Töre ve Törenler

Yıl:8 Sayı: 30 (Nisan - Mayıs - Haziran)

Töre ve Törenler

Editörden
Toplum denilen olgu, biryandan çok katmanlı yapısı diğer yandan çeşitliliğine zemin oluşturan farklı niteliklerle karmaşık bir görünüm olarak karşımızdadır. Esasen bu kesişim noktalarının ortasında her bir niteliğine değerek insan toplumun içinde yaşamaya devam eder. Bir yandan toplumun sürekliliği için “bütünleşme” ögelerinin ve değerlerin baskın olması gerekir. Öte yandan insanın antropolojik olarak çeşitliliği oranında farklılıkların da toplumda yaşaması bir zarurettir. Bir yandan toplumların kendilerini idame ettirmeleri belirli oranda “rasyonel” ilke ve kuralları gerektirirken, öte yandan belirli mitos, tören ve ritüeller etrafında bir anlatı da kendisini gösterir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, tamamen rasyonellik üzerine kurulu bir toplum yoktur. Bu sebeple farklı toplumların nesiller boyu tekrarlayarak referansta bulunduğu efsaneleri, mitosları, destanları tamamıyla bir edebiyat olarak değerlendirilemez. Hatta bu efsane, mitos ve destanlar toplumların zor zamanlarında problemleri aşmak üzere güncellenip tekrarlanır. Özellikle kurtuluş efsaneleri törenler üzerinden bireysel ve toplumsal hafızanın unutmasına fırsat vermeyecek düzeyde icad edilir ve kurumsallaştırılır.
Diğer yandan toplumlar hayatiyetlerini sürdürürken, zorlu günler, çatışmalar, savaşlar, mutluluklar, kahramanlıklar yaşarlar. İşte bu olaylar önemleri nispetinde süreç içerisinde törenlere dönüşürler. Bazan bir kişiyi anma, bazan bir bayram, bazan kazanılan zafere, bazan bir liderin vefatı gibi farklı olayların törene dönüşmesi, bir yandan toplumda bu yönde bir hafıza oluşturma, diğer yandan yönetimselliğe bir ideolojik çerçeve sağlama gibi işlevlere sahiptirler. Özellikle modernliğin çok farklı boyutlarıyla görünür olduğu 20. Yüzyıl bunun mebzul örnekleriyle doludur.
Bu bağlamda törenler ile bağlantılı olarak din ve töre kavramlarını da zikretmek gerekir. Zira törenler, bir kısmı dinsel referanslara sahip olması ve önemli oranda dinsel formatta gerçekleşmesi sebebiyle din olgusuyla ayrılmaz bağlara sahiptir. Törelere ise hem törenleri besleyip çerçeveleyen hem de giderek töreleşmesi bağlamında hem din hem de tören mefhumuyla bağlantılar taşımaktadır. Bunların dışında yine farklı toplumlarda yaşamaya devam eden ritüeller, âyinler, mitoslar ile düğün, merasim ve festivaller törenlerin formları olarak toplumda yaşamaya devam etmektedirler. Bu açıdan törenler toplumların sosyal, siyasal, kültürel vb. bilinçaltını açığa çıkarması bakımından çözümlenmesi gereken çok katmanlı fenomenlerdir.
Tüm bu mülahazalardan yola çıkarak Yetkin Düşünce dergisi bu sayısında “Töre ve Törenler” başlığı ile karşınızdadır. Bu sayıya Mustafa Tekin, Kadir Canatan, Hasan Coşkun, Abdulkadir yeler, Abai Amantai, Mustafa Yıldırım, Ahmet Keleş, Muhammet Özdemir, Esra Aslan Turan, Mustafa Sarmış, Metin Doğan dosya konusu yazıları ile katkıda bulunmuşlardır. Yavuz Köktaş ise değerler konusundaki bir tartışması ile dergimizdedir. Bu sayının söyleşi bölümünde iki konuğumuz bulunmaktadır. İlk konuğumuz Sait Başer, daha çok meselenin geleneksel töre ve törenler boyutuna odaklanmaktadır. Mustafa Alıcı ise, dinler tarihi ağırlıklı olarak törenler üzerine çözümleme yapmaktadır.
Bu sayıda Kültür-Sanat bölümünde bir söyleşi bir de sergi analizi bulacaksınız. Söyleşi kısmında Nurdan Albamya, Filistin Oyunu ve Ankebut Tiyatro üzerinden tiyatro konusunda geniş değerlendirmelerini bizimle paylaştı. Zuhal Bayram ise, insan hakları üzerine çok boyutlu bir sergi analizi yaptı. Kitap kritiği kısmında F. Esra Sağır “Toplumsal Hafıza” kitabının konumuz bağlamında bir kritiğini sunmaktadır. Tüm yazarlarımıza katkıları sebebiyle teşekkürlerimizi arz ediyoruz.
Derginiz Yetkin Düşünce, toplumun ve dünyanın önemli meselelerini bir dosya konusu olarak işlemeye devam etmektedir. Farklı entelektüel katkılarla problemleri derinlikli analiz etmeyi hedefleyen Yetkin Düşünce, dijital koşullarda büyük fedakarlıklarla matbu olarak çıkmaktadır. Desteklerinizle Yetkin Düşünce “Hakikat”in sesi olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin farklı bölgelerinde okunup tartışılan Yetkin Düşünce’nin geçen sayısını Osmaniye’deki okuyucularla ekran üzerinden müzakere etme imkanı bulduk. Bu tür müzakerelerin Anadolu’da artması bizi memnun edecektir. Bu bağlamda dergimizin entelektüel etkilerini görebilmekteyiz. 
Derginiz Yetkin Düşünce 2025 yılı üçüncü sayısını “Bütün boyutlarıyla Eğitim” başlığına ayırmıştır. Gereke küresel gerekse yerel düzlemde bir tartışma ve problematik alanın üzerinde oluştuğu eğitim konusu, geleceğe projeksiyonlar açısından ciddiyetle ele alınmak durumundadır. Zira birçok toplumsal problemin de zeminini oluşturmaktadır. Hem meselelere hem de çözümlere odaklandığımız bu konuda yazarlarımızı katkı sunmaya davet ederken, sağlıklı, mutlu ve başarılı günler temennisiyle…
 
 Mustafa TEKİN
Genel Yayın Yönetmeni 

Açık Oturum

Alevi-Bektaşi Geleneğinde İbadetten Törene Semboller Hazinesi Olarak Cem Ritüeli
Özet

Cem adı verilen ayinler, Alevîliğin en önemli kurumlarındandır. Cem, “toplamak, topluluk, toplantı, cemiyet” demektir. Buna göre Ayin-i Cem; toplantı töresi, cem âdeti, cem töreni bir araya gelme yolu anlamına gelir.[1] Cem, Aleviliğin en önemli ibadetlerinden biri olup, Alevilik ve Bektaşiliğin simgelerini ve sembollerini barındırması açısından büyük bir öneme sahiptir.[2] Aleviliğin ve Bektaşiliğin temel ritüeli olan cem, genellikle “hizmet” olarak adlandırılan ve on iki hizmetten oluşan ritüellerin merkezinde yer alır.[3]  Bektaşîlikte, “Aynü’l-Cem” adıyla tanımlanan kutsal tören, bir namaz erkânıdır. Bu nedenle, bu meydanda ne bir şey yenir ne de bir şey içilir. Ezgi ile hiçbir nutuk söylenemez. Hatta Kur’ân-ı Kerîm bile makamsız okunur. Ancak, namazdan çıkıldıktan sonra “Âyin-i Cem” denilen kutsal şölende sofralar kurulur, yemekler yenir, sohbet ve muhabbet edilir. Naatler, gazeller, nefesler mürşidin izni alınarak topluca söylenir. Bu sofraya “Ali Sofrası” adı verilmiştir. Bir eğitim kürsüsüdür. Kutsal kitabımızda, A’raf Sûresi’nin 31. âyetinde geçen “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde zînetinizi takının. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O israf edenleri sevmez.” sözleri bu gerçeği bize açık seçik olarak anlatır.[4]



[1] E. Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevîlik ve Bektâşîlik, İstanbul 1991, s. 326.
[2]Ahmet Gökbel, “Cem”, Ansiklopedik Alevi Bektaşi Terimleri Sözlüğü, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2019, s.161.
[3] Bülent Akın, “Kudret Kandilinden Bu Deme Cem Ritüelleri-I: Mitik Köken, Teolojik Arka Plan ve Tasavvufî Zeminiyle Geçmişten Günümüze Çerağ/Delil Hizmeti”, SÜREK Alevilik – Bektaşilik ve Kültür Araştırmaları Dergisi 1(2023), s. 2.
[4] Dursun GÜMÜŞOĞLU, “Bektaşiler Açısından Bektaşilik Nedir?”  https://www.bsbad.org.tr/en/makaleler/bektasiler-acisindan-bektasilik-nedir (Erişim Tarihi: 05.05.2025)

...
Hasan Coşkun

Dosya

Töre(n)lerin Sosyo-Felsefesi
Özet

İnsanlık tarihine bakıldığında töre(n)lerin farklı formelliklerde ve birçok fonksiyonu icra etmek üzere varlığını müşahede etmekteyiz. “Töre(n)” şeklindeki yazılım bir yandan törelere atıfta bulunurken, diğer yandan hiç kuşkusuz törelerle de bağlantılı olarak törenlere dikkat çekmektedir. Dolayısıyla töre(n) kavramını anlam ve içerikleri itibarıyla ele almak; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. birçok boyutu gündeme getirmektedir. Fakat “töre(n)”lerin hem ilahiyat ham de sosyal bilimlerin perspektifinden incelenmesi, oldukça vüsatli sosyaliteleri karşımıza çıkaracaktır. Çünkü töre(n) konusu ilk bakışta toplumsallıklar içinde dar bir hacmi işgal ediyor görünse de, içinde ciddi olarak analiz edilmesi gereken alt başlık ve problematiği barındırmaktadır. Bu bağlamda törenler, bir topluma dair çok boyutlu analiz yapabilmeyi imkan dahiline sokacak bir derin içerik taşımaktadır.

...
Mustafa Tekin
Prof. Dr. / İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Modern Ulus Devletlerin Töre ve Törenleri: Güç Tekelleşmesi ve Bilgi Tekdüzeliği Bağlamında Bir Baskı Aracı Olarak Kullanımı
Özet

Giriş
İnsan toplulukları varoluşlarından bu yana, bir arada yaşama ve ortak bir düzen kurma ihtiyacı duymuşlardır. Bu ihtiyacın bir sonucu olarak ortaya çıkan çeşitli normatif yapılar (töreler ve törenler), ortaya çıkmıştır. Böylece bu normatif yapılar toplumların temel yapı taşlarını oluşturmuş, değerlerini, inançlarını ve davranış biçimlerini kuşaktan kuşağa aktarmalarını sağlamıştır. Ancak bu güçlü toplumsal mekanizmalar, sadece birleştirici ve düzenleyici işlevlerinin yanı sıra, belirli gruplar üzerinde baskı kurma ve eşitsizlikleri meşrulaştırma potansiyelini de barındırmaktadır. Ayrıca modern ulus devletin ortaya çıkışı, insanlık tarihindeki en önemli dönüşümlerden birini temsil etmiştir. Bu dönüşüm, sadece siyasi sınırların yeniden çizilmesiyle kalmamış, aynı zamanda toplumsal yapıların, kültürel pratiklerin ve bireysel kimliklerin de kökten değişmesine yol açmıştır. Ulus devlet, merkezi bir otorite etrafında örgütlenmiş, belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik iddiasında bulunan ve ortak bir ulusal kimlik yaratmaya çalışan bir siyasi yapıdır. Bu süreçte, yazılı olmayan kurallar bütünü olan töre ile kolektif bilinçte yer etmiş, ritüelleştirilmiş davranışlar dizisi olan törenler, ulus devletin hedeflerine ulaşmasında önemli bir iktidar aracı rolü oynadığını göz ardı edilmemelidir.

...
Ali Öner
Töre ve Dini varoluşumuzun Ontolojik ve Epistemolojik Zemini Olarak Görmenin İmkanı Üzerine
Özet

Giriş
Kant, Ahlak Metafiziğini temellendirmeye dışımızdaki doğa yasaları ile içimizdeki ahlak yasalarına dikkat çekerek başlar. Onun ünlü; ‘The starry heaven above me and the moral law within me’ sözü, yani ‘üzerimdeki yıldızlarla süslü gök ve içimdeki ahlak yasaları” konumuzu özetler mahiyettedir.[1] Ona göre insan, içerden ve dışardan yasalarla kuşatılmış durumdadır. Biri bizden bağımsız hatta bizi de içine alacak şekilde işleyen doğanın yasaları diğeri de nasıl davranacağımız konusunda bize yasa dayatan ahlaki varlığımızdır. Yasalarla kuşatılmış olmak insan olmanın zorunlu konumudur.[2] Bu bağlamda önemli bir noktaya öncelikle yer vermek istiyorum; insan bu konumunu evrimin bir sonucu olarak mı yoksa Tanrısal bir tasarım olarak mı kazanmıştır? Varoluşta Tanrı’ya yer vermeyen evrimci teori yasayı/töreyi evrimsel süreçlerle izah eder ve insanın varoluşunu töreye de törene de önceler. Çünkü bunlar, diğer beşerî kazanımlarda olduğu gibi insanın zaman içindeki gelişimine paralel olarak ortaya çıkmışlardır. Öte yandan insanın varoluşunu tanrısal bir tasarım olarak gören dini ve felsefi geleneklere göre ise insan, doğuştan bir töreye ve bittabi törene sahip bir varlıktır. Kant’ın “her akıl bir yasa koyucudur” önermesini burada hatırlayacak olursak akıl sahibi olmanın aynı zamanda yasa sahibi olmak anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Böylece akıl hem yasa koyucuya hem de yasanın kendisine tekabül eder ve içimizdeki ve dışımızdaki yasaları keşfetmemizin zemini olur.



*Prof. Dr., Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
[1] Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, Translated and edited by Paul Guyer, Allen W. Wood, Cambridge University press, 1998, s. 1.
[2] Martin Heidegger bunu Dasein kavramı ile açıklar, Dasein, insan olmanın doğada/dünyada varlık olmasını ifade eder. Geniş bilgi için bkz. Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, (çev. Kaan Ökten), Alfa Y., İstanbul 2018, s. 77-103.

...
Ahmet Keleş
Prof. Dr./ Dicle Üniversitesi
Popülizm, Halkçılık ve Töre’nin Hukuk Yaratabilme Gücü
Özet

Giriş
Bu yazının amacı insan ve toplumun işlevsel içeriğini gerçekçi bir çerçevede tartışmaya açarak modern kentleşme ve çağdaş büyükşehirleşmenin getirdiği dijital modernlik aşamasında kırsal kimliklerin birçok merkeze taşıdığı farklı törelerin birer hukuk yaratabilmelerini çözümlemektir. Modernitenin en önemli tartışmalarından birisi, bir ülkeyi meydana getiren insanlar arasında toplumsal merkeze hakkaniyetli etki bakımından nüfuzlu olmanın hangi esaslar ile nesnel, ilerlemeci ve sürdürülebilir kılınabileceğine ilişkin siyasal yönetim organizasyonu tartışmasıdır. Bu tartışma bir taraftan insan ve toplumun tanımlanmasını, bir taraftan mülkiyetin ve ekonominin tanımlanmasını ve diğer taraftan kültür ve hukukun tanımlanmasını gerektirmektedir. Bütün tanımlamalarda insanlara dayalı gerçek, maddi ve somut olay örneklerinden hareket edilmektedir. Sözgelimi Britanya’da 17. yüzyılda yaşanan birkaç farklı devrimsel hâdiseye ve bir dönem Cumhuriyetçi görünen parlamenter insanların bir kral veya kraliçenin yerine yönetim organizasyonunu devraldıkları deneyimlere sahiplik eden kapsamlı siyasal, ekonomik ve hukuki olaylar dizisi daha sonra sırayla Fransa ve ABD’de, ardından Almanya, Rusya, Avusturya, Çin ve başka birçok coğrafyada etkili olmuşa benzemektedir. Britanya’da 17. yüzyılda yaşanmış hâdiseler önce Thomas Hobbes’un Leviathan adlı eserinin 1651 yılında yayınlanmasını[1] ve sonra John Locke’un Two Treatises of Government (Hükümete İlişkin İki Tez) adlı eserinin 1689 yılında yayınlanmasını gerektirmiş veya sonuç vermiştir.[2] Bu iki eser hâlâ modernitenin en saygıdeğer iki siyaset felsefesi, hukuk felsefesi ve ekonomi felsefesi metni olma özelliklerini sürdürmektedirler



[1] Thomas Hobbes of Malmesbury, Leviathan or the Matter, Forme, & Power of a Common-wealth Ecclesiasticall and Civill, London: Andrew Crooke, Green Dragon, 1651.
[2] John Locke, Two Treatises of Government, London, New York: Cambridge University Press, 1960.

...
Muhammet Özdemir
Yrd. Doç. Dr. / İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi
Gündelik Hayat ve Ritüellerin Klişeleşmesi
Özet

Gündelik Hayat ve Ritüeller
Gündelik hayat, ilk bakışta sıradan ve tekrarlanan eylemlerle örülü gibi görünse de, bu tekrarlar içinde derin anlamlar taşır. Sabah kalkınca yüz yıkamak, kahvaltı yapmak, işe giderken aynı yoldan yürümek, selamlaşmak, teşekkür etmek ya da sosyal medyada herkese “günaydın” demek gibi davranışlar, çoğu zaman otomatikleşmiş, düşünmeden yaptığımız eylemlerdir. Ancak bu eylemler yalnızca alışkanlık değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın görünmez harcını oluşturan ritüellerdir. Ritüeller, bireyleri hem kendilerine hem de başkalarına bağlayan sembolik köprüler kurar.
Gündelik hayattaki ritüeller, insanın belirsizlikle baş etmesine, zamanın akışını düzenlemesine ve sosyal ilişkileri istikrarlı biçimde sürdürmesine yardımcı olur. Mesela bir ailenin birlikte akşam yemeği yemesi, sadece fizyolojik bir ihtiyaç değil, aynı zamanda birlikteliğin yeniden üretildiği sembolik bir törendir. Aynı şekilde, bir iş yerinde sabahları meslektaşların birbirine “günaydın” demesi, görünürde basit bir nezaket kuralı olsa da, topluluğun varlığını ve sürekliliğini teyit eden küçük bir ritüeldir.

...
Kadir Canatan
Prof. Dr./Sabahattin Zaim Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi
İnancın Dışavurumu Olarak İstanbul’da Muharrem Matemleri
Özet

Doç. Dr. / İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Hicri takvimin başlangıcı olan ve haram aylardan biri kabul edilen Muharrem ayı, tarih boyunca tüm Müslüman gruplar tarafından mübarek kabul edilmiştir. Farklı İslam mezhepleri tarafından oruç tutmanın faziletli kabul edildiği Muharrem ayı, Hz. Hüseyin ve aile fertlerinin 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) tarihinde Kerbela’da şehit edilmesi üzerine bambaşka bir anlam kazanmış ve Muharrem ayına özgü dini merasimler Hz. Hüseyin’in şehadetine olan üzüntü ve öfkeden ilham alarak şekillenmiştir.
Hz. Hüseyin’in şehadetine büyük önem atfeden Şia için de Muharrem ayı, hem Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin katledilmesine duyulan derin üzüntü hem de intikam duygularıyla beslenen ve asırlardır kurumsallaşmış bir takım ritüellerle icra edilen matem ayı olmuştur. Başta İran olmak üzere, Şiilerin yaşadığı her yerde Muharrem ayının onuncu gününde “taziye” adı verilen törenlerin düzenlenmesi, yas merasimlerinde ağıtların söylenmesi, maktel-i Hüseyin türü eserlerin okunması ve kamuya açık alanlarda zincirlerle kendilerini döverek kan akıtma ritüelleri asırlar boyu devam eden bir gelenek halini almıştır. 

...
Abdulkadir Yeler
Kırgızistan’da Dini Ritüeller ve Törenler: Gelenek, Kimlik ve Değişim Çatısında Bir Toplumsal Doku
Yazının tamamını okumak için : Yazıyı Oku

Özet

Giriş
İnsanlar tarih boyunca yaşamın bir içeriği olarak doğum, ölüm, evlilik gibi her türlü durumlarda çeşitli tören ve ritüellere başvurarak her durum için bir anlam aramışlardır. Bu ritüeller, yalnızca dini vecibeleri yerine getirme biçimi değil; aynı zamanda toplumsal dayanışmayı güçlendiren, aidiyet duygusunu pekiştiren ve kültürel mirası aktaran sembolik eylemlerdir. Kırgızistan, bu yönüyle tarihten bugüne hem İslam’ın mirası, hem de eski Şamanist ve ataerkil inançların harmanlandığı, Sovyetler döneminden İslam’ın kalıntıları olarak aktarılırken; Sovyetlerden sonra yeniden dindarlaşan, yeniden İslamlaşan toplumda kimi zaman örtüşen, kimi zaman da ayrışan bir olgu olarak gelenek, kimlik ve değişim çatısı altında zengin ve dinamik bir kültürel doku sunar.
Bu makalede, Kırgızistan’daki dini ve toplumsal törenler, ritüeller; sosyolojik, tarihsel ve kültürel bağlamda ele alınacak, bu ritüellerin birey ve toplum üzerindeki etkisine dikkat çekilecektir. Yazarın Kırgızistanlı olması nedeniyle yaşamın içinden gözleme ve tecrübeye dayalı bir yaklaşım söz konusudur. Yazının amacı, Türkiye gibi kardeş, benzer kültürel geçmişe sahip bir coğrafyadan bakıldığında Kırgız toplumunun kimliğini şekillendiren ritüelleri ve onların anlamını daha iyi kavramaktır.

...
Abai Amantai
Mevlid’in Sosyolojik Etkileri
Özet

 
“Toplumlar ortak yaşantılarını ve değerlerini normlarla kuvveden fiile çıkararak varlıklarını üyelerine kabul ettirmek isterler. Toplumda görünür olma hali, hâfıza oluşturan önemli günler, aylar, bayramlar, merâsimler, mûsikî ile mümkün olur.” (Özkul, 2010: 51). Bu konuda edebiyat metinleri o zamanki toplumun halini görünür kılan en önemli köşe taşlarıdır ve dönemindeki toplumun aynasıdır. Toplum hangi dili kullanıyorsa, sosyal ve kültürel yapısı ne ise onu yansıtır. Süleyman Çelebi’nin mevlidi de o dönemin dilini, dinî anlayışını, toplumun yapısını ve sıkıntılarını dile getiren ve o dönemi görünür kılan bir aynadır.
14. ve 15. yy., Anadolu coğrafyasında mevlid ve naat türlerinin teliflerinin yaygınlaştığı bir dönemdir. Darîrî, Âşık Paşa, Yunus, Hacı Bektâş-ı Velî gibi gönül adamlarının eserlerine bakıldığında bu minvalde ürünlerinin bulunduğu görülmektedir. Edebiyat ürünleri telif edildikleri dönemin sosyolojik ve psikolojik yapısının ve sorunlarının aynası ise Süleym

...
Mustafa Yıldırım
Bir Sosyal Güvenlik Aracı Olarak Töreler?
Özet

Törenin Toplumsal Anlamları
Töre toplumun üzerinde anlaştığı gelenek, görenek gibi değerlere dayalı sosyal ahlak standartlarını oluşturan, yazısız hukuk normları olarak tanımlanır. Coğrafi şartların zorlayıcılığı, insanların geniş akrabalık sistemleri içinde dayanışmacı ortak bir yaşam kurmalarını gerektirmiştir. Bu şartlar altında töre, grubun ortak menfaat ve değerlerinin korunması, amaçların birlikte gerçekleştirilmesi ve aile üyelerinin bir bütün halinde hareket etmesini sağlayarak dışarıya karşı biz duygusunu korumuş olur.[1] Töre aynı coğrafyada, birbirine benzer şartlarda yaşayan insanlar arasında ortak kültür, ahlak anlayışı ve din gibi değerlerle iç içe geçmiş bir karşılıklı haklar ve yükümlülükler ağı meydana getirerek, bunu hem denetleyecek hem de yargılayacak bir mekanizma oluşturur. Bir toplumun ahlaki kurallarına, alışkanlıklarına, yerleşik yaşam tarzlarına bağlılığı ifade eden töre, namus ve şeref değerleriyle bu bağlılığı ödüllendirir. Töre sayesinde birey kendinden önce konmuş ataerkil kuralları tanır ve hayatını ona göre düzenler. Töreyi oluşturan değer yargıları; toplumu idare eden, bireylerin düşünce ve eylemlerine yön veren sosyal standartlar olup toplum içinde ona uyma yönünde bir sosyal psikoloji oluşturur. Bu nedenle de töre sınırları dışına çıkmak bir ölüm nedeni sayılır ve töre bir can alama dayanağı haline gelebilir. Özellikle devlet yapısının bulunmadığı, cezalandırma yetkisinin devlet eline geçmediği yerlerde töreye aykırı bulunan davranışların cezası suçlu bulunanların mensup oldukları aşiretin meclisi tarafından verilir.[2]



[1] Mahmut Tezcan, “Ülkemizde Töre ya da Namus Cinayetleri”, Töre Cinayetleri, Ankara: T. C. Başbakanlık Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü,1999, 21.
[2] Cengiz Yıldız, “İntihar Bir Töre Cinayeti mi?”, Diyarbakır: Akader-Sosyolojik ve Hukuksal Boyutlarıyla Töre ve Namus Cinayetleri Uluslararası Sempozyumu, 2003, s. 136-160.

...
Esra Aslan Turan
Batılı Film Festivallerinde Din ve Kutsallaşan Postmodern Görüntüler
Özet

Giriş
Seyircilerin film izleme tercihlerini yönlendiren önemli bir güç olarak film festivalleri kritik bir yerde durmaktadır. Kitleler üzerinde önemli bir yönlendiriciliğe sahip olan popüler film festivallerinin büyük bir çoğunluğu Batı dünyasında gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda Oscar, Cannes, Venedik, Berlin gibi Batılı film festivallerine özellikle değinmek gerekir. Zira kitleleri seküler yaşam tarzlarıyla bütünleştirmesi açısından bu festivaller büyük bir role sahiptir. Örneğin, 2025 yılı 97. Oscar Ödülleri’nde En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Yönetmen, En İyi Orijinal Senaryo ve En İyi Film Kurgusu dâhil beş dalda ödül kazanan ve Cannes’da da Altın Palmiye ödülü alan Anora filmi, yoğun cinsel içerikli sahneleri, gereksiz ve anlamsız konusu ile popüler kültürün düştüğü seviyesizliği bizlere net bir şekilde göstermektedir. Bu tür filmlere ev sahipliği yapan Netflix ve Mubi gibi dijital sinema ortamları da bu kültürün bir taşıyıcısı olarak önemli ölçüde kitleleri yönlendirmektedir. Bu açıdan bu tür filmler öncelikle festivallerde seçilmekte ve öne çıkarılmakta, daha sonra ise bu tür dijital platformlar ile kolay biçimde tüm dünyaya yayılma imkânı elde etmektedir. Örneğin, birçok festivalden ödül alan filmlerin gösterime sokulduğu Mubi’de izlemek istediğiniz bir filmde her an eşcinsel bir temanın karşınıza çıkması yüksek bir ihtimaldir

...
Mustafa SARMIŞ
Dr. Öğr. Üyesi/Aksaray Üniversitesi 
İLKEL TÖRELERİN RİTMİK TÖREN FORMLARI: AVUSTRALYA’NIN İLKEL TOPLULUKLARINDA RİTÜEL(LER)İN TOPLUMSAL İŞLEVSELLİĞİ
Özet

Giriş
Modernizmin sekülerci kurgusunun, aklın, özgürlüğün ve dünyevi arzuların dini kısıtlamalardan kurtuluşunun bir zaferi olarak inşa edildiği söylenmelidir. Fransız İhtilali’nden günümüze kadar ilerlemeci Batılı her sosyal hareket pratikte bu seküler kurgular tarafından dizayn edilmiştir. Buna bağlı olarak da sekülerleşmenin işlevselci ve ayrıştırmacı teorilerini oluşturan bu sekülerci öz-anlatımlar, henüz yeni ayrışmaya başlamış dini alanın çoğunlukla yıkılması ve sınırlandırılması pahasına bu süreci seküler alanların genişlemesi ve kurtulması adına tasavvur etmişler, dini dramatik bir şekilde bireysel alana ve kenarlara itmişlerdir.[1] Böylece dinin uzun süreden beri tesis ettiği geleneksel yaşam kalıplarının bu süreçte yerini din dışını referans alan modernliğe ve rasyonel eğilimlere bıraktığı, topluluğa özgü birincil yapılardan topluma özgü ikincil yapılara doğru bir evrilmenin yaşandığı, böylelikle de yaşamı artık sekülerleşmenin dizayn ettiği ve her geçen gün dinin etkisinin azaldığı hatta ortadan kalktığı bir sürecin yaşandığı iddia edilmiştir.



[1] José Casanova, “Sekülerleşmeyi Yeniden Düşünmek: Evrensel Bir Karşılaştırma”, çev. Selman Yılmaz, Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, vol. III, No. 2, June 2014, 225.

...
Metin Doğan

Dosya Dışı

Değerler Yaratılmış mıdır Yoksa Onları Biz mi İcat Ediyoruz?
Özet

Başlıkta ifade ettiğimiz değerler, iman, güven, adalet, merhamet, sevgi, cesaret, haya, iffet gibi değerlerdir. Bunların tersini de burada düşünmek mümkündür: Küfür, şirk, zulum, merhametsizlik, sevgisizlik, hayasızlık ve diğerleri. Dolayısıyla burada asıl maksadım, iman, adalet, küfür ve zulmün yaratılmış olup olmadığıdır.
Evet, bütün bunlar yaratılmış mıdır yoksa onları biz mi icat ettik? Konuyu biz kendi tarihimizdeki tartışmalar çerçevesinde ele alacağız, ancak onlara kilitlenmeden bir izah geliştirmeye çalışacağız.
Bununla birlikte varoluşçuluğun bu konudaki görüşlerine değinmeden de olmaz diye düşünüyorum. Esasen bu konunun kuantum fiziğindeki gelişmeleri ilgilendiren bir boyutu da vardır. Buna göre ölçüm yapılmadan önce parçacık birçok olasılık içinde bulunur. Acaba buradan insan iradesini, özgür seçimi “Allah’ın yarattığı çeşitli olasılıklar arasından seçimde bulunma” olarak açıklayabilir miyiz? Şimdilik bu konuya girmeyeceğim, zira onu açıklayacak gücüm bulunmamaktadır.

...
Yavuz Köktaş

Söyleşi

“Ritüeller, bireyin fiziksel, sosyal ve ruhsal olarak yeni bir varlık haline gelmesini sağlar.”
Özet

 
Hocam söyleşi konumuz ritüeller. Ben söyleşiye giriş olarak ilk önce sembol ve sembolik davranış kavramlarını konuşalım istiyorum. Sembol nedir, sembolü sembol olmayandan ayıran özellikleri nelerdir? Ve sembolik davranış ne demektir?
Ben kendi alanım (Dinler Tarihi) açısından özellikle yeni mukayeseci yaklaşımlar ışığında ama daha çok çağdaş bilişsel (kognitif) perspektiften sorularınızı cevaplamak istiyorum; bu yönde bilişsel anlamları tanımlayıcılığı yüksek semboller, genel anlamda bir nesnenin, bir kelimenin, bir işaretin ya da davranışın, kendi anlamını aşacak şekilde bir anlam veya anlamları temsil etmesidir. Seküler bağlamda semboller daha çok kültürel, toplumsal ya da bireysel düzeyde anlam yüklenmiş göstergelerdir. Mesela soyut “bir kalp işareti” yalnızca biyolojik bir organı sembolize etmez, kültürel olarak “aşk” ya da davranış açısından “iyiliği de” somut kavramlar olarak imleyebilir.
Burada sembolü, sembol olmayandan ayırt edici başlıca özellikler arasında birkaçını zikredebiliriz. Mesela onun doğrudan kendi nesnesini değil bir başka kavrama işaret edebilmesi, anlamının toplumsal bir yapıyı (bayrağın milleti sembolize edişi gibi) göstermesi, bunun tam tersine çok boyutlu anlamlara haiz olan soyutlama kapasitesine sahip olması (mesela terazinin adaleti temsili) veya tek bir sembolün çoklu hatta farklı anlamlara gelmesi öne çıkarılabilir.
Bilişsel açıdan düşünürsek; sembolik bir davranış ise insanın veya sosyal grupların görünürde basit bir eylemi, temsilî bir anlam veya anlamlarla gerçekleştirmesidir. Bu tür davranışlar aslında sosyal ritüeller, jestler, dil kullanımı veya gündelik pratikler yoluyla ortaya çıkar. Söz gelişi bir öğretmenin bir öğrenciye aferin derken dokunması basit bir fiziksel temas değil bir takdir sembolüdür. Bir düğünde yüzük takılması da sosyal boyutları olan sembolik bir davranış olarak evliliği, bağlılığı ilan eden bir davranıştır. Bir selamlaşma biçimi, bir giyim tarzı veya özgün bir jest de bu tür davranışlara işaret edebilir.

...
Mustafa Alıcı
“İnsana verilmek istenen kimlik, kut kazanmış insan kişiliğidir.”
Yazının tamamını okumak için : Yazıyı Oku

Özet

Sayın hocam, çalışmalarınızı dikkate aldığımızda akademik kariyeriniz boyunca Türk kültürüne, inanç sistemlerine ve işte Töre gibi yapılar üzerine yoğunlaştığınızı görmekteyiz. Bu alana yönelirken hangi motivasyonlar sizi yönlendirdi?
 
 Azizim, bu esasında uzunca bir hikayedir. Kısaca şöyle söyleyeyim, Yahya Kemal’in meşhur bir sözü var: “Bugün insanlığın bilmediği iki şey kaldı: Bunlardan biri coğrafyada kutuplar, diğeri de tarihte Türklük.” Bu söz bana çok anlamlı ve isabetli gelir. Türkoloji geniş bir dünya ama ev sahibi veya bu kültürün sahibi toplum olarak kültürümüzün mahiyetine bir hayli yabancı düşmüşüz. Bunun çeşitli sebepleri var. Bu yabancılığı fark ettikten ve kendimize dönük cehaletimizi eğitim hayatımda çeşitli vesilelerle tecrübe ettikten sonra dedim ki, ben bu konuya eğileyim. Hatta babamla şöyle bir konuşmamız olmuştu. Biz beş kardeşiz, “Baba, beni zekât say, benim üzerime hesap yapma, ben kendimi milletimizin geçmişini, kültürünü, irfanını araştırmaya tahsis etmek istiyorum.” demiştim. Rahmetli de razı olmuştu. O gün bugündür ta 1970’lerden beri bu konularla ilgileniyorum

...
Sait Başer

Kültür Sanat

NURDAN ALBAMYA ile Tiyatro Üzerine:
Özet

Tekin: Bize kısaca hayatınızdan bahseder misiniz?
NURDAN ALBAMYA- Tabii, memnuniyetle. 1987 yılında Muş’ta doğdum. Bir süre Muş’ta kaldıktan sonra, terör olayları nedeniyle tüm sülalemle birlikte Mersin’e göç ettik. İlkokulu Mersin’de okudum. Ancak aslında İstanbul’a taşınma hikâyemiz de var. İlkokula İstanbul’da başladım. 4. sınıfta, Muş’tan İstanbul’a adapte olmakta zorlandım. Bu nedenle tekrar Mersin’e taşındık. İlkokul, ortaokul ve liseyi Mersin’de tamamladım. Lise dönemim boyunca Mersin’de tiyatro ile ilgilendim. Ancak bir süre sonra, Mersin’in bu alanda bana yetmediğini fark ettim ve tiyatroyu gerçekten büyük bir şehirde okumam gerektiğine karar verdim. Kendi kendime dedim ki: “Konservatuvar okuyacağım ve ailemi buna ikna edeceğim.” Ancak ailemin bu fikre kolayca sıcak bakmayacağını da biliyordum. Bu yüzden bir plan yapmam gerektiğini düşündüm.

...
Nurdan Albanya
Görsel Kanıt ve Etik Tanıklık: Her Hakkın İki Hikayesi
Özet

İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan Bulgur Palas, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle anlamlı bir sergiye ev sahipliği yapmaya başladı.  Magnum İstanbul’da: İnsan Hakları-Olanlar Olmayanlar sergisi ajansın arşivinden derlenen fotoğraflardan oluşturulmuş. Sergi, 45 uluslararası fotoğrafçının dünyanın çeşitli ülkelerinde çektiği ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilk 30 maddesine atıfta bulunan 90 fotoğrafından oluşuyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 10 Aralık 1948’te kabul edilişinden bu yana geçen süreç içerisinde insan haklarının evrenselliği, korunması ve ihlallerine dair süregelen tartışmalara farklı bir perspektif sunmaya çalışmış.  Beyannameye rağmen 21. yüzyılın başında hala devam eden soykırım, işkence, baskı ve eşitsizlikler, insan haklarını koruma konusundaki uluslararası çabaların ne kadar başarısız olduğunu hatırlatırken çekilen fotoğraflar “İnsan nedir? Bütün insanlar bu haklara sahip midir?” gibi sorgulamalarla bu başarısızlığı kanıtladığı söylenebilir.

...
Zuhal Bayram

Kitap Kritikleri

Toplumsal Hafıza: Hatırlamanın ve Unutmanın Sosyolojisi
Özet

Arş. Gör./Kilis 7 Aralık Üniversitesi
Toplumların soykütüklerinin izlerini hafızaları üzerinden takip etmek mümkündür. Bu hafızalar kimi zaman göç ile kimi zaman soykırım ile bazen de kitlesel ölümlerle unutmaya veya unutturulmaya itilebilir. Benzer şekilde unutulanlar zaman içerisinde farklı alanlardaki çalışmalar ile hatırlatılmak istenebilir. Toplumsal hafızayı hatırlama ve unutma ekseninde çalışmak sosyoloji disiplininde sosyal değişimi anlamaya katkı sunmaktadır. Yalnızca sosyal değişim değil, aynı zamanda kimliklerin oluşması ve oluşan kimliklendirme süreçlerinde gücün etkisini anlayabilmek için de hafıza çalışmaları kıymetlidir. Toplumsal Hafıza eseri de kimlik, modernite, toplumsal hafıza, hatırlama ve unutma kavramları üzerinden hafızanın genelden özele doğru incelendiği, özel alanda da Türkiye’yi merkeze aldığı önemli eserlerden biridir. Eser giriş ve sonuç bölümleri haricinde altı bölümden meydana gelmektedir.
“Sosyal Bilimlerin Popülerleşen Konusu: Toplumsal Hafıza” başlığını taşıyan giriş bölümünde, toplumsal hafıza konusunun sosyal bilimler içerisinde son dönemlerde artan bir ivmeyle çalışıldığı dile getirilmektedir. Bu durumun sebebi olarak göç, soykırım, kitlesel ölümler ve sosyal bilimlerde toplumsal hafızanın sınırlarının çizilmesi ve öneminin fark edilmesi olarak sıralanmaktadır. Toplumsal hafızanın neden popüler bir çalışma alanı olduğunun itici faktörlerini ise tarihsel süreç içerisinde Sanayi Devrimi’nden başlatarak, İkinci Dünya Savaşları ve devamında teknolojinin hızla gelişmesinin hatırlamanın ve unutmanın sosyolojisine sunmuş olduğu etki olarak ifade edilmektedir. Karaarslan, toplumsal hafıza kavramsallaştırmasını tercih etmesindeki nedeni hafızanın sosyolojik boyutunu ortaya koymak ve modern dönemde hafızanın nasıl şekillendiğini göstermek olduğunu vurgulamaktadır. Araştırma temel olarak “Modern dönemde toplumsal hatırlama ve unutma biçimlerinin görünümleri nelerdir?” sorusuna yanıt aramaktadır. Araştırmanın diğer soruları arasında ise toplumsal hafızanın şekillenmesinde yapısal unsurların ne derece etkili olduğu, toplumsal hafızanın sosyal bilimler alanında neden günden güne daha popüler hale geldiği, modernitenin toplumsal hatırlamayı mı yoksa toplumsal unutmayı mı öncelediği sorusu bulunmaktadır. 

...
Fatma Esra Sağır
breitling chronographe etanche 50m a68062 no 1111 price omega dark side of the moon copy uk replica watches steve mcqueen watch auction tag heuer carrera calibre 16 leather strap replica watches uk omega seamaster nato strap rado first copy watches in ahmedabad swiss replica watches hello rolex reviews rado tan boots fake watches
İLİMYURDU Yayıncılık ve Eğitim Hiz. Ltd. Şti.
Adres : Molla Gurani Mah. Akkoyunlu Sk.
            No: 36 Fındıkzade Fatih / İstanbul
Tel      : 0212 533 05 35
Mail    : info@yetkindusunce.com
Tüm Hakları İlim Yurdu Yayıncılık’a aittir. Kaynak belirtilmeden hiçbir içerik kopyalanamaz. | Tasarım & Yazılım: Dizayn Sanat