Bir Adalet Teorisi / John Rawls
Sayı:2 / Adalet ve İstikrar - Kitap Kritikleri
Roza Süleymanoğlu Dinçer
Çeviri: Vedat Ahsen Coşar
Phoenix Yayınevi
Rawls’un vurguladığı iki adalet ilkesinin temel amacı, eşitlik ve özgürlük isteklerini belirli bir noktada buluşturmaktır.
Amerikalı düşünür ve siyaset felsefecisi John Rowls, 1971 yılında kaleme aldığı, 1975 yılında “zayıf olan noktaları” düzelttiğini belirttiği ve 2017 yılında Türkçeye çevrilen “Bir Adalet Teorisi” (A Theory of Justice)” adlı kitabında, adaleti bir hakkaniyet olarak ele almakta ve adalet kavramını derinlemesine incelemektedir. Bu kitabında, adalet kavramı argümanlarının doğasından, temel hak ve özgürlükler ile bunların önceliğinin yeterli biçimde geliştirilmesine, adalet durumlarından ödev ve yükümlülüklere, iyiliğin bir akılcılık olarak ele alınmasından eşitliğe kadar, günümüzde de sıklıkla tartışılan konulara değinen Rawls, toplam faydanın azamileştirilmesi adına kişinin haklarını ihlal eden faydacılığada alternatif bir adalet kavramı geliştirmeye çalışmıştır. Rawls’un, liberal yaklaşımında önemli bir işleve sahip faydacılığa karşı adaleti merkeze alan farklı bir teori oluşturması, 20. yüzyıl siyaset felsefesi içerisinde önemli bir yer edinmesini beraberinde getirmiştir.
Bireyin ahlaki özerkliğini temel alan bir yaklaşım ortaya koymaya çalışan Rawls’un, “Bir Adalet Teorisi” adlı kitabı, toplam dokuz bölümden oluşmaktadır. Rawls, ilk bölümde, adil bir toplumun nasıl kurulabileceğinitartışmış ve adaleti, bir hakkaniyet olarak ele almıştır. Kitabın ikinci bölümü “adaletin ilkeleri”ni, üçüncü bölümü “başlangıç durumu (orijinal pozisyon)”nu, dördüncü bölümü “eşit özgürlük”ü ve beşinci bölümü ise“dağıtıcı paylar (hisseler)”ı konu almaktadır. Kitabın altıncı bölümünde “ödev ve yükümlülük”leri tartışan Rawls, yedinci bölümünde “akılcılık olarak iyilik”i, sekizinci bölümde “adalet duygusu”nu ve son bölümde ise “adaletin iyiliği”ni konu almaktadır. Revize edilmiş ikinci baskısında beşyüzotuzsekiz sayfa olan kitap, içerik olarak anlaşılmasının ve bazı kavramların Türkçede karşılıklarının bulunmasının zor olmasından dolayı2017’ye kadar Türkçeye çevrilmemiştir.
Rawls, kitabının ilk bölümünde “Adaletin Rolü (TheRole of Justice)” başlığı altında “adalet, sosyal kurumların ilk erdemidir (Justice is thefirstvirtue of socialinstitutions)” (s.3) demekte ve adil bir toplumda olması gereken özellikler ile bu toplumdaki temel kurumların nasıl düzenlenmesi gerektiğine değinmektedir.
“Bir Adalet Teorisi” kitabı incelediğinde, kitabın ağırlıklı olarak iki kavram üzerine inşa edildiği görülmektedir. Kitap içerisinde de sıklıkla karşılaşılan bu kavramlar: “başlangıç durumu (originalposition)” ve “cehalet perdesi1 (veil of ignorance)”dir (s. 11, s.118).Temel adalet ilkelerinin seçiminin yapıldığı başlangıç durumu, Rawls’un teorisinde, “doğa durumu (state of nature)”na karşılık gelmektedir.
Başlangıç durumu, adaletin prensiplerini belirlemek üzere bir araya gelen insanların mutabakat sağlayacakları anlaşmanın kurgusal yapısını ifade eden ve farklı adalet prensipleri içinden tercihte bulunulacak bir seçim ortamıdır.Başlangıç durumunda amaç, adalet ilkelerini geliştirebilmek için bir grup kişinin bir araya gelmesiyle bir ortam oluşturmaktır. Bir araya gelen kişiler, özgür, eşit, rasyonel ve kendine has bir “iyi anlayışı”na sahip kişilerdir(s.102). Başlangıç durumu yaklaşımı, Rawls’un teorisinde, adalet ilkelerinin seçiminde “nesnelliği” sağlayacağı için önemlidir.
Başlangıç durumunda yer alan herkes bir “cehalet örtüsü (veil of ignorance)” altındadır.Bu kişiler, kendilerine ya da içinde bulundukları topluma ait herhangi bir bilgiye sahip olmamakla birlikte, yeteneklerine, özelliklerine, zekasına ya da psikolojik özelliklerine yönelik herhangi bir bilgiye de sahip değildir (s.118-123). Örneğin, aynı toplumda yaşayan farklı etnik kökenlerin yaşam koşullarını olumsuz etkileyebilecek herhangi bir değişiklik önerisi, bireylerin kendilerine ve ait oldukları topluluklara yönelik herhangi bir bilgiye sahip olmamalarından dolayı teklif edebilecekleri bir öneri haline gelemeyecektir. Dolayısıyla Rawls’un, “cehalet örtüsü” kavramı ile kişilerin, eşitliğini sağlamaya ve birbirlerine karşı avantajlı ve dezavantajlı bir durumdaolmalarını önlemeye çalıştığı söylenebilir.
Rawls, bu kitabında istikrar sağlayan ve adil olan bir toplumu oluşturacak temel adalet ilkelerini bulmaya çalışmıştır. Bu nedenle, hak ve özgürlüklerin felsefi kökeniyle ilgilenmemiş ve başlangıç durumundaki kişilerin, adalete yönelik şu iki prensipten hareket edeceğini belirtmiştir (s.53):
1. Her bireyin, herkes için benzer bir özgürlük sistemi ile uyumlu olan, en geniş şekilde tanımlanmış temel özgürlüklere sahip olması gerekir.
2. Sosyal ve ekonomik eşitsizlikler şu ikisi arasında düzenlenebilir: a) eşitsizliklerin, akla uygun olarak herkesin yararına olması, b) pozisyona bağlı ve tüm kurumlara açık.
Rawls, toplumsal ve siyasal kurumları, adaletin temel konusu olarak görmekte; eşitsizlik yaratan siyasi makamların herkese açık olması gerektiğini vurgulamaktadır. Rawls, en kapsamlı özgürlüklere dahi herkesin erişim hakkının olması ve bu hak ve özgürlüklerin güvence altında olması ile sosyo-ekonomik eşitsizliklerin toplumdaki en az avantaja sahip bireyler yararına düzenlenmesi ve kurumlarda ki makamlara herkesin ulaşabilir olmasının sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri gidereceğini belirtmektedir. Herkesin temel özgürlüklere sahip olması ve herkesin ortak faydası dikkate alınarak sağlanacak hakkaniyetli durum ile makamlardaki şeffaflığı, adaletin iki önemli prensibi olarak ele alan Rawls, birinci prensibin ikinci prensipten öncelikli olduğuna değinmekte ve adalete toplumsal yaşamın koşullarından dolayı ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır (s.53-56).
Rawls’un vurguladığı iki adalet ilkesinin temel amacı, eşitlik ve özgürlük isteklerini belirli birnoktada buluşturmaktır. Başlangıç durumundaki sınırlamalar altında tarafların adalet ilkelerini, “adalet duygusu” ve “birincil toplumsal değerler” yardımı ile seçeceğini belirten Rawls, her bireyin sezgiye dayalı olarak hak ve adalete uygun olanı seçme kapasitesine, doğuştan sahip olduğu adalet duygusuyla erişebileceğini belirtir.
Rawls, devletin adalet koşullarını yerine getirmesiyle adil bir toplumun kurulabileceğini vurgular. Adaletin, nasıl bir içeriğe sahip olması gerektiği “halkın kurucu gücü” tarafından belirleneceğini ifade eden Rawls, bu güce yapmış olduğu vurgu ve toplumsal sözleşme kavramına değinmesiyle, Hobbes, Locke ve Rousseau gibi toplumsal sözleşme kuramcılarına benzemektedir.
Rawls’un bu çalışmasının, bireylerin içinde yaşadıkları toplumda hangi rollere sahip olduklarını bilmedikleri taktirde nasıl bir toplumun temelini oluşturacaklarına yönelik merakı gidermeye yönelik bizlere bilgi verdiğini söylemek mümkündür.
Toplumsal gerçeklikten soyutlanan bireylerin, adaletin ilkelerini belirlemek için rasyonel kararları vermesinin zor olduğu ve bireyin toplumsal bir varlık olmasından dolayı, kendi amaç ve değerlerinden koparılan birey algısının gerçekçi olmadığı kitaba yöneltilen eleştirilerden biri olabilir.
Genel olarak bakıldığında, kitap “eşit vatandaşlık” statüsüne, temel hak ve özgürlükleri herkes için öngörmesiyle zemin hazırlamaktır. Rawls’un bu kitabı, sadece siyaset bilimi ile ilgilenenler tarafından değil, herkes tarafından okunması gereken önemli eserlerden bir tanesidir.