Sayı : 27
dosya:
Toplumsal Çürüme, Diziler ve Medya
Geçmişe nazaran medya gerek araçları gerekse etkinlik alanı açısından oldukça ölçek büyütmüş görünmektedir. Radyodan sonra televizyon ve ardından internet üzerinden sosyal medya bugün insanı kuşatıcı bir boyuta ulaşmıştır. Her gün bir şekilde medya karşısında insan pasif dinleyici ya da aktif katılımcı olsun, olumsuz haberlerin sanki sayısı artmış gibi görünmektedir. Hatta küresel ölçekte giderek “savaş”tan daha çok bahsedilmesi, “dünyanın çivisi çıktı” gibi yorumların yapılmasına sebep olmaktadır.
Tüm bu gelişmeler karşısında birçok insanın gündemdeki konuşmalarında paylaştığı üzere dünyanın ve insanlığın daha kötü bir duruma gittiği dillendirilmektedir. İnsan(lığ)ın içine “kötü şeyler olacak” türünden düşünce/vesveseler hakim olmaktadır. Öyle ki, kimi kıyamet senaryolarıyla da birleştirilerek her şeyin daha da kötüleşeceği düşünülmekte, geleceğe doğru bir ümidin ışığı daha da zayıflamış görünmektedir. Böyle bir duygunun insanı kapsamasındaki temel gerçeklerin başında yozlaşma, çürüme kavramlarının daha çok zikredilmesi olmuştur.
Gündelik hayatın dili ve pratiklerine dair söylemler çözümlendiğinde ciddi yozlaşma ve çürüme emarelerinin kendisini gösterdiği artık insanlar tarafından yoğun bir şekilde dile getirilmektedir. Diğer yandan gündelik hayatta mafya, çeteleşme, nepotizm, adaletsizlik vb. kavramlar üzerinden verilen haberlerin de hem yoğunlaştığı hem de yoğunlaştığı oranda toplumsal çözümlemeleri hızlandırdığı sosyologlar tarafından ifade edilmektedir.
Doğrusu Türkiye’de 1980’lerden itibaren uygulanan dışarıya daha açık modernleşme, bireyselleşme ve öznelleşme süreçleri sonucunda hazcı, bireysel yaşam biçimleri öne çıkmaya başlamış, seküler dil belirleyici hale gelmiş ve eski sosyal ağlar bu çerçevede çözülerek yeni bir dil ve ilişki biçimi gelişmeye başlamıştır. Seküler, hazcı ve öznel dil ağırlık kazanırken ve bir yandan toplumsal ilişkilerde kolektivite zayıflarken, insanlar da kendilerini bir iç boşalma sürecinde bulmuşlardır.
Bu sürecin paradigmal bir parçası olarak postmodernizmle birlikte, insanı dışarıdan kontrol eden sabit değerler de yıkılarak merkezsizleşme temel bir eğilim haline gelmiştir. Dolayısıyla artık insanı, dünyayı, eşyayı ve evreni kendi somut beninden (hevasından) hareket ederek tanımlamaya ve bu minvalde ilişki geliştirmeye çalışan insan için ahlaki yargılar bir anlam ifade etmemektedir. Yani dışarıdan herkesi kuşatıcı ve kendisine itaati gereken sabit bir değersel nokta zayıflamış gibidir. Diğer yandan ilkelerin uygulamalarında gerçekleşen ikircikli tutumlar, toplumda özellikle mağduriyete uğramış kişilerde ahlak ve ilkelerin işe yaramadığı duygularını pekiştirmektedir.
Derginiz Yetkin Düşünce çok farklı göstergeleri ve sebepleri olan ve bu bağlamda çok boyutlu analiz edilmesi gereken “toplumsal çürüme” kavramını burada gündemine almıştır. Aslında uzun vadeli araştırmaların konusu olması gereken “toplumsal çürüme”ye bir giriş arzu edilmiştir. Belki daha sonraki sayılarda konunun alt başlıkları inceleme konusu yapılacaktır. Böyle önemli bir temayı inceleyen bu sayıya Mustafa Tekin, Ahmet Keleş, Muhammet Özdemir, Ali Öner, Ümit Aktaş, Mualla Kavuncu, Yıldız Ramazanoğlu, Sevde Öztürk, Köksal Pekdemir, Yağmur Gül Aslan dosya konusundaki yazılarıyla destek vermişlerdir. Söyleşi bölümümüzde iki konuğumuz bulunmaktadır. İlki, medyadan da sıklıkla görerek tanıdığınız Nevzat Tarhan. İkinci konuğumuz ise, ilahiyat alanında velud çalışmalarıyla dikkat çeken Şaban Ali Düzgün. Her iki konuğumuz da meseleye vukufiyetli yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır.
Geçen sayıda başlattığımız “Açık Oturum” bölümünde Mustafa Tekin ve Latif Kınataş’ın yanı sıra Abdurrahman Arslan ve M. Hakkı Akın konuk olmuşlardır. Konuyla ilgili oldukça uzun bu oturumda teorik ve pratik sorun(lar) açımlanmaya çalışılmıştır. Okuyucular için akıcı ve zevkli bir okuma olacağını düşünüyorum. Dosya dışı konularda bu sayıda Esat Arslan’ın “Marksist Materyalizmin İdealist Dayanakları” isimli değerlendirmesi yer almaktadır. Kültür-Sanat bölümünde üç değerlendirme yazısı bulacaksınız. İlki, Yekta Şirin’in, Iciar Bollain Sinemasında Batı Sömürgeciliğinin İzleri’ni sürdüğü makalesi. Diğrleri ise, Mustafa Tekin’in “Suçsuzlar Çağı, Suçlular Çağı” isimli bir tiyatronun değerlendimesi ile Muhammet Çelik’in düşünür Taha Abdurrahman’ın İstanbul’daki konferansının kısa bir kritiği. Tüm yazarlara katkıları için teşekkür ediyorum.
Her şeyin giderek dijitalleştiği ve buna ilaveten “okuma” ve “entelektüaliteye ilginin azaldığı böyle bir zaman diliminde siz Yetkin Düşünce okurlarının her türlü katkıları bizim için çok değerlidir. Abone sayısının artırılması ve geniş tartışmaların yapılması, eksikliğini hissettiğimiz entelektüalitenin artışına hiç kuşkusuz katkı sağlayacaktır.
Bu çerçevede 2024 yılının dördüncü sayısının konusu “Göç” şeklinde belirlenmiştir. Ulusal ve uluslararası düzeyde farklı bilimlerin yoğun incelemesini gerektirecek derecede değişim yaratan göç olgusu çok boyutlu olarak bu sayıda ele alınacaktır. Bu çerçevede tüm yazarları dergimize katkı yapmaya çağırırken; sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir dünya ve insanlığa doğru temennisiyle…
Mustafa TEKİN
Genel Yayın Yönetmeni