müsamaha göstermezdi. Öte yandan görevlilerin attıkları her adımı kendisine bildirmelerini ve talimatları doğrultusunda hareket etmelerini isterdi.
‘‘İslâm toplumunun yeni bir süreçten geçtiği bu dönemde görevlilerin icraatının denetimi önem arz ediyordu. Hz. Ömer bu denetimi hem edinilen malların incelenmesi hem de icraatlar açısından yapmıştır. Tayin ettiği bir vali ya da komutanıgörevden aldığında malındaki artışı tespit ederek fazlalığın nereden geldiğini sorardı. Hesabı verilemeyen mala el koyarak beytülmale katardı.’’
Görevlilerin icraatlarının denetimi kadar icraatlarla ilgili şikâyetleri dikkate alması bakımından da Hz.Ömer dönemi önemlidir. Onun yönetiminin en önemli özelliklerinden biri memurların denetlenmesi ve onlarla ilgili şikâyetler olduğunda inceleme başlatmasıdır. İnceleme sonucunda görevliyi hatalı bulduğunda gereğini yapardı. Bazen hatası olmayan görevliyi de yıpranması ve halkla kurduğu ilişkinin olumsuz seyretmesi sebebiyle görevden aldığı olurdu.
Hz. Ömer’in görevlilerle ilgili önemli bir uygulaması da mezalim mahkemelerinin ilk örneği sayılabilecek olan hac dönemindeki icraatıdır. Hac döneminde bütün valileri çağırır, insanların onlara yönelik şikâyetlerini herkesin huzurunda dile getirmelerini sağlardı. Valiler halkın huzurunda şikâyet edilen ve muhakeme edilen insanlar durumuna düşmekten rahatsız olsalar da bunu yapmayı önemserdi.
Hz. Ömer’in âdil bir yönetici olarak anılmasının önemli sebeplerinden biri beytülmali yönetmedeki hassasiyetidir.Bu konuda muhtemel eleştirileri bertaraf edecek ve güven duygusunu geliştirecek bir icraat ortaya koymuştur. Vatandaşın devlete güveni elbette önemlidir. Güven duygusunun olmadığı yerde adalet duygusunun gelişmesi mümkün değildir.
Hz. Ömer harcamaların sorgulanmasını ve denetlenmesini serbest bırakmış; kendisine sorulan sorulara cevap vermiştir. Onun kişisel bir harcamasının ya da icraatının sorulmasını veya sorgulanmasını makul görmüştür. Böylece devlet malıyla ilgili kararları ve sorumluluk duygusu onun âdil bir yönetici olduğu düşüncesini beslemiştir.
‘‘Hz. Ömer’in yönetici olarak en önemli özelliklerinden biri yönetiminde akrabalarını öne çıkarmamasıdır. Bu tavrı yakınlarını kayırdığı şeklinde muhtemel ithamları bertaraf etmiştir. Onun yönetime diğer insanları katması da akrabalarının tercih edilmemesinin bir sonucu olarak memnuniyet doğurmuştur.’’
Hz. Ömer’in yönetici olarak en önemli özelliklerinden biri yönetiminde akrabalarını öne çıkarmamasıdır. Bu tavrı yakınlarını kayırdığı şeklinde muhtemel ithamları bertaraf etmiştir. Onun yönetime diğer insanları katması da akrabalarının tercih edilmemesinin bir sonucu olarak memnuniyet doğurmuştur. Yaralandığı sırada doktorun yarasının ölümcül olduğuna karar vermesinden sonra yerine birisini tayin etmesi istenmiş; hatta oğlu Abdullah b. Ömer teklif edilmiştir. Ancak Hz. Ömer, bunu kabul etmemiştir.
Hz. Ömer kurduğu atıyye divanıyla bütün Müslümanların devlet gelirlerinden pay almalarını sağlamıştır. O, atıyye dağıtımında, biri dağıtım sırasını belirlemek, diğeri de atıyye miktarını tespit etmek üzere iki kriter belirlemiştir.
Divanları yazdırmak üzere görevlendirdiği heyet, Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir’in kabilesinden sonra Hz. Ömer’in kabilesi olan Adîoğullarını yazdı. Ancak Hz. Ömer, ailesini Allah’ın koyduğu yere koymalarını söyleyerek bunu kabul etmedi.
Bilindiği gibi Arap kabileleri Adnânîler ve Kahtânîler olmak üzere iki gruba ayrılır. Hz. Peygamber’in mensup olduğu Kureyş kabilesi Adnânîlerdendir. Hz. Ömer, divanın Hz. Peygamber’in mensup olduğu boy olan Hâşimoğullarından başlanarak yazılmasını, diğer kabilelerin de onlara olan yakınlıklarına göre kaydedilmelerini istemiştir. Kahtânî Araplarının da Hz. Peygamber’e itaati ve İslâm’a hizmetiyle öne çıkan sahabîlerden biri olan ve Hendek savaşında yaralanıp kısa bir süre sonra da şehit olan Sa’d b. Muâz’ın (ö. 5/627) ailesi olan Abdüleşheloğullarından başlanarak yazılması talimatını vermiştir.
Konuyla ilgili bir rivayette, Hz. Ömer’in divanların oluşturulması konusunda Müslümanlarla istişare ettiği, Hz. Ali’nin “Her yıl sende toplanan malı dağıtıp hiçbir şeyi saklamıyorsun” diyerek görüşünü ifade ettiği, Hz. Osman’ın ise “İnsanlara bolca yetecek çok mal görüyorum. Şayet insanların sayımı yapılmazsa -ki o takdirde malı alanla almayanı birbirinden ayırt edemezsin,- işin dağılmasından endişe ediyorum” dediği nakledilir. Velîd b. Hişâm b. el-Muğîre, “Ey Müminlerin Emiri! Ben Şam bölgesine gittim. Oranın idarecilerinin divan oluşturduklarını ve asker topladıklarını gördüm. Sen de divanı oluştur ve asker topla!” dedi. Hz. Ömer onun sözünü tuttu. Nesep ilmini bilen kişiler olan Akîl b. Ebî Tâlib, Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut'im’i çağırarak onlara, “İnsanları derecelerine göre yazın” dedi. Onlar da yazdılar. Listeye Hâşimoğullarıyla başladılar. Onların arkasından hilafet sırasına göre Ebû Bekir ve aşiretini, akabinde de Ömer ve aşiretini yazdılar. Ömer bu listeye bakınca şöyle dedi: “Vallahi böyle olmasını çok arzu ederdim. Ancak Peygamber’e (sas) akrabalığı esas alarak başlayın. Önce en yakın akrabayı, ardından da onu takip eden en yakın akrabayı yazın. Sonunda böylece Ömer’i, Allah’ın koyduğu sıraya koyarsınız.”4
Maaş miktarlarını belirlemeye gelince Hz. Ömer, Hz. Peygamber’le birlikte omuz omuza mücadele edenle ona karşı savaşanları aynı kategoride değerlendiremeyeceğini söylemiş ve en yüksek miktarı Bedir ehline vermiştir. Ancak Allah Resûlü’nün ailesini ve akrabalarını ayrı değerlendirmiş; hem müminlerin annelerine hem Hz. Abbas’a hem de Hz. Peygamber’in torunları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e kendileriyle aynı durumda olan insanlardan fazla atıyye vermiştir.
Hz. Ömer, Huzeyfe b. el-Yemân’a (ö. 36/656) gönderdiği bir mektupta “İnsanlara atıyyelerini ve rızıklarını ver!” diye yazdı. Huzeyfe, “Biz bu dediğini yaptık ama yine de [elimizde] çok mal kaldı.” diye cevap yazdı. Hz. Ömer tekrar şöyle bir mektup daha gönderdi: “O mal, Allah’ın onlara ikram ettiği bir feydir. O, ne Ömer’e, ne de yakınlarına aittir. Onu onlara paylaştır!”5
Onun atıyye dağıtım sistemini birkaç yıl uyguladıktan sonra bazı kişilerde zenginleşme gördüğü için İslâm’daki kıdem ve hizmete göre belirlediği dağıtım sisteminden vazgeçmeyi düşündüğü, ancak kısa bir süre sonra şehit olduğu için bu düşüncesini hayata geçiremediği ifade edilir.
Hz. Ömer’in icraatlarının önemsenmesi ve değerli görülmesinin sebeplerinden biri yaşantısıdır. Sade yaşayan, insanların rahat ulaşabileceği, elbisesini yamayan, kendilerinden olan bir halifeydi. Beytülmaldeki malları Müslümanların malı olarak görür ve onu koruma hususunda azami gayret gösterirdi. Onunla görüşmek isteyen kendisini mescitte, orada değilse evinde bulabilirdi.
Hz. Ömer döneminde bir kıtlık yaşandı. Medine ve civarında oldukça etkili olan kıtlık sırasında insanlar gıda temininde sıkıntı yaşadılar. Bunu aşabilmek için eyaletlerden destek istedi. Bu kıtlıktan herkes etkilenmişti. O günlerde Hz. Ömer’in akşam yemeği, zeytinyağına bandırdığı ekmekti. Bir gün kesilen bir devenin etinin güzel yerinden Hz. Ömer için bir parça ayırdılar. Et ona götürülünce eti nereden bulduklarını sordu. “Ey Müminlerin Emiri! Bugün kestiğimiz deveden.” dediler. Bunun üzerine “O devenin güzel yerini kendim yiyip de kemiklerini insanlara yedirdiğim takdirde ne kötü bir yönetici olurum! Bu tası kaldırın ve bize başka yemek getirin!” dedi. Bunun üzerine ona ekmekle zeytinyağı getirildi. Eliyle ekmeği bölüp yağa bandırdı. Sonra da görevliye “Ey Yerfâ! Bu tası Semğ’deki aileye götür! Üç günden beri onlara bir şey vermedim. Onların aç kaldıklarını zannediyorum. Tası onların önüne koy!”dedi.6
Hz. Ömer, idareciliğin kendisine yüklenmiş ağır bir yük ve Allah’a hesap verme hususunda kendisini sorumluluk altına sokan bir mükellefiyet olduğunun bilincindeydi. Bu düşünceyle görevini ifa etmeye çalışmıştır.
Hz. Ömer’in kadısı Ebû Musa el-Eş'arî’ye gönderdiği bir mektup, yargı konusunu ne kadar önemsediğini göstermektedir. Mektupta karar vermiş olsa da daha sonra hata yaptığını tespit ettiğinde kararını tashih etmekten kaçınmamasını söylemiştir.
Sonuç olarak, Hz. Ömer’in adalet anlayışının istikrara rağmen değil, istikrarla birlikte var olduğunu, bu anlayışın istikrarı beslediğini ve geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bunun da özellikle yükseliş dönemi olarak zikredilebileceğimiz bir sürecin parçası olduğunu hatırlatmak gerekir. Kuşkusuz adalete rağmen istikrar sağlanmışsa orada baskı ve zulüm kaçınılmaz olur. Hz. Ömer zulüm konusunda çok hassas olan bir yöneticidir.
Yöneticinin âdil olmak istemesi önemli olduğu gibi bunun halkın nezdinde nasıl karşılandığı da önemlidir. Hz. Ömer’in sert tutumu bazı kişilerin özgürlüğünü kısıtlasa da, insanlar genel olarak kendisinden hoşnuttu. Ancak bu durum suikasta maruz kalarak vefat etmesine engel olmamıştır. Ona suikastı düzenleyen Ebû Lü’lüe’nin bireysel talebinin ötesinde Müslümanların fetihleriyle yıkılan Sasani Devleti ve esir olan insanlar için hayıflandığı, onun düşmanlık duygularını besleyen etkenlerden birisinin bu duygu ve düşüncesi olduğu anlaşılmaktadır.