Suçsuzlar Çağı, Suçlular Çağı

Sayı:27 / Toplumsal Çürüme, Diziler ve Medya - Kültür Sanat

Mustafa Tekin

Suçsuzlar Çağı, Suçlular Çağı

Hukuk dilinde sıklıkla tekrarlanan “suç şahsidir” mottosu karşısında sosyoloji ve toplumsal yükümlülükler açısından “hepimiz suçluyuz” gibi bir cümle de bilinmektedir. Ceza suçu işleyen kişiye verilmekle birlikte, o kişiyi suça götüren sebepler ve bunda toplumun nerede durduğu da sorgulanır. Çok dikkatli ve detaylı düşünüldüğünde aileden başlayarak tüm topluma kadar sosyal katmanların kimi zaman kötülükler karşısında sessizliği, kimi zaman örtük ya da açık onayı, teşviki ya da ilgisizliği “suç”un oluşumundaki haklı anonimliğe vurgu yapmaktadır. Böyle bir tablo karşısında suçlulardan suçsuzları ayırt etmek çok kolay olmayabilir. Daha da önemlisi işlenen her suç karşısında tüm toplumu da bu suçta pay sahibi yapabilir.

Suçsuzlar Çağı, Suçlular Çağı

Hukuk dilinde sıklıkla tekrarlanan “suç şahsidir” mottosu karşısında sosyoloji ve toplumsal yükümlülükler açısından “hepimiz suçluyuz” gibi bir cümle de bilinmektedir. Ceza suçu işleyen kişiye verilmekle birlikte, o kişiyi suça götüren sebepler ve bunda toplumun nerede durduğu da sorgulanır. Çok dikkatli ve detaylı düşünüldüğünde aileden başlayarak tüm topluma kadar sosyal katmanların kimi zaman kötülükler karşısında sessizliği, kimi zaman örtük ya da açık onayı, teşviki ya da ilgisizliği “suç”un oluşumundaki haklı anonimliğe vurgu yapmaktadır. Böyle bir tablo karşısında suçlulardan suçsuzları ayırt etmek çok kolay olmayabilir. Daha da önemlisi işlenen her suç karşısında tüm toplumu da bu suçta pay sahibi yapabilir.
“Suçun şahsiliği” elbette bir hukukun işleyebilmesi anlamında takip edilmesi gereken bir ilkedir. Ancak “suç” kavramının bileşenleri göz önüne alındığında çevre koşullarından aile ve toplum hayatı, kültür vb. birçok faktör devreye girmektedir. Dolayısıyla suç konusuna yaklaşımda tüm bu faktörler dışarıda tutulduğunda sağlıklı bir analiz yapmak mümkün olmayabilir. Öte yandan toplumda son derece hijyenik hayat yaşayan insanların “suç” unsurunu belirli sosyal sınıf ve durumlara sabitlemesi, bir noktada onların kendi durumlarını dürüstçe gözden geçirmelerinin önünde de bir engel oluşturmaktadır.
Bir toplumda iç içe işleyen bu girift ilişkiler ağını çözümleyebilmek o kadar kolay değildir. İnsanlara işlenen suçlarda bir şekilde paylarının olabileceğini göstermek, aslında uzun vadede yükümlülüklerin üstlenilmesi, kötülük karşısında itiraz ve uyarı vazifesinin yerine getirilmesi noktasında işlevsel olacaktır. Diğer yandan hukukun işlemediği toplumlarda “suç” ve “ceza” kavramları da muğlaklaşarak bir korku toplumu yaratılır. Neticede suç insanlar arasında içeriği bilinmeksizin bir damgalama aracına dönüşmektedir. İşte bu derin arka planı bir şekilde gösterebilecek bir oyunu, “Suçsuzlar Çağı, Suçlular Çağı” tiyatrosunu kısaca analiz etmeye çalışacağız.
“Suçsuzlar Çağı, Suçlular Çağı”, Siegfried Lenz tarafından yazılıp Sezer Duru tarafından Türkçe’ye çevrilen ve Özgür Yalım tarafından yönetilen tiyatro oyunu olup, geçtiğimiz dönemde devlet tiyatrolarında sahnelendi. Oyunun konusu devlet tiyatroları sitesinde “hukukun işlemediği totaliter rejimlerde suçun herkese bulaşarak anonimleşmesi, suç kavramının keyfileşmesi üzerine metaforik bir oyun” şeklinde belirtilmektedir. İki perdelik oyunun her bir perdesi, anında “önceki” ve “sonraki” iki dönemi resmetmektedir.
Oyunun ilk bölümünde valiye suikast düzenleyen bir militan yaralı bir şekilde hapse konulur. Suç ortaklarını söylemesi noktasında kendisine kurulan baskılara karşı çıkar ve suç ortaklarını ele vermez. Bunun üzerine vali hapishaneye çeşitli mesleklerden suç işlememiş 9 kişiyi toplayarak getirtir. Aralarında konsolos, köylü, mühendis, bankacı, öğrenci, otelci, kamyon şoförü, doktor, basımevi sahibinin olduğu bu insanlar ilk başta niçin getirildiklerini anlamazlar. Suçsuzlar orada bulunuşlarına itiraz ederler ve bunun açık bir haksızlık olduğunu dile getirirler. Bu itirazlar karşısında bu insanlara niçin geldikleri anlatılır. Suikastçıya suç ortaklarını söyletinceye kadar hapishaneden çıkmak yoktur. Hatta bu itiraf gelene kadar yemek, içmek de yasaktır. Bu konuda görevlilerin tepkileri net ve serttir; hatta tavırlarında ileri giden hapisteki suçsuzlara müdahale ederler. Nihayetinde hapse atılanlar bu durumu kabullenmekte zorlansalar bile, çaresizlik içinde suçluyu konuşturmaya çalışırlar. Kimi zaman sertlik, kimi zaman yumuşak tavırlar göstererek suçluya yaklaşıp kendilerinin kaderlerinin de buna bağlı olduğunu belirtirler.
Suçsuzlardan her biri biraz da kendi mesleki ve sosyo-ekonomik konum ve statüleriyle bağlantılı olarak suçlu olanla (ismi Sason’dur) bir iletişim kurmaya çalışırlar. Söz gelimi; doktor Hipokrat yeminine sadık bir insan olarak Sason’u tedavi etmeye çalışır. Konsolos zaman zaman esprili bir şekilde felsefi içerik taşıyan cümlelerle devreye girer ve eleştirel bir tavrı vardır. Yine köylü daha mülayim tavırlarla hareket eder ve hatta suçu üstlenmeyi bile göze almıştır. Kamyon şoförü ise belki mesleğinin gereği olarak meseleye daha sert ve şiddet yüklü olarak müdahil olmaya çalışır. Bir an önce ulaştırması gereken eşya olduğunu söyleyerek sinirli davranmaktadır.
Tüm bunlar karşısında Sason suç ortaklarını ele vermeyi kesinlikle reddeder. Hatta kendisine suçsuz dokuz kişi, bunun bir haksızlık olduğunu kendilerinin suçu bulunmadığı halde onun yüzünden mahsur kaldıklarını farklı şekillerde ifade ederler. Ancak Sason kesinlikle tavrından geri dönmez. Sason’a bir zarar gelmemesi için dokuz kişi nöbetleşe uyumaya karar verirler. Bu arada uykusuzluk, açlık ve susuzluktan perişan bir vaziyettedirler. Sason’u içlerinden birisi öldürür. Fakat fail belli değildir. Nihayetinde suçlu öldüğü için diğerleri vali tarafından serbest bırakılırlar.
İkinci perde dört yıl sonrasındaki bir değişimle başlar. Sason’un arkadaşları darbe yapmışlar ve yönetimi ele geçirmişlerdir. Darbeyi gerçekleştiren militan arkadaşı Sason’un ölümünden sorumlu olan kişileri tekrar aynı hapishanede toplar. Aralarından birisi intihar ettiği için gelememiştir. Bu sefer Sason’un katilini bulmadan hapisten çıkmak yoktur. Sekiz kişi arasında yine tartışmalar ve konuşmalar olur. Herkes bir şekilde diğerini suçlamaya başlar. Bu tartışmalar devam ederken, bir silah sesi duyulur; konsolos kendisini vurmuştur. Böylece oyun sona erer. Böyle bir “son”dan anladığımız şey, seyircilerin de beklemediği şekilde konsolosun Sason’u öldürdüğü şeklindedir.
Bu oyun çerçevesinde “suç”un toplumsal görüngülerine dair birkaç tartışma yapılabilir. Birincisi, özellikle totaliter rejimler ve yaratılan olağanüstü durumlarda “suçlu” ve “suçsuz” kavramlarının kolaylıkla yer değiştirebilmesidir. Böyle durumlarda temel ilkelerin işlemez hale gelmesi, bir anda suçun üretilmesi ve hatta topluma doğru yayılmasını imkan dahiline sokmaktadır. Nitekim oyunda valinin bir suçludan bilgi almak için suçsuz insanları araçsallaştırması, o insanları bir şekilde suçun itine itmiş ve nihayetinde birkaç cinayeti sonuçlamıştır. Bir an önce suikast düzenleyen suçlunun konuşturulması isteği, diğerlerinin de yanlış davranışlarını birlikte getirmiştir.
Aslında oyunda aktörler arasında geçen diyaloglar, böyle bir süreç içerisine girildiğinde kurtulmak üzere her yolun denenmesinden insani tavırlardan asla vazgeçilmemesine kadar geniş bir alanda insanın sosyolojik ve psikolojik reflekslerini bize vermektedir. Böyle zor bir durumdan kurtulmak için denenen kestirme yollar sıklıkla dillendirilen ahlakiliğe referansta bulunmayabilmektedir. Tüm bunlarla birlikte insaniliğin dirençli noktalarının işlediğini de bize göstermektedir.
İkincisi, suçun toplumsal ve kolektif boyutuna dikkat çekilmelidir. Yukarıda da belirtildiği üzere suçun gerçekleşmesi bireysel ve toplumsal birçok faktöre bağlı olduğu gibi kültürün işleyişi de burada önem kazanmaktadır. Aslında işlenen suçlar bir şekilde o toplumda birik(tiril)en yanlışlıkların farklı yer, zaman ve kişide görünür olmasıdır. Dolayısıyla buradan çıkacak sonuç; toplumdaki tüm insanların kendi eylemleri, yanlışları ve yükümlülükleri üzerine yeniden düşünmesidir.
Üçüncüsü, oyunun ismi bize dönem, rejim ve anlayış değiştikçe suçluluk ve suçsuzluk kategorileri kadar yargılayan otoritenin de değişebileceğini göstermektedir. Nitekim ilk dönem olan “Suçsuzlar Çağı”nda meslek erbabı dokuz kişi suçsuz iken, darbe gerçekleştikten sonra önceki dönemin suçluları hakim ve yargılayıcı konumuna geçmiş, suçlular ise önceki dönemin suçluları olmuştur. Bu doğrusu özellikle geçtiğimiz yüzyılda örneklerine sıkça rastladığımız bir durumdur. Fakat her halükarda suç insanın vicdanını rahat bırakmayan bir rahatsızlık duygusu yaratmaktadır. Stefan Zweig’ın “Acımak” isimli romanındaki son cümlesini hatırlatalım: “Vicdan anımsadığı sürece hiçbir suç unutulamaz.” 
 
breitling chronographe etanche 50m a68062 no 1111 price omega dark side of the moon copy uk replica watches steve mcqueen watch auction tag heuer carrera calibre 16 leather strap replica watches uk omega seamaster nato strap rado first copy watches in ahmedabad swiss replica watches hello rolex reviews rado tan boots fake watches
İLİMYURDU Yayıncılık ve Eğitim Hiz. Ltd. Şti.
Adres : Molla Gurani Mah. Akkoyunlu Sk.
            No: 36 Fındıkzade Fatih / İstanbul
Tel      : 0212 533 05 35
Mail    : info@yetkindusunce.com
Tüm Hakları İlim Yurdu Yayıncılık’a aittir. Kaynak belirtilmeden hiçbir içerik kopyalanamaz. | Tasarım & Yazılım: Dizayn Sanat